TOHUM

Sami Özuslu

 

Toprağa hangi tohumu atarsanız, günün sonunda o bitki yeşerir.
Arpa atarsanız buğday çıkmaz.
Domates fidesi dikerseniz, salatalık olmaz.
Maydanoz tohumu serperseniz toprağa, patates üremez.
Ne ekerseniz yani, onu biçersiniz sonuçta…
Arazide de, bireysel yaşantıda da, toplumsal düzende de…
Ve uluslararası ilişkilerde de!..

**

Dünyanın bütün bölgelerine bakın. Ne ekilmişse geçmişte, o çıkmış sonunda…
Eğitimle sulanan topraklarda bilinç düzeyi yüksek, haklarını bilen ve savunan insan tipi çoğunluktadır.
Sanat ekilen topraklarda estetik arayışlar kadar kurallı yaşam da talep edilir toplum tarafından…
Hoşgörü kültürünün toprağa salındığı coğrafyalarda gülen yüzler, samimi ilişkiler vardır.
Toplum iyi şeyler ekmişse, onu biçecektir sonunda…
Yok, toplum cahil bırakılmışsa, okuyamamışsa çocuklar, ufku bir yere kadar gelecektir.
Özgürlük soluyamamış, o duygunun doğallığını içselleştirememişse bireyler, büyüdüklerinde baskıcı, yasakçı olacaktır.
Kin tohumları, düşmanlık duygularıysa ekilen eğer, o toplumda eksik olmayacaktır kan, acı, gözyaşı…
Ve yobazlıksa eğer diktiğiniz fidan, meyve olarak size  ‘canlı bomba’ verecektir.

**

Kıbrıs adasının çok yakınında Doğu ile Batı’nın, Güney ile Kuzey’in kesiştiği bu coğrafyada ne yazık ki daha uzun yıllar devam etmesi muhtemel tohumlar serpilmiş toplumların hamuruna…
Bugün Batı’nın başına dert olan göç hareketleri de dahil olmak üzere, bir yığın küresel sorun yaşanıyorsa eğer, bunun kökenlerine bakılması lazımdır.
Vücudunda kilolarca bomba taşıyıp, gözünü kırpmadan onu patlatacak ‘canlı bomba’lar yaşıyorsa eğer bu dünyada, psikolojik ve sosyolojik bakımdan bu vakaları mercek altına almak gerekir.
21’inci yüzyıla giren insanlık hala vahşetin her çeşidini yaşıyor ve yaşatabiliyorsa, bu konunun üzerinde ciddi biçimde durmak şarttır.
Hele bu bölgede, herkes başını ellerinin arasına almalı, gidişatı sorgulamalıdır.
Zira tehlike tahminlerin çok daha ötesindedir.

**

Dünyanın bu bölgesinde insanların birer ‘ölüm makinesi’ne dönmesinin temel sebebi, klasik sömürge dönemleri ve yeni sömürgecilik anlayışına dayanıyor.
Toplumları milliyetlerine göre, etnik kökenlerine göre, dinlerine göre, mezheplerine göre böldüler çünkü… Dünün aynı farklılıklarla barış içinde bir arada yaşayabilen insanlar, ‘çıkar dünyası’ kuralları çerçevesinde birbirine düşürüldü, kırdırıldı, çatıştırıldı.
Sonra tarih kitapları ‘biz’ ve ‘onlar’ retoriğini yazdı. İnsanlar birbirlerini düşman belledi, kinlendi, acılarını öç alarak giderme hırsına kapıldı. Silah tekelleri bölgeden bir de böyle faydalandı.
Sonuç?
Afrika’nın fakir, aç, hasta insanları, sanki halleri halmiş gibi bir de sonu gelmez savaşlara sürüklendi.
Ortadoğu halkları ‘acıların coğrafyası’ oldu, arabesk yaşamın ta kendisi haline geldi.
Sistemin hiç durmadan devamı için nesiller boyu o tohumların ekilmesine devam edildi, ediliyor.
‘Kitlesel katiller’ böyle yetişiyor. Acılar bir kez daha nefret duygularını bileyliyor. İntikam duygusu yeni canlar alıyor. Oluk oluk insan kanı akıyor. Düşmanlar çoğalıyor. Yeni silahlar alınıyor. Bombalar her yerde patlıyor. Ölmek sıradanlaşıyor.
Diğer taraftan oluk oluk petrol, kamyonlarca silah sürekli yeşil dolarlara dönüşüyor. Küçük bir kesim ‘multi milyarder’ sınıfına giriyor. Yerli burjuvalar da işbirlikçi payından nemalanıyor.
Halklar mı?
Onlar hep ‘kaybedenler kulübü’nde yer alıyor.
Uyanıncaya kadar…