Temmuz Sancısı

Yücel Vural

 

Tarihi olguları yorumlamak mümkündür ama onları olduklarından daha farklı göstermek, hatta onlara zıt anlamlar yüklemek çoğu zaman barış süreçlerine yardımcı olmuyor.

Tarihi olgulara keyfi anlamlar yükleyenler, bir ‘öteki’ yaratıp karşı cepheye yerleştirirler.

Böylece uzlaşmazlık ve düşmanca tutumların sürekli üretimi sağlanmış olur.

Bununla da yetinmeyip, toplumların birbirlerine karşı sağır ve dilsiz olmayı öğrenmelerini büyük bir marifet sayarlar.

Kıbrıs tarihinde böylesine zıt anlamlar yüklenen, uzlaşmazlığa ideolojik ve psikolojik temeller sunacak şekilde yansıtılan sayısız olgu vardır.

Enosis ve Taksim hedefleri, EOKA ve TMT örgütlerinin tarihsel işlevleri ve mücadele yöntemleri, 1957-58 ve 1963-64 toplumlararası çatışmaları en önemli olanlar arasındadır.

1974 Temmuz ayının ise farklı bir önemi vardır.

O Temmuz’dan sonra, hiç dinmeyen, tarihsel gerçekliklerin saptırılması nedeniyle devam eden bir sancı var.

Bu Kıbrıs’ın ve Kıbrıslı’nın sancısı.

O Temmuz ayında, etnik milliyetçilik adına söylenebilecek her söz, yapılabilecek her ‘kahramanlık’, toplu katliamlar da dahil, hepsi söylenmiş ve yapılmıştı.

O Temmuz ayında, Kıbrıslılar’ın çekmediği acı, yaşamadığı ekonomik yıkım, utanmaktan kaçınabileceği insani dram ve çaresizliğini haykıramadığı her türlü siyasal tükenmişlik kalmamıştır.

Ama olguları çarpıtma ya da  olduğundan farklı gösterme anlayışını ısrarla sürdürenler sahte umutlar yaratmaya devam etmek istiyor.

Şu 15 Temmuz’un arifesinde Makarios’un ‘Kıbrıs’taki Yunan subayları artık bir işgal ordusu durumundadır’ açıklamasını acaba kaç KıbrıslıRum bilmektedir?

Bu açıklamayı gizleyenler ya da onun önemini küçültenlerin tek amacı, o Temmuz ayında yaşananların sadece 20’sinde olup bitenler olduğunu dayatmaktır.

Bu açıklamanın ve içeriğinin gözlerden kaçırılması ya da 15 Temmuz darbesinin sadece ‘Yunan ulusuna  bir ihanet’ olarak sunulması tarihi saptırmakla eş anlamlıdır.

15 Temmuz bunun ötesinde toplumlararası barışa bir ihanettir.

Peki, uluslararası bir andlaşmanın verdiği yetki temelinde ‘Kıbrıs’ta anayasal düzeni yeniden tesis etmek amacı’nı ilan ederek 20 Temmuz’da askeri eyleme girişenlerin, ertesi günü ‘Irkımın Akdeniz’de bir Devamı Var’ türküsünü söylemeye başlamalarını ve bu anayasanın artık yok hükmünde olduğunu ilan etmelerini nasıl değerlendireceğiz?

Anlaşılan, gizlenmesi gereken şey bu kez 20 Temmuz’da yaşananlardı.

Tüm kötülüklerin 15 Temmuz’da başlayıp bittiğine inanılması isteniyordu!

Acaba kaç KıbrıslıTürk 20 Temmuz’un ‘açıklanan amacı’ ile ‘sonucu’ arasındaki tezadın farkındadır?

Eğer tarihi saptırmayacaksak, kullanacağımız ifadelere dikkat etmek zorundayız.

20 Temmuz, soğuk savaş koşullarında kurgulanmış bir süreçte, 15 Temmuz’un tetiklediği, amacı ile sonucu arasında kabul edilemeyecek büyüklükte çelişkiler barındıran bir savaştı.

Etnik ve dinsel kökenine bakılmaksızın tüm masumların zarar gördüğü bir savaş!

‘Kahramanlarının’ duygu ya da sevinçleri ne 15 ne de 20 Temmuz’un tarihsel anlamını değiştiremez.

Eğer, tarihsel gerçekleri saptırmaya kalkışmazsak, o Temmuz ayını bir çatışma ve uzlaşmazlık unsuru olmaktan çıkarabiliriz.

Sancı o zaman dinecektir.

Şimdi aslında tarihi gerçeklerle karşı karşıyayız.

Tüm geçmiş övünme, karşı tarafa ders bildirme, ceza verme ve dize getirme söylem ve eylemleri, bunları dile getiren ya da gerçekleştiren ‘kahramanlar’ın çırpınışına rağmen artık herkes açısından anlamını yitirmiştir.

Yani, hala kahramanlık peşinde olan birkaç maceraperest dışında kimse varılan sonuçtan memnun değil.

Barış ve istikrara olan ihtiyaç ise inadını sürdürmektedir.