“Tekke Bahçesi, bir toplumun yaşayabileceği en ağır travmalara sebep olmuş bir şehitliktir… Neden?”

Sevgül Uludağ

Harper ORHON

(Harper Orhon, geçtiğimiz günlerde sosyal medya sayfasında paylaştığı bir yazıda “Tekke Bahçesi, bir toplumun yaşayabileceği en ağır travmalara sebep olmuş bir şehitliktir… Neden?” diye yazıyor… Harper Orhon’un bu yazısını okurlarımızla paylaşıyoruz… S.U.)

“Kıbrıslıtürkler de, Kıbrıslırumlar da sivil insanları öldürüp kuyulara, toplu mezarlara attılar.  Sonuçta bu dünyada bu yaşananlar ne ilk oldu ne de son.

Ancak ben Türk’ün Türk’e yaptığına şaşıyorum.

Tekke Bahçesi, bir toplumun yaşayabileceği en ağır travmalara sebep olmuş bir şehitliktir.

Mesela babam 20 Temmuz’da görevi başında şehit olan mücahit komutanı. O şartlarda kendisinden başka dört kişi ile gömülüyor Tekke Bahçesi’ne.  Biz bu durumdan hiç şikayetçi olmadık. Mezarlar açılsın tek tek gömülsün de demedik. 

O dönemin yetkilileri geldiler bize ve dediler ki “Bu beş kişilik mezarları açıp tek tek gömeceğiz şehitleri.  Ecvet Komutan’ı nereye gömmemizi istersiniz?” dediler. Babamın ölümünün üzerinden 6 ay ya geçmiş, ya da geçmemişti.  Bize  bu mezarları açıp tek tek gömdüklerini söylediler, meğer yapmamışlar.

NEDEN bize yalan söylediler?

Şehitleri açamadık ayıramadık deseler bizim bir şey söyleyebilecek bir durumumuz yoktu.  Aynı kaderi paylaşmış diğer şehitler de bizim şehidimizdi, babamızdı  kardeşimizdi sonuçta.

13 Ocak 1964 Yılında Açıldı Ayvasıl daki toplu mezarlar.  Bu konudaki ayrıntılı bilgileri Sevgili Sevgül Uludağ’ın  “YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler…” başlıklı ve Eylül-Ekim 2007 tarihli yazılarından okuyabilirsiniz.

Bu toplu mezardan çıkan insanların hemen hemen hepsi kimliklendirildi. Ancak Tekke Bahçesi’ne bu insanlar “MEÇHUL” diyerek gömüldü.

NEDEN kimliği bilindiği halde bu yapıldı?  Neden bu insanların kimlikleri bilindiği halde bu liste bu şehitlerin ailelerinden saklandı. NEDEN?

1963’ün en efsanevi şehidi Hüseyin Ruso nasıl oluyor da Tekke Bahçesi’nde başkasının mezarında çıkıyor? Onu Tekke Bahçesi’ne gömenlerin Ruso’yu tanımaması mümkün değil. Ben Mesela Ruso Ortaokulu’nda okudum.  O okulda okuyan binlerce genç çocuk, “Ruso’nun Rumlar tarafından vurulup yok edildiği” söylendi bizlere aklımıza kazıdılar.  Her 21 Aralık’ta veya Okulun tarihini okuduğumuzda.

NEDEN  Ruso’yu sakladılar ailesinden ve Kaymaklılılar’dan?

Tüm bu travmaları bizlere yaşatılan,  bu kabuk tutmayan yarayı defalarca kazıdılar kalplerimizde ruhlarımızda.

Bunu yapan Rum değil Türk.

Bu canları alan Rumlar’dı. Rumlar’ın aşırı milliyetçi faşistleri.  Bir kez öldürdüler babalarımızı, evlatlarımızı, kardeşlerimizi. Bizlerden bu mezarları saklayan, başına gidip konuşamadığımız, bir dua edemediğimiz, okunmuş bir su dökemediğimiz  mezarına analarının gözyaşlarını esirgediğiniz bizleri  yanlış mezarlara gönderen, mezarlarını bildikleri halde bunları bizlerden saklayan Türkler  NEDEN BİZE BUNLARI YAPTINIZ? NEDEN YAPTINIZ ?

Her 20 Temmuz’da, her 21 Aralık’ta ve evladımızı babamızı son gördüğümüz o günde  ve diğer anma  günlerde,  her hatırladığımızda, her fotoğraflarına baktığımızda,  babamızı, dedemizi, kardeşimizi her andığımızda bizler ölmeye devam ettik.

Bir insan kaç kez ölür derseniz bir kayıp yakını her gün derim. Her anısı canlandığında şehidimizin, kayıp bedeni bulunamadığı sürece   her gün ölür ruhlarımız.

Peki ama NEDEN bunları bize yaptınız? NEDEN?”

Bir zamanlar Tekke Bahçesi... Foto Derviş Güryel

Bir zamanlar Tekke Bahçesi'nden görünüm... Foto Derviş Güryel


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR…

“Adnan Menderes’in kuyumcusu, Ordu Pazarı sahibi Diran Şen’in yaşadıkları…”

Hrant TOPAKİAN/YÜZLEŞME ATÖLYESİ

Güven Bayar, Adnan Menderes’in kuyumcusu, Ordu Pazarı sahibi Diran Şen’in yaşadıklarını, torunu Hrant Topakian’ın bir yazısıyla paylaştı. YÜZLEŞME ATÖLYESİ’nde yayımlanan yazı şöyle:

“Ordu Ermenilerinden Diran Şen’in dükkânı, Kapalıçarşı İç Bedesten’in Kuyumcular Bölümü’nde, hemen girişteki sağ köşede yer alırdı. “Ordu Pazarı” adıyla işlettiği bu küçük dükkân, kimi zaman büyük mağazalardan bile daha yoğun olurdu. Kuyumcular bölümündeki “Çarşı Karakolu” bile, esnaflar arasında bir anlaşmazlık çıktığında, arabulucu olarak Diran Şen’in devreye girmesini isterdi.

