“Teşkilat El Kitabı…” 1

Sevgül Uludağ

MESARYA’DAN HATIRALAR…

Adadaki ölmüş, öldürülmüş, öldürüldükten sonra kuyuya atılmış tüm çobanlara…

 

DR. DERVİŞ ÖZER

Aslında böyle bir kitap yok. Ben uydurdum.

Bugün otururken, bu adada öldürülen yüzlerce çobanı düşündüm. Öldürülüp kuyulara atılan çobanları. Onların kalan koyunlarını, çocuklarını, topuzlarını, dağarcıklarını, dağarcıkları içindeki kamıştan yapılma kavallarını ve su kabağından su kabını. Ve dağarcıkları içindeki bir peşkire sarılı tuzlarını düşündüm. Kuyu başındaki hurma ağacından yapılma yalaklarını ve binyıllardır adada koyun bekleyen çobanların kullandığı jiboyilerini.

Eskiden, çocuklara belli bir yaşa gelince bakılırmış, köy meydanında güreş tutturulurmuş. Güçlü kuvvetli olanları çifte gönderirlermiş. Biraz daha zayıf olanları, sese kulağı yatkın olanları, iyi ıslık çalanları, sesi güçlü olanları, sürüye gönderirlermiş. Daha da zayıf olanları terzi yanına, çangar yanına gönderirlermiş. En kötülerini de okula gönderirlermiş, bir boka yaramadığı için. Belki okuyup kâtip olur ve zayıf haliyle üretilen arpanın, buğdayın, keçinin, koyunun hesabını tutar diye.

Sabana gönderilen, orağa gönderilen cabbar olurmuş, iki tane katırı baş edecek şekilde güçlü olurmuş. Biraz daha narini ve sesi güzel olanı da sürüye verirlermiş. Koyun tulumundan yapılma bir de dağarcığı sırtına vururlarmış, su kabağına da suyu koyup salarlarmış çobanın peşinden, koyunların arkasına. Ve tek işi de o olurmuş. Başlarda yüzlerce koyunun birbirinden farkı yoksa da zamanla her koyunun bir adı ve bir huyu olduğunu öğrenirmiş küçük çoban. Hastalıkları öğrenirmiş, onları sağaltmayı, sağmayı, doğurtmayı öğrenirmiş. Uzun zaman ovada kalırmış ve insandan çok koyunlarla konuşmayı öğrenirmiş. Bir koyunun bakışından ne dediğini anlarmış. Uzun yaz günlerinde sıcaktan, kışın da soğuktan korunmak için koyunların bacakları arasına girip uyurmuş.

Haa bir de çakari (çıngırak) yapmasını öğrenirmiş.  Yıllardan sonra her çakarinin ayrı bir ses verdiğini, bakır levhaya, her vurulan çekicin, çakarinin sesini güzelleştirdiğini öğrenirlermiş. En fazla tokmağı yiyen bakır levhanın en güzel sesi çıkardığını öğrenirler ve uzun kış gecelerinde geceler boyu bakır levha döverlermiş.  Her vurulan tokmakla, her bir koyun bir birinden ayırt edilirmiş. Yani kısaca her koyunun boynuna asılan çakarinin sesi ayrıymış ve her koyun yürüdüğünde ayrı bir ses çıkarırmış. Bir sürünün hareketinde çıkan ses cümbüşünde çıkan notasal sesin, çoban tarafından algılanışını düşünün. Ve bu çobandaki sesi algılayan kulağı. İşte böyle bir kulak istermiş çoban olmak

Sürü uzun yaz gecelerinde köyün etrafında konaklayınca, çoban koyunların arasında, kamıştan yapılma kavalı da çalınca, o koyun sürüsünün, o müziği dinlemesini ve arada çakarileri ile müziğe katılmaları kadar güzel bir ezgi daha yapılmamıştır bu adada. Hele bir de o yaz gecelerinde, ağustos böceklerinin ötmesiyle oluşan müziğe, yarasa ve baykuş seslerinin de katılmasıyla oluşan ses güzelliğini ancak ve ancak bu adada yaşayan bir çoban tanrı ve bir de bu adada yaşayan ölümlüler bilirdi.

Ve sonra uykuya geçilirdi. Bütün köylü işte bu sesle birlikte, harman yerlerinde, damlarda, bahçelerde uyurlardı. Çobanlar da uyurdu ama kulakları tek bir sese duyarlı bir şekilde,  çakari sesine. Ve duydukları bir çakari sesiyle hangi koyunun uyumadığını anlarlardı. Beş yüz tane koyunun boyunda beş yüz tane çakari ve hepsi ayrı bir ses çıkarır ve çoban bunu hangi koyuna taktığını bilir ve çıkan sesten hangi koyunun rahatsız olduğunu, hangi koyunun nereye gittiğini bilir ve hangi koyunun doğum yapacağını çakarinin sesinden anlardı. Ve onların derdini de anlarlardı. Hangisinin üzgün olduğunu bilirler ve onlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi.

Bir de bu koyunların sulandığı kuyular vardı. Mesarga ovasında suyun nereden çıkacağını bilip, elinde İngiliz ağacı dalıyla, ovaları gezip ağacın titrediği yerde taş koyup işaretleyerek, iki üç kişi beraber olarak günlerce, kısa kürek ve kısa gusbo (kazma) ile yaz sıcağında suyu bulana kadar kazılır ve yıkılmasın diye de eşeklerle dağdan taş getirip etrafı örülürdü.

DEVAM EDECEK