TAŞLANAN ELMA AĞACI

Neşe Yaşın

İnce bir küçümseme vardır bazen. Karşındaki kafasındaki hiyerarşi basamaklarından birine yerleştirmiştir seni. Herhangi bir alanda olabilir bu; sınıfsal, fiziksel, yaşsal, yetenek ya da başarı gibi şeylerle ilgili. Dillendirilmemiştir ama hissedersin hemen. Bakışlardaki bir gölgedir kimi zaman bunun ip ucu, ya da beden dilindeki küçük işaretler. Şu veya bu nedenle altındasındır onun. Öylesine yaygın bir durumdur ki bu, hepimizde vardır. Hoşlanmasak, bizi huzursuz etse de vardır. Biraz da olmak zorundadır sanki. Kendi deneyimlerimden biliyorum. Bundan nefret ettiğim ve minimize etmeye çalıştığım için altında ezilmişimdir bu anti hiyerarşik tavrımın. İstismara açık hale getirmişimdir biraz da kendimi. Tevazu ile filan ilgisi yok bunun. Tevazu çoğu zaman tasarlanmış bir tutumdur. Hiyerarşiyi reddettiğin için birileri bunu takdir etmek yerine senin üstüne basıp manzaranın tadını çıkarmaya çalışır. Hiyerarşik modellere alışık toplumsal bünyenin yarattığın şaşırtıcı düzlükte bocalamasıdır belki de bu. Ezilmeye alışık olanın kendisine verdiğin aşırı değer ile ne yapacağını bilememesi. Takdir edilmek bir yana beklentiyi sonsuz yükselttiğin için bir öfke ve sonradan inkâr ve nefretle bile karşılaşman mümkündür. Sen ona bir biçimde eşit olduğunuz mesajını veriyorsundur ama görüntü farklıdır. Senin ayrıcalıklı konumun ayan beyan sırıtmaktadır. Sen böyle düşünsen bile çevre bunu onaylamamaktadır ve sen bunun keyfini sürmektesindir bir biçimde.

Eşitlik gibi bir durum yoktur aslında. Farklı bir açıdan bakıldığında hiçbir kimse diğerinin eşiti değildir. İyi ki de değildir. Farklılıklar ve biricikliktir güzel olan. Sen bir alanda başarılı iken bir başkası senin asla yapamayacağın başka bir şeyi becermektedir. Her insan bizim olamadığımız başka biridir. Fiziksel ve ruhsal olarak. Bazı insanlar bazı alanlarda öne çıkarlar. Hepsi bu.

Sıradan ve silik olmak da söz konusudur elbette. Çocukluğumda en özendiğim şey sıradanlıktı. Sıradan hayatlara büyük bir hayranlık duyardım. Utanç duymamak demekti bu benim için. Bağırtıları sokağa taşmayan bir ailem olsun isterdim. Tanımı kolay, kabul gören, sivrilmeyen bir varoluşu özler; okul kitaplarındaki gibi sıradan bir ailem olmasını dilerdim. Sıradan bir çocuğa âşık olmuştum kolej yıllarımda. Onun yoksul evinin romantizmi büyülerdi beni. Hiyerarşi talebi olmayan bir yerdi durduğu. Bir roman kahramanıydı benim için. Belki de “küçük adam” çevresinde dolanan bir edebiyatın izleyicisi olduğumdan. Biraz da reddedilme ihtimalini azaltmak demekti bu. Utancımdan üst basamaklara doğru bakamıyordum çünkü. Ezikliğim böylesi bir hayale izin veriyordu yalnızca. Herhangi biri olmak nasıl da rahatlatıcıydı. Görünmez olmak huzurlu bir durumdu. Hiçbir eleştirel bakışa, küçümseme ve kınamaya tabi olmadan dolaşabilirdin ortalıkta.

Dikkat çekmek de güzeldi elbette. Ama güzel özelliklerle dikkat çekmek. Bunu başarırdım kimi zaman. İşte bu başarı ve görünürlük durumu bir anda parıltısını yayar ve gözleri üstüme çevirirdi. İşte o an başlardı büyük tehlike. Derinlerimdeki utanç, içime doğru akan gözyaşlarım her an açığa çıkabilirdi. Kapısında dirençle durduğum o kapı bir açılsa ardındaki sefalet görülebilecekti.

Hepimiz bir onay bekliyoruz bu dünyadaki fiziksel ve ruhsal varlığımıza. Rahatsız eden bir yarışma ve kıyas ortamında bulunmak. Bazı insanlar en zor koşullarda kendilerinden öyle biri yaratmışlardır ki taktire şayandır bu. Kimileri ise çok az çaba harcayarak aynı noktaya gelmişlerdir.

Sürekli taşlanan bir elma ağacı olmak da hiç özenilesi bir durum değildir doğrusu. Yine de elmalar sunmuşsundur işte dünyaya. Belki bir çocuk sevgiyle bakar sana, kıpkırmızı elmalarını dişler.

Ne yaparsan yap ne kadar iyi olursan ol kimileri kıskançlığa tercüme edeceklerdir bunu. Bir tane kurtlu elman varsa onu dillendireceklerdir. Yılmamaktır en iyisi. Elmalarınla mutlu olan çocuğa, dolup taşan sepete bakmaktır doğru olan. Denize attığın iyilikler belki bir gün bir ödül olarak döner sana. Kim bilir?