“Tufan Erhürman’a Açık Mektup…”

Sevgül Uludağ

Kiriakos Cambazis

(Çok değerli arkadaşımız, Kıbrıslırum araştırmacı-yazar, aslen Afanya köyünden olan ve hayatı boyunca toplumlarımızın iyiliği ve barış için mücadele eden Kiriakos Cambazis, Tufan Erhürman’a yönelik kaleme aldığı “Açık Mektup” başlıklı yazısını Türkçeleştirerek bize gönderdi. Kıbrıslırum araştırmacı-yazar Kiriakos Cambazis, Erhürman’a açık mektubunda, “Kıbrıs’ın AB başkanlığını devralması vesilesiyle düzenlenecek etkinliğe katılmayı talep ediniz. Kıbrıslıtürk toplumunun liderisiniz; bu toplum Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı ve eş sahibidir, konumunuz gereği taleplerde bulunma hakkına sahipsiniz” diye yazıyor. Yazısını teşekkürlerimizle paylaşıyoruz. S.U.)

Sayın Tufan Erhürman, öncelikle Kıbrıslıtürk toplumu liderliğine seçilmenizden dolayı sizi tebrik etmek istiyorum. Her iki topluma ait olan Kıbrıslıların yaşadığı bir köyde, Afanya’da yaşadım ve büyüdüm.  Bu durum benim siyasi inançlarımı ve aynı zamanda iki toplumun bir arada yaşamasına ilişkin algılarımı etkilemiş olabilir.  Gençlik ve öğrencilik yıllarımdan beri Kıbrıs sorunuyla uğraşmaktayım. Bu konuda görüşler elde edip bazı sonuçlara vardım. Bu görüşlerimi ve elde ettiğim sonuçların çoğunu gazetelerde ve yayınladığım kitaplarda belirttim ve hala daha belirtmeye de devam ediyorum; kitaplarımın bir kısmı da Türkçe’ye çevrildi. Bunları kendimi öne çıkarmak için değil, kamuoyuna duyurmam gerektiğini düşündüğüm bazı görüşlerimi dile getirmek ve dikkatinize sunmak için yazıyorum.

Öncelikle, Kıbrıslırum liderle gerçekleştirmiş olduğunuz görüşmenin ortak vatan sorunumuzun çözümü için bir fırsat penceresi açtığına inanmıyorum. Bu görüşü dile getiriyorsam, bunun nedeni Nikos Hristodulidis’i populist bir siyasetçi olarak tanıdığım için, ona tokalaşma ve kucaklaşmanın ötesinde daha fazla adım atacağına güvenemememdir. Zaten Netenyahu ve dahalarını da kucaklamaktadır. Siz her türlü iltifata açık olabilirsiniz, ama Hristoduludis bunu kabul görmek için yapıyor; üstelik onun iltifatları herkes için geçerli olan o dostane unsuru barındırmıyor.

HRİSTODULİDİS’İN DESTEKÇİSİ IRKÇI, MİLLİYETÇİ SÖYLEMİN TEMSİLCİSİ AŞIRI SAĞ’DIR…

İkinci olarak, Nikos Hristoduludis’i kendilerini “merkezci” olarak adlandıran milliyetçi partiler destekledi; ama uygulamada, Kıbrıslıtürk toplumu ile her türlü uzlaşmayı reddediyor ve ülkenin federal yapısını kabul etmiyorlar. Kıbrıslırum liderinin güçlü destekçisi, ırkçı ve milliyetçi söylemin temsilcisi olan aşırı Sağ’dır. Birleşme, onların ulusal hedefidir. Buna ek olarak sanki Bizans Dönemi’nde yaşıyormuşuz gibi Kilise tarafından da desteklenmektedir.

YASAL DEVLETİ ELİNDE TUTAN TOPLUM, DİĞER TOPLUMA BASKI VE ŞANTAJ YAPAMAZ…

Üçüncü olarak, belirtmiş olduğunuz ve kesinlikle desteklenmeniz gerektiğini düşündüğüm bir noktayı olumlu buluyorum. Bu da görüşmelerin bir süre ile sınırlandırılmasının gerekli olduğu ve bu görüşmelerin bir 50 yıl daha sürmemesi gerektiğidir. Ve eğer bir anlaşmaya varılmazsa, Kıbrıslıtürk toplumunun uluslararası arenadan izole edilmiş bir şekilde on yıllardır süren statükoda kalamayacağı ile ilgili açıklamanız da oldukça yerindedir. Kıbrıslırum siyasetçiler, AKEL de dahil, bu konuda hemfikir değiller. Bunu siyasi bir şantaj olarak algılıyorlar. Kıbrıslırum siyasetçilerin bunu nasıl algıladığına bakmaksızın 1964’ten bu yana Kıbrıslıtürkler küçük ya da büyük bir gettoya hapsedilmiş durumdadırlar ve dünyanın geri kalanı ile iletişim kuramıyorlar. Yasal devleti elinde tutan bir toplum, diğer toplumu baskılayıp şantaj yapamaz.

