TENSEL YAKINLIK

Neşe Yaşın


Bulunduğumuz yerde değiliz artık. Her an her yerde olmamız mümkün ve bir yandan da müthiş bir cazibesi var bunun. Dünyanın herhangi bir köşesinde olup biteni bulunduğumuz köşecikten anında izleme şansına sahibiz. Yaşadığımız anı, mekânı, karşımızdaki insanı, gözümüzün önünde açılan manzarayı görmüyoruz çoğu zaman. Uzaklara kaçıp gidiyor; orada başka insanlarla bağlar kurup bulunduğumuz anı başka yerlere taşıyarak geri dönüyoruz. Bu belki bir süredir böyle ama gittikçe insanı daha çok içine çeken bir kara deliği de andırıyor biraz. Bunun dışında kalanlar oyundan kaçan çocuklar gibi… Biz oyuna o kadar dalmışız ki unutuyoruz onları. Arada gözümüze ilişiyorlar, birtakım garip yaratıklar olarak. Herkesin bildiği, özümseyip sürekli bir üste çıktığı bazı şeyleri bilmeyenler onlar. Biz parmaklarımızla konuşurken hala ağızlarıyla konuşmayı sürdürüyorlar. Neler kaçırdıklarının farkında değiller ama durdukları yerdeki sükûnet de eski, sıcak bir anıyı canlandırıyor sanki…

Bulunduğumuz yerde değiliz artık. Gül bahçesindeyken uzaklardaki yaralı insanlarla kanıyor, zulmü, dehşeti hissediyoruz. Şu an kimler acı çekmekte, kimler vur çalsın halinde onu izliyoruz. Bakarken kahroluyoruz; her türlü duygu taşınıyor bulunduğumuz yere. Öfke, şefkat, kırgınlık kıskançlık ve çağın mutasyonuna uğramış bazı daha değişik duygular…

İzlerken parçası olduğumuz durumlarla ilgili vicdan sızısı duyuyoruz kimi zaman, lokmalarımız boğazımıza dizilirken birden başkalarının keyifli sofraları da açılıyor önümüze… Bir tanrısal yolculuğu andırıyor bu… Her an her yerde olabilen, dünyanın her köşesine anında ulaşabilen birer Tanrı gibiyiz.

Bir türlü sakin olamayan, her an bulunduğu yerden kaçma, başka yerlere, başka durumlara yetişme telaşı içinde olan insanları gözlemliyorum bir süredir. Hiçbir şeyi sabitlemek mümkün değil sanki. Her şey her an değişme, başka bir boyuta geçme potansiyelini taşıyor. Yanımızda duranlar başkalarının yanına gidebilecek gibi her an. İnandıklarımız yeni bir bilgiyle yerle bir olma tehlikesi altında. Hiçbir şey tam olarak bizim değil, kalıcı olan çok az şey var…

Önümüze açılan bir pencerede en güvendiğimizin ihanetini izliyoruz. Bize doğru gelmekte olan birden araya giren başka bir cazibe odağına doğru yön değiştiriyor. Uzanan elimiz boşlukta kalıyor, yanan kalbimiz dökülen buzlu sularla sönüyor.

Bu gidişin, bu çılgın temponun cezbeden yanı, hayatı çoğaltmakta olduğumuza inanmamız. Her an pusudaki ölümlere kafa tutmamız. Sonsuz seçenekler içinde sersemlemiş haldeyiz ama… Tüketip atıyoruz. Yeni bir model eskisiyle olan gönül bağımızı sonlandırıveriyor anında.

Bütün bu kalabalıklaşmaya rağmen yalnızız hala. Kendi aygıtlarımız, kendi parmaklarımızla baş başayız. Her kavuşmanın bir ayrılığa doğru yol aldığını biliyoruz. Açan her mutluluk çiçeğinin yakında solabileceğinin, ya da birileri tarafından koparılıp götürüleceğinin ayırdındayız.

Bütün bunlara rağmen bizi başkalarıyla aynılaştıran derinden akan bir ırmağın parçası yapan bir şey var. Kimliklerin hapishanesini de zorlayan bir durum bu… Ortak kamusal alan, dil, etnisite gibi kimlik kurucular saydamlaşıyor. Ekranlarda birleşiyor dünya…

Uyandığımız her sabaha başkalarının sabahını da taşıyoruz. Önümüze açılan dünyaların bize sunduğu garip işaretler var. Bunları yanlış okumaktan, dışarıya düşmekten korkuyoruz. Daha önce korkmadığımız pek çok şeyden korkuyoruz artık.

Sahici bir sevginin, insan sıcaklığının, gözlerle, tenle, dokunuşlarla kurulan iletişimin yerini alamıyor bunların hiçbiri. Kalbe doğru akan sesin titreşiminin, bir sarılışla ısınan kanın akışının, bir öpücüğün sakinleştirici ıslaklığının yerini…

Hiçbir cümle bakışların söylediğini söyleyemiyor. Kalp çarpıntısının sesinden fazla bir şey anlatamıyor.

Sahici olanın sanalla imtihanında açık fark bir arayla öne çıkıyor insanın insana tensel yakınlığı…