Tufan Erhürman’ın tutarlılığı ve tutarsızlığı üzerine

Bilge Azgın

Yeni Ercan Havalimanı’nın açılışından çok Tufan Erhürman’ın protokole katılması gündem oldu. Dikkate alınması gereken eleştirilerden bir tanesi CTP’nin tutarsızlığı oldu. Hergün yolda görüp selamlaştığımız arkadaşlarımızdan “Erdoğan’ı mecliste boykot eden CTP neden şimdi protokola katıldı? Bu tutarsızlık değil de nedir?” seslerini yükseltmelerini anlayışla karşılamak gerekir.

Sosyal medya da karşılıklı yaftalardan kaçınarak bir fikir teyattisi yapmak mümkün olmasa bile belki yazı yazarak bunu yapmak mümkün olabilir.

Benim cevap çok net. Hayır, Tufan Erhürman’ın yaptığı davranışta hiçbir tutarsızık yok. Neden? 2020 seçimlerine giderkenki süreçte yapılan demeçlere ve Tufan Erhürman’ın kendi tabanından dahi oy kaybı yaşayarak neden ikinci tura kalamamasına bakmak gerekir.

Erhürman 2020 seçimlerini Akıncı’nın yaptığı birtakım çıkışları benimsemeyerek ve “kutuplaşma yaratmama” düsturu üzerinden katıldı. Hatta kutuplşamanın Kıbrıs Türk toplumunun tüm kesimlerine ne gibi zararlar doğuracağından çok konu “Türkiye ile beni kimse kavga ettiremez” noktasına saplanıp kaldı. Tufan ve CTP, bunun bedelini de ikinci tura kalamamakla ödedi.

Dolayısı ile Erhürman ve CTP’ye “tutarsız” demeden önce herkes o seçim süreçlerinde televizyonlarda ve medya da yapılan tartışmaları ve demeçleri aklından yeniden geçirsin derim.

Olayları samimi şekilde hatırlamak isteyenler, Tufan Erhürman’ın yaptığı davranışın kendi içinde “tutarsız” olmadığını hatta aksine gayet tutarlı olduğunu görecektir. Hatta Tufan Erhürman’ı 2020 seçimlerinde sırf bu yüzden eleştirip de, neden farklı bir adayı tercih ettiklerini hatırlayacaklardır. O dönem sırf bu sebepten Erhürman’ı eleştirip Akıncı’yı tercih edenler, şimdi neden Erhürman protokolü boykot etmedi diye yine Erhürman’ eleştiriyorlar. Burda tutarsızlık Erhürman’da mı? Yoksa Erhürman’a zaten tam da bu sebepten dolayı tasvip etmeyip de şimdi Erhürman’ın istedikleri gibi boykot muhalefeti yapmadı diye “tutarsızlıkla” eleştirenlerde mi?

2020 seçimlerine giderken Erhürman’ın “Türkiye’ye konuşmak değil, Türkiye ile konuşmak” söyemleri, Akıncı ile televizyonlarda tartışırken de “kimse size Türkiye ile medya üzerinden kavga edin demedi ki” söylemlerine kadar varmıştı. Solun iki adayı arasındaki yaşanan ayrılık Türkiye ile olan ilişkilerde yapılan “muhalefet tarzı” üzerinden cereyan etmişti. CTP ikinci turda “Federasyon” şiarı üzerinden Akıncı”ya destek verdi.

Seçimler sonrası yaşanan ve Türkiye’nin seçimlerde yaptığı müdahalenin ateşi korken, CTP Parti Meclisi Erdoğan’ı boykot etme kararı aldı. Erhürman’ın bu boykot kararından pek de memnun olduğunu düşünmüyorum ancak karara saygı duymak zorunda kaldı.

Türkiye’nin seçimlere müdahale veya seçimleri etkileme tarzı ne Annan Planı sürecinde ne de 2010 CB seçimlerindeki gibi göreceli olarak yumuşak güce dayalı oldu. Ancak Sayın Talat’ın 2005 yıllarında art arda verdiği “Erdoğan’ın şahsi desteği olmasaydı Annan Planı’na bırakın yüzde 65’i Evet dahi çıkmayabilirdi” demeçlerini de unutmayalım! Elbette bu demeçleri çözüm taraftarları pek de hatırlamak istemeyecektir.