ONU BM’YE, AB’YE ŞİKAYET EDİN…

Dördüncü olarak, hazır olunuz, Kıbrıslırum lider kamuoyuna yönelik açıklamalar hakkında ambargo olması konusunda sizinle teorik olarak bir anlaşmaya varacak olsa da, hem kendisi, hem de bakanları her fırsatta bunu ihlal edeceklerdir. Zaten bunu  Kıbrıslırum Silahlı Kuvvetleri etkinliğindeki konuşmasıyla ihlal etti. Bu durumu adeta hiç olmamış gibi dikkate almamakla çok iyi yaptınız. Başka zamanlarda da bunu tekrarlayacak, bu yüzden “onun serbestçe hareket etmesine” izin vermeyin. Onu BM Genel Sekreteri’ne, Güvenlik Konseyi üyelerine, Avrupa Parlamentosu’na ve Avrupa Birliği liderliğine şikayet edin.

KIBRIS CUMHURİYETİ HER İKİ TOPLUMA DA AİTTİR VE BU HAKKIN TALEP EDİLMESİ GEREKİR…

Beşinci ve son olarak: Size, Nikos Hristoduludis’ten, Kıbrıs’ın Avrupa Birliği başkanlığını devralması vesilesiyle düzenlenecek etkinliğe katılmayı talep etmenizi önermek isterim. Kıbrıslısınız, Kıbrıslıtürk toplumunun liderisiniz; bu toplum Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı ve eş sahibidir, konumunuz gereği taleplerde bulunma hakkına sahipsiniz. Kıbrıs Cumhuriyeti her iki topluma da aittir ve bu hakkın talep edilmesi gerekir. Ayrıca bu öneriyi, çok yakında görüşeceğiniz Avrupa Birliği temsilcisine kendi talebiniz olarak iletmelisiniz. Bu ne bir abartıdır, ne de fazla bir taleptir; bu yasal bir haktır. Şimdilik söylemek istediklerim bunlardır. Üstlenmiş olduğunuz bu zor görevde size sonsuz başarılar dilerim.

Kıbrıslırum araştırmacı yazar Kiriakos Cambazis


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KIBRIS’TAN YAZILAR…

“Crans Montana’da ne olmadı?...”

Hristalla Hacıdimitriu/FİLELEFTHEROS

Crans-Montana görüşmelerini canlı izlemiş olsak bile, muhtemelen kimin suçlu olduğu, neyi kabul etmemiz ve neyi reddetmemiz gerektiği konusunda zaten inandığımız şeye inanmaya devam ederdik. Bu köşede benzer tartışmaların şiddetle süregittiği 16 Kasım 2021 tarihinde de yazıldığı gibi, zihnimiz çoktan karar vermişti.

Bu kritik Kıbrıs müzakerelerinde tam olarak ne söylendi? Muhtemelen bunu asla bilemeyeceğiz. Bildiğimiz tek şey, neyin gerçekleşmediği: Kıbrıs sorunu çözülemedi. O dönemdeki coşkuya, iki tarafın anlaşmaya çok yaklaştığına dair haberlere rağmen, müzakereler sonuçsuz kaldı. Bu, kesin olan ve üzerinde hemfikir olabileceğimiz tek şey: Bazıları masadaki önerinin çöküşünü alkışlarken, diğerleri bunu kınadı.

ANASTASİADİS’İN NİYETLERİ VE ZEDELENMİŞ GÜVENİLİRLİĞİ…

O zamandan bu yana geçen sekiz yılda, müzakerelerin başarısızlığından kimin sorumlu olduğu konusunda tartışmalar sürüyor. Belki de bu tartışma belirli bir söylentiden değil, müzakere ekibimizin başkanı, Cumhurbaşkanı Nicos Anastasiadis’in niyetleri ve zedelenmiş güvenilirliği hakkındaki derin şüpheden kaynaklanıyor.

