Teslimiyet ve Denetimsizlik Batağında Suç Üretiliyor

Aslı Murat

Kıbrıslı Türkler ne ekonomik ne de sosyal manada kendilerini güvende hissediyorlar. Suç oranları yanında çeşitliliği de her geçen gün artıyor. Bu durum aynı zamanda toplumsal gruplar arasında gerginleşmeye de sebebiyet veriyor. Özellikle ülkede öğrenci ve işçi sıfatı ile bulunan siyahlara ve göçmenlere yönelik yabancı düşmanlığı, ince ince içimize yerleşiyor. İşlenen suçlar neticesinde bedensel ve maddi kayıplar yaşandığı için bir noktaya kadar anlayabildiğim hassasiyet, gerçek hedefe bir türlü yönelmediğinden ötürü kabul edilebilir noktayı aşmaya başladı.

Ne demek mi istiyorum? Aslına bakarsanız, iki temel sorun kafamı kurcalıyor. Birincisi siyahların hem mağdur hem suçlu olduğu gerçeğinden öte, memleketi kirleten bir topluluk olarak tanımlanmaları, bir diğeri ise cezaevinin insani koşulların kıyısından bile geçmeyen durumu.

***

Yabancı öğrenciler (son zamanlarda iyice göze batırılan Afrika kökenli olanlar), devletin diğer alanlarda olduğu gibi eğitimde de denetimi sağlayamaması, planlama yapamamasından ötürü pek çok sıkıntı ile baş etmek zorunda kalıyorlar. Gerek uluslararası gerekse yerelde hazırlanan insan hakları raporlarına bakıldığında, ciddi şekilde insan ticareti suçuna maruz kaldıkları, ekonomik manada sömürüldükleri amiyane tabirle “yolunacak tavuk muamelesi” görüldükleri ortada. Tabi ki bu meselenin bir tarafı.

Diğer yandan yine denetimsizlik ve dünyadaki kara deliklerden biri olma başarımızdan ötürü, her türlü mafyatik ilişki ağı içinde de cirit atabiliyorlar. Bu karanlık işlerin bir tarafında da “yerli – milli” insanlarımız bulunuyor. Bundan ötürü mesele tek boyutlu değerlendirilemez. Sorunlara çözüm üretebilmek adına sonuç alıcı stratejiler geliştirmeliyiz. Suç ile mücadele ederken; ülkeye girişlerin kontrol altında tutulması, ülkede bulunanların yasal statülerinin sürekli denetlenmesi yanında Kıbrıs’ın kuzeyinde oluşturulan derin kirli ilişkilere de, “vatandaş olan – olmayan” ayrımı yapmadan çomak sokulması gerekir.

***

Gelelim cezaevi mevzusuna. Konu üzerine düşünürken ufak bir arşiv taraması yaptım. Özellikle 2019 yılından beri yeni cezaevinin bitiyor olduğu haberlerine rastladım. Bakanlar değişmiş ama bir şekilde ilerleme kat edilememiş. Mesela atanmış başbakan Üst- El, 1 Temmuz’da yeni cezaevini açmayı hedefliyoruz diye açıklama yapmış. Bugün Eylül’ün 6’sı. Sanırım artık sona gelindi ama şu andaki cezaevi binasında tutulan kişi sayısına bakıldığında, aslında yeni yerin de kapasiteyi kaldıramayacağını anlıyoruz. Bu bile aslında suçla mücadele etme konusunda ne kadar aciz bir noktada olduğumuzu kanıtlıyor. İmrenerek izlediğimiz pek çok ülke, cezaevlerini kapatmakla övünürken (suçlu sayısı azaldığı için), biz yeni cezaevi yapıyoruz ve bunu devletimize kazandıracağız diye müjdeli demeçler veriyoruz.

Son paylaşılan rakamlara göre, şu anda içeride 824 kişi bulunuyor. Bu rakamın büyük bir çoğunluğu yabancı ama bu bilgi oradaki barınma koşullarının göz ardı edilmesine neden olmamalı. Yine dün rastladığım bir haberde, kimi mahkûmların ibadetlerini yerine getirirken sorun yaşadıkları, ibadethane olan yerin koğuşa çevrildiği, kötü muameleye maruz bırakıldıkları gibi bilgiler aktarıldı. Bunlar bilmediğimiz hususlar değil, yıllardır yaşanan sorunların kangrenleşmiş hali.

Mevcut sorunlar sadece mekân değişikliği ile düzeltilemez. Hem yasal hem de kurumsal manada eksikliklerin giderilmesi gerekir. Yapılan şikâyetler, bağımsız bir denetleme mekanizmasına tabi tutulmalıdır. Fasıl 286 Cezaevleri Disiplin Yasası’na dayalı olarak hazırlanan Cezaevleri Tüzüğü’nde yer alan Cezaevi Danışma Kurulu, tamamı siyasi atamalardan oluşan bir yapıya sahip. Bu kurulun; mahkûmlar tarafından yapılan şikâyetleri dinlemek, binaların durumunu incelemek,  yardım ve tavsiyelerinin müdüre yardımcı olabileceği durumlarda müdürle iş birliği yapmak, bakanlar kurulunun emredeceği sürelerde araştırma yapmak ve bakanlar kurulunun gerekli göreceği raporları sunmak gibi görevleri var. Söz konusu sistemin yeniden ele alınması gerekiyor.  Bir kere devletin, özellikle işkence ve kötü muamele – barındırılma koşullarındaki hak ihlalleri alanlarında bağımsız bir kurul değil de yine devletin (ki siyasi atama ile getirilen) kendisi tarafından araştırmaya tabi tutulması sonucunda ne gibi bir raporun çıkacağını az çok tahmin edersiniz. Ki önceden az da olsa yapılan incelemelerde, onca sıkıntı mevcutken, cezaevinde herhangi bir problemin olmadığına dair raporlar hazırlandığını da biliyoruz.

Artık kafamızı kumdan çıkarmalı ve ceza adaletini gerçekleştirmek için, uluslararası standartları da gözeten bir denetleme mekanizmasını hayata geçirmemiz gerekir. Böylece insani koşullarda cezasını çeken kişiler, hak ihlaline maruz kalmış ve suç makinesi olarak değil, sağlıklı bir şekilde topluma geri dönebileceklerdir.

Mahkûm ve tutukluların yaşadığı sıkıntılara ek olarak gardiyanların da ciddi manada iş güvenliği ve özlük hakları konusunda eksiklikleri var. Ama bu noktalarda da elle tutulur bir ilerleme yoktur.

Karmaşa ve çözümsüzlükten beslenen hükümet edenler, sorunların ortadan kaldırılmasına değil daha da derinleşmesine neden oluyorlar. Zaten temsil ettiği toplumun iradesini teslim eden bir yapının ortaya koyabileceği performans da bunun ötesine geçemez. Toplumsal dönüşüm, emirleri yerine getirerek değil, inadına mücadele ederek gelir. Mücadele, hem kukla idarecilere hem de zaman zaman illüzyona kapılan kendimize yönelmelidir.