Burda esas sorulması gereken soru şudur. KUTUPLAŞMA denilen şeyin son 3-4 yıl içerisinde kimlerin işine yaradığını veya kimlere zarar verdiğini sormaktır? Kutuplaşma aslında tüm toplumsal dokuya zarar verir. Zıtlıkları çözüme kavuşturabilirken veya zıtlıklar içinde bir arada yakın biçimde durabilen tüm öğeleri bir birinden uzaklaştırıp parçalar! Kıbrıs’ın kuzeyinde ise kutuplaşmanı daha da perçinleştireceği yarıkları son beş yılda gözlemlemek mümkün.

 Kutuplaşma her zaman için insanlar arasındaki önyargıyı, sevgisizliği, hıncı, husumeti, nefreti, kavgayı, anlayışsızlığı, hor görmeyi arttırır. Muhalefetteyken eleştiri yaparken bu duyguları tetiklemeyecek biçimde muhalefet yapmasını gerektirir (Erhürman belki de sorumlu muhalefet derken bunu kastediyor kendisine sormak lazım). İktidarda olanlar için de aynı sorumluluk geçerlidir. Ancak iktidarda olanlar güç ellerinde olduğu için bu sorumluluğu omuzlarında pek hissetmeyebilir. Ben hem kendi toplumunu sevmeyi, hem de hükümet etme becerisini zıt gibi görünen farklı şeyleri bir araya getirebilme (bir araya gelemeseler bile yan yana var olabilmeye tahammül edebilme) yeteneğinden geçtiğini düşünenlerdenim.

Kıbrıs Türk’ü olarak var oluş mücadelesindeyiz. Yakın geçmişe baktığımızda, Kıbrıslı Türkler’in her adımında Türkiye’nin desteğini görürüz. 1960 Cumhuriyeti kurulurken ortaklık statüsü alırken de, 1963-1974 arası sindirilmeye çalışılırken de, 2004 Annan Planı  ve 2017 Crans Montana sürecinde de. Bazı kesimler, Rum çoğunluğun 2004 Annan Planı ve 2017 Crans Montana sürecinde Kıbrıslı Türkler’le eşit bir devleti paylaşmak istemediği gün gibi ortadayken bunu halen görmek istemeyip, Kıbrıslı Türkler’in bu adada veya dünya genelinde Türkiye’den başka destekçisi veya güvenebileceği dostu olduğunu zannedebilir. Veya sürekli meksikalılar veya tüm azınlıklar için nefret söylemi kullanan Trump’dan tiksinip, güler yüzlü şeklide “benim halkım Kıbrıslı Türkler’i devlet hastanesinde görmekten rahatsız oluyor” diye yakınarak halen daha ne kadar ırkçı olduğunun üzerine örtmeye çalışan Anastasiadis’in Trump’dan farklı olduğunu zannedebilirler. 

 Ancak ben “güvenebileceğimiz tek liman Türkiye” (bu sadece Crans Montana çöküşü sonrası değil tüm yakın tarih boyunca öyle) gerçeğinden hareketle, Kıbrıslı Türkler’in bu adada var olma mücadelesinde Türkiye’deki iktidarları beğenip beğenmeme gibi bir lükse sahip olmadığımızı bilenlerdenim. Türkiye hükümetleri ile bazı noktalarda fikir ayrılığına düşmek başka (2004 ve 2017 sürecinde de Kıbrıs sağı Türkiye hükümetleri ile çok ciddi fikir ayrılığına düşmüştür), Kıbrıslı Türkler’in tarihteki tek köprüsü olan Türkiye ile köprüleri atmak başka birşeydir. Bu bahsettiğim basit bir siyasi güç pragmatizmi değil, Kıbrıslı Türkler’in tarihsel koşullarda var olabilme ve ayakta durabilme yetisi ve gerçeği üzerine kuruludur. Tufan Erhürman’ı halen daha köprüleri yakmadı diye eleştirenler, köprüleri yakabilecek bir aday çıkarıp 2025 yılında o adayı destekleyebilirler. Demokrasinin gereği budur.  Tufan Erhürman da 2020 seçimlerinde gösterdiği “anti-kutuplaşma üzerinden var olma” siyasetine tutarlı biçimde kaldığı yerden devam etsin.