Birçok kişi, çıkarlarını Anastasiadis’in temsil ettiği elit sınıfın, konumlarını riske atmaya veya ekonomik pastadan paylarını paylaşmaya hazır olmadıkları için bir çözüm istemediğine inanıyor.

KİM, NE DEDİ?

Bu önkabulden hareketle, geminin batmasından sorumlu olan kişi doğrudan Anastasiadis olarak gösterildi. Peki Anastasiadis’in bu suçlamalara cevabı ne oldu? “Tarih beni yargılayacak, tıpkı hakikati ve tarihi gerçekleri çarpıtarak Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın prestijini zedeleyenleri yargılayacağı gibi.”

Sekiz yılın ardından, Kıbrıs sorunu donmuş durumda; işgal altındaki topraklarımız ve nüfusumuz her gün değişiyor; iki devletli çözüm gündemin merkezine oturdu, ve biz yine aynı noktaya geri döndük. Müzakere masasında gerçekte ne olduğunu veya bundan sonra ne olacağını keşfetmek için değil, bizim tarafımızın suçlu olduğu izleniminin nasıl oluşturulduğunu anlamak için. Kim, ne dedi?

ÇÜNKÜ ANASTASİADİS, İKNA YETENEĞİNİ KAYBETMİŞTİ…

Gerçekte ise, Hristos Stilianidis kendisine atfedilen sözleri söylemiş olsa bile, ortaya çıkan imaj açıkçası onunla ilgili değil. Müzakerelerin çökmesinden hemen sonra, adil olsun ya da olmasın, suç Anastasiadis’e atfedildi. Neden? Çünkü saç kesimi, altın pasaportlu arkadaşları, Seyşel Adaları’na yaptığı geziler, çözüme dair isteğiyle ilgili söyledikleriyle birilerini ikna etme yeteneğini kaybetmişti.

(FİLELEFTHEROS’ta 12.11.2025’te yayımlanan Hristalla Hacıdimitriu’nun yazısı PENNA tarafından Türkçeleştirildi…)


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Pinochet’nin uzun gölgesi: Şili’de aşırı sağ iktidara çok yakın…”

Esra Akgemci/T24

2025, Latin Amerika solu açısından epey zorlu bir yıl oldu. Ekvador, Bolivya ve Arjantin’deki seçim süreçlerinde sol partilerle ilerici koalisyonların kan kaybetmesi, “bölgedeki sol dalgada sona yaklaşıldığı” şeklinde yorumları beraberinde getirdi.

Ekvador’da, ülke tarihinde görülmemiş bir şiddet ve güvenlik krizinin yaşandığı bir dönemde yapılan seçimler, sağın “sert güvenlik devleti” söylemini meşrulaştırdı ve ikinci turda sağ blokun elini güçlendirdi. Muhafazakâr Başkan Daniel Noboa yeniden seçildi.

Uzun süre solun “kalesi” olarak görülen Bolivya’da Sosyalizme Doğru Hareket (MAS), ilk kez birinci turda belirleyici olamayacak kadar zayıfladı. İkinci turda sağcı aday Rodrigo Paz’ın seçilmesiyle birlikte, sol yirmi yıllık iktidarını kaybetti.

Arjantin’de Javier Milei’nin radikal kesinti politikalarıyla yarattığı ekonomik istikrarsızlık, solun otomatik bir şekilde güç kazanmasına neden olmadı. Trump’ın desteğini alan Milei, 23 eyaletin 16’sında galip gelerek neoliberal ajandasına meşruiyet kazandırmış oldu.

Ve son olarak Şili’de, General Augusto Pinochet’nin darbesinin üzerinden yarım yüzyılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen, onun neoliberal dikta rejimini meşrulaştıran çevreler yeniden iktidarın eşiğine geldi.

Her ne kadar 16 Kasım Pazar günü yapılan ilk tur başkanlık seçimlerinde Şili Komünist Partisi’nin adayı Jeannette Jara, aşırı sağcı aday José Antonio Kast karşısında öne geçtiyse de 14 Aralık’taki ikinci turda Kast’ın seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Zira Komünist adayın önde bitirdiği seçimde oyların yaklaşık yüzde 70’i merkez sağ ve sağcı adaylara gitti.