Hikayesini Diran Şen’i kızı Nadya’dan torunu Hrant Topakian’dan dinleyelim:

“Rahmetli dedem Diran Şen, Ermeni cemaatinin kanaat önderlerindendi. Dedem Başbakan Adnan Menderes’in kuyumcusu ve çok yakın dostuydu. Merhum Menderes İstanbul’a geldiğinde dedemin Tarabya Sümer Korusundaki evinde misafir edilirdi. Dedem aynı zamanda Kapalıçarşı Kuyumcular Cemiyeti Başkanlığının yanı sıra Yedikule Ermeni Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanıydı. 1960 darbesi sonrası, Başbakan Menderes ile aile dostlukları yüzünden Balmumcu Kışlasına götürüldü. Ortaköy’ün üst tarafında bulunan Balmumcu Kışlasında, Başbakan Menderes yüzünden uzun süre acımasızca hırpalandı ve işkence gördü. Eve sağ salim döndüğünde parmaklarında tırnak kalmamıştı. Kendisine başbakanın Kapalıçarşı’daki mağazasından satın aldırdığı yüzüklerin hesabı acımasızca soruldu. Dedem Karadenizliydi, Orduluydu ve mağazasının adı da Ordu Pazarı idi.”

“YALAN BEYAN İSTEDİLER…”

“Dedemden en çok istedikleri, “başbakanın mağazasından satın aldırdığı yüzükleri devlet kesesinden ödediğini” söylemesi ve bu yolda başbakanın aleyhine yazılmış bir ifade tutanağını imzalayıp yalancı şahitlik yapmayı kabul etmesiydi. Kendisi hazırlanan bu gibi iftiralar ve yalan beyanlarla dolu ifadeyi reddedip imzalamadığı için türlü türlü eziyetlerden geçirildi ve nihayetinde serbest bırakıldı. Dedem derdi ki “Menderes aileden çok zengindi, satın aldırdıklarını cebinden öderdi” bunu da yakinen biliyorum.

“6-7 EYLÜL OLAYLARI…”

“Oysa ki 6-7 Eylül olaylarında yaşananlar ve ödenen bedelleri babam şöyle anlatmıştı;

“Olayların başlangıcında ilk saldırının saat 19.00 sıralarında Pangaltı’da (şimdiki Ramada otelinin olduğu yerdeki) Haylayf Pastanesi’nde ve eş zamanlı olarak Beyoğlu’nda başgösterdiğidir. 6 Eylül akşamı başlayan ve yaklaşık dokuz saat süren olaylarda (aralarında iki Ortodoks papaz da olmak üzere) 15 Rum ve bir Ermeni vatandaş hayatını kaybetmiş, 32 Rum da ağır yaralanmış; ardından binlerce gayrimüslim göç etmek zorunda kalmıştı. Bu trajik gelişmeler üzerine sıkıyönetim ilan edilmişti. Babamın anlattıklarına göre “İstanbul’un bazı semtlerinden gökyüzüne dumanlar yükseliyordu. Şaşkın şaşkın evin yolunu tuttuğumuzda yağmaya gelenlerin ellerindeki aynı boy ve ebatta kesilmiş sopaları görmekteydim. Azınlıklara ait mağazaları hem yağmalıyor, hem de mallarını kaldırımlara taşıyıp yakıyorlardı. Ortalıkta ne yangınları söndürecek itfaiye ne kargaşayı önleyecek polis vardı.” Babam dayısı ile birlikte yardım çağırmak için Feriköy karakoluna gittiklerinde karakolun kapısına kilit vurulmuş olduğunu bana yıllar sonra anlatmıştır. Bu arada, evlerinin pencerelerine Türk bayrakları asanlar ile cesur Türk komşularının direnişleri tarafından korunanlar, canlarını ve mallarını kurtarabilmiştir.”

“YAKMA, YIKMA, ÖLDÜRME…”

“Dedemin erkek kardeşi Apraham Şen’in Taksim’de Amerikan arabaları satan bir oto galerisi vardı. Maalesef yağmadan nasibini aldı ve üzüntüsünden kanser oldu. Londra’da uzun yıllar kanser tedavisi gördü fakat benim doğduğum 1965 yılında hayatını kaybetti. İstanbul’da Rum, Ermeni ve Yahudilerin önceden işaretlenen ev, iş yeri, okul, ibadethane ve mezarlıklarına yönelik, ellerinde tek tip sopalarla, kazma, balta gibi kırıcı ve kesicilerle planlı bir uygulama başlatıldı. Yakma, yıkma, kırma, yağmalama, öldürme, yaralama ve tecavüzler derken, İstanbul’un üzerinden bir karabasan geçti. İstanbul alt üst oldu. Varoşlar şehre indi. Eylemlerin ardından yedi göbek Rumlar ülkeyi terk etti. İstanbul’un eşsiz kültür mozaiği 6/7 Eylül olaylarıyla yerle bir oldu. Şehir şehirlikten çıktı. Taşralaştı. Parlayan yangınlar etrafı sardı. 74 Rum Ortodoks kilisesinden 70’inde yangın çıktı. Meryem Ana ikonaları, yağ kandilleri, gümüş şamdanlar, buhurdanlıklar, haçlar, adak eşyaları, tasvirler, mozaikler, freskler tuz buz olup ortalığa saçıldı.”

(YÜZLEŞME ATÖLYESİ – Hrant TOPAKİAN – 5.7.2025)