“Pinochet yaşaydı bana oy verirdi”

Askerî darbe deneyimi ve neoliberal dönüşüm süreci, Şili siyasetini anlayabilmek için temel referans noktaları olarak ele alınabilir. Neoliberal reformların önce Pinochet diktatörlüğünün baskı ortamında dayatılması, ardından 1990’larda demokrasiye geçiş sürecinde merkez-sol koalisyon (Concertación) hükümetlerinin “uzlaşı siyasetiyle” yeniden düzenlenmesi, Şili’yi Latin Amerika’da istisnai bir “model” haline getirdi. Liberaller tarafından örnek bir “başarı hikâyesi” olarak sunulan bu model, sağlıktan ulaşıma, eğitimden sosyal güvenliğe kadar her alanın kapsamlı şekilde özelleştirildiği ve sosyal hakların büyük ölçüde askıya alındığı bir ülke yarattı.

Şili siyaseti, bu temel çıkmaz içinde, 2000’li yıllar boyunca Michelle Bachelet’nin temsil ettiği merkez sol ile Sebastián Piñera’nın temsil ettiği merkez sağ arasında sıkışıp kaldı.

Nihayet 2019’daki büyük toplumsal patlamanın ardından yeni bir kapı belirdi… Öğrenci hareketinin içinden gelen Boric, ikinci turda merkez sola yanaşmayı başardı ve Şili’nin en genç devlet başkanı oldu. Boric’in seçilmesi, aynı zamanda yeni bir anayasa isteğinin ifadesiydi… “Şili neoliberalizmin beşiği değil mezarı da olacaktır!” diyen Boric’in zaferi umut vaat ediyordu. Ne var ki Boric yönetimi altında yürütülen anayasa değişikliği süreci, Şili seçmeninin yüzde 62’sinin “Hayır” demesiyle başarısız oldu.

Bu yenilgi, Boric’in sosyal refah temelli projelerine de ket vurdu. Dört yıllık iktidarı boyunca Boric’in 216 yasama vaadinden sadece yüzde 38’i genel olarak ilerleme kaydedebildi. “Radikal dönüşüm” ve “yeni sol” vizyonu kâğıt üzerinde kaldı.

Bununla birlikte, 2022’deki anayasa referandumunun başarısızlığından sonra Boric, kamuoyu desteğini yeniden kazanmak amacıyla güvenlik gündemini hükümetin ana ekseni hâline getirdi. Bu süreçte Venezuelalı göçmenler, ülke gündeminin merkezine yerleşti. 2023’te Boric hükümeti, Peru ve Bolivya sınırlarında artan göç ve kaçak geçişler gerekçesiyle orduyu sınır güvenliğinde görevlendirdi. Aynı yıl hükümet, polis yetkilerini artıran Naín-Retamal Yasası’nı kabul etti. İnsan hakları savunucuları, güç kullanımına ilişkin eylemlerde polislere “ayrıcalıklı meşru müdafaa” statüsü tanıyan bu yasanın polis şiddetini artıracağından ve meşrulaştıracağından endişeleniyorlar.

Boric’in güvenlik ve göç politikalarında sağ söylemi benimsemesi, aşırı sağın zeminini de genişletti ve Kast’ın elini güçlendirdi… Brezilya’nın Bolsonaro’suna benzetilen Kast, yüzde 8 oy aldığı 2012 seçimlerinden beri, güvenlik ve göçmenlik konularına yaklaşımıyla gerilim yaratarak Şili siyasetinin önemli bir aktörü haline geldi. Şili’de organize suç ve şiddet olaylarıyla cinayet oranlarının 2015’ten itibaren artış göstermeye başlaması da bunun için elverişli bir zemin yarattı. Hem düzen ve gelenek vurgusunu öne çıkaran milliyetçi-muhafazakâr söylemi hem de neoliberal vergi politikalarına verdiği destek, Kast’ın “yeni sağ” olarak tanımlanan ideolojik konumlanmaya yakın bir siyasi formasyon kurmasına imkân sağladı.

2017 seçimlerinde “Pinochet yaşasaydı bana oy verirdi. Başkanlık sarayında birlikte çay içerdik” diyen Kast’ın 2021 seçimlerinde yüzde 27 ile birinci olması, bölgede yeni sağın yükselişini ortaya koyan en önemli işaretlerden biriydi.

Kast’ın 2025 seçimlerindeki başlıca vaatleri, düzensiz göçe sınırları kapatmak ve suç saymak, hendek/duvar gibi fiziki bariyerler kurmak, maksimum güvenlikli cezaevleri açmak, ekonomik büyümeyi yüzde 4’e çıkarmak, kurumlar vergisini düşürmek ve 18 ayda 6 milyar dolarlık kamu harcaması kesintisi yapmaktı.

Seçim sonuçlarına göre, Şili Komünist Parti üyesi ve Boric hükümetinin Çalışma Bakanı olan Jeannette Jara, oyların yüzde 27’sini alırken, Kast yüzde 24 oy aldı… 2025 Şili seçimleri, ülke tarihinde güvenlik söyleminin en baskın olduğu seçim. Güvenliğin bu kadar merkezî ve belirleyici olması hem sağın yükselişini hem de solun sıkışmasını açıklayan temel dinamiklerden biri. Bunda Boric hükümetinin sağa kayışının da payı büyük.

Sağcılara karşı Komünist Jara 

Hâlihazırda bölünmüş durumda olan sağın oyları ikinci turda Jara’ya karşı Kast’ta birleşebilir mi?

Matthei’ye oy veren ılımlı sağcılar ya da Kaiser’i destekleyenler arasında Kast’a oy vermeyeceğini dile getirenler var. Ancak onların sandığa gitmemesi tabloyu çok da fazla değiştirmeyebilir.

Solun geleneksel eşitlikçi kimliğini temsil eden ve bakanlık döneminde çalışma haftasının 40 saate indirilmesi ve asgari ücretin yükseltilmesi gibi politikaları gündeme getiren Jara, ikinci turda muhtemelen merkez siyasete yaklaşacak. 2021 seçimlerinde Boric’in yaptığı gibi.

2021’de Boric’in kazanmasını sağlayan temel dinamik, 2019’daki sosyal patlamada ortaya konan yeni anayasa talebiydi. Sağcısından solcusuna kadar birçok farklı kesim yeni bir anayasa yapılması gerektiği konusunda hemfikirdi. 2020 referandumunda çıkan yüzde 78 “Evet” oyu da bunun kanıtıydı.

Diğer yandan, sağın tüm oylarının ikinci turda Kast’ta toplanmasının nedenlerinden biri de “Kast seçilirse 2019’daki gibi kitlesel ayaklanma olur” korkusuydu. Kast’ın Almanya doğumlu olan babasının 1942’de Hitler’in Nazi Partisi’ne gönüllü olarak üye olduğunun ortaya çıkmış olması da bu korkuyu büyütmüştü. Sağcı lider Piñera her seçildiğinde ardından kitlesel protestolar gelmişti: 2011’de öğrencilerin öncülük ettiği Şili Kışı ve 2019’da yaşanan sosyal patlama. Demek ki Kast kazanırsa çok daha sert tepkiler gelişecek, sokaklar kızıla boyanacaktı.

Toplumsal hareketlerin örgütlenme ve mobilize olma kapasitesi, bugüne kadar Şili’de aşırı sağın iktidara gelmesini engelleyen önemli bir dinamik oldu.

Bugün, Komünist Parti’nin ve Jara’nın seçim kampanyası da yükselen sağa karşı bir “savunma hattı” olarak şekillendi. Buna göre, 2025 seçimleri sadece bir başkanlık yarışı değildi, Şili’de Pinochet dönemi mirasıyla yüzleşmenin yeniden sınandığı bir dönüm noktasıydı. Eğer Jara başkan seçilmezse, otoriterleşme eğilimleri belirgin biçimde güçlenecek ve demokrasi aşınacaktı.

Ne var ki Boric’in dört yıllık iktidarının yarattığı hayal kırıklığı, sağ ve aşırı-sağ popülizmin yükselişi için yeni bir dinamik oluşturmuş durumda. Solun geleneksel hak-merkezli pozisyonunu zayıflatan ve “devlet düzeni”, “sınır güvenliği” gibi söylemlere başvuran Boric, Kast gibi “daha sert” çözümler vaat eden aktörlerin “daha inandırıcı” görünmesini sağladı.

Pinochet mirasına yakından bağlı olan Kast’ın güvenlik retoriğinde “komünizm tehdidi” ve “sıfır tolerans” gibi kavramlar da yer alıyor. İkinci turda Jara’nın karşısında sadece bir grup sağcı değil, henüz hesaplaşılmamış kanlı bir geçmişin de gölgesi var.

Yazının tümü için link:

https://t24.com.tr/yazarlar/esra-akgemci-america-invertida/pinochet-nin-uzun-golgesi-sili-de-asiri-sag-iktidara-cok-yakin,52500

(T24 - Esra Akgemci – 23.11.2025)