“Tarihin intikamı…”

Sevgül Uludağ

Barış aktivisti, İşçi Demokrasisi liderlerinden Dinos Ayiomamatis yazdı

 

Kıbrıs’ın güneyinde en ilerici örgütlenmelerden birisi olan, henüz 1980’li yıllarda gerek Köfünye olaylarını, gerekse Muratağa-Atlılar-Sandallar’da EOKA-B’cilerin Kıbrıslıtürk kadınlar ve çocukları katliamını gündeme getirip tartıştıran İşçi Demokrasisi’nin liderlerinden, barış aktivisti Dinos Ayiomamatis, geçtiğimiz günlerde Lokmacı barikatında yapılan eylemi değerlendiren bir yazı kaleme aldı. “Tarihin intikamı” başlıklı bu yazıyı, özetle okurlarımız için Türkçeleştirdik.

İşçi Demokrasisi liderlerinden, aynı zamanda İki Toplumlu Barış İnsiyatifi – Birleşik Kıbrıs kurucularından Dinos Ayiomamatis özetle şöyle yazdı:

***  “Kadınlar Eve Dönüyor” hareketi 1980’li yıllarda ortaya çıkmıştı. Bunlar beyaz bayraklarla barikatlara ve ayrılık duvarlarına karşı barışçıl yürüyüşler düzenleyen bir kadın hareketiydi ve hedefleri de köylerine ve evlerine geri dönmelerine izin verilmesiydi. Bu hareket gösterileri esnasında pek çok kereler polisle, BM Barış Gücü askerleriyle, Kıbrıslıtürk polisi ve Türk ordusuyla karşı karşıya gelerek çatışmıştı. Bu kadınların pek çoğu itilmiş kakılmış, dövülmüş ve bazıları da Kıbrıslıtürk yetkililer tarafından hapse atılmıştı.

***  O günlerde gazeteler ve haber bültenleri bu olayları pozitif başlıklar ve yorumlarla duyuruyorlar ve kahramanca tanımlamalar ve hayranlıkla bu olayları anlatıyorlardı. Hareket, siyasi partilerin ve hükümetin onayını almıştı ve ayrıca Başpiskobos’un da iyi dileklerini ve desteğini almıştı…

***  Bu hareket başarısız oldu çünkü şöyle bir illüzyona sahipti: Kıbrıslıtürk kadınlar koşarak gelecek ve Türk ordusuna karşı kendileriyle birleşeceklerdi! Beyaz bayrak taşıyor olmalarının, barış ve yeniden yakınlaşma mesajı için yeterli olacağını sanmaktaydılar.

***  Kıbrıslıtürkler’in 1960’lardan 1974’e kadar yaşadıklarının ya farkında değillerdi ya da bunları görmezden gelir gibi yapıyorlardı… Makarios’un paramiliter güçlerinin eylemleri sonucunda yüzlerce Kıbrıslıtürk’ün öldürülmüş olmasını ve “kayıp” edilmiş olmasını görmezden geliyorlardı. Nüfusun yüzde 18’ini oluşturan Kıbrıslıtürkler’in, ada topraklarının yalnızca %4.8’lik bir bölümünde yıllarca Kıbrıslırum Ulusal Muhafızı ve Yunan ordusunun pratikte kuşatması altında yaşamak zorunda bırakıldıklarını görmezden gelmekteydiler.

***  Muratağa-Atlılar-Sandallar adlı üç Kıbrıslıtürk köyünde Kıbrıslırum mülliyetçilerin işlemiş oldukları korkunç suçlardan, tecavüzlerden, masum sivillerin katledilmiş olmasından veya 1974’te Dohni’deki katliamdan ya habersizdiler ya da görmezden gelirmiş gibi yapmaktaydılar.

***  Kıbrıs’ta sade yurttaşları bölen gerçek engellerin variller ya da dikenli teller olmadığının, her iki toplum tarafından meydana getirilmiş trajik geçmiş ve korkunç acılar nedeniyle insanların kafasında ve yüreğinde oluşmuş sınırlar olduğunu kavrayamamışlardı.

***  Bugün pek çok etkinlik ve mücadele ardından, bu duvarları bir dereceye kadar yıkabilmeyi başardık ve iki toplumlu bir hareket oluşturabildik. Her şeyi doğru düzgün biçimde tanımlayarak işe giriştik, sadece kendi tarafımıza uygun düşen gerçeği değil, tüm gerçeği ortaya koyarak, bunu söyleyerek işe giriştik.

*** Kıbrıs’taki savaşların bizim çıkarlarımıza değil, büyük güçlerin ve her iki taraftaki egemen sınıfların çıkarlarına hizmet ettiğini anlamaya başladık. Ve bu da, yeniden yakınlaşma hareketini oluşturmanın temeliydi. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak   Kıbrıs’taki savaşlarda her iki taraftan masum kurbanları birlikte anma toplantıları düzenledik. Silahlı çatışmalar ve savaş esnasında, zor koşullarda öteki taraftan insanların hayatlarını kurtarmış olanları onore ettik. Birlikte İki Toplumlu Barış İnsiyatifi-Birleşik Kıbrıs’ı kurduk ki buna her iki taraftan barış ve yeniden birleşme için mücadele eden onlarca sendika ve sivil toplum örgütü dahildi.

***  İki Toplumlu Kayıp Yakınları örgütü “Birlikte Başarabiliriz”i oluşturduk, her iki toplumdan kayıp yakınlarını bir araya getiriyor bu örgüt. İki Toplumlu Öğretmenler Platformu’nu kurduk ki bu örgütlenme de her iki tarafta okullara karşılıklı ziyaretler düzenliyor… İki Toplumlu Koro’yu kurduk – bu koro her iki tarafta çok yoğun biçimde çalışıyor ancak yalnızca adada değil, uluslar arası alanda da çalışıyor ve bu çalışmaların sonucunda barışa katkıları nedeniyle Hiroşima Uluslar arası Ödülü’yle onore edilmiştir.

***  Bugün artık kadınların 1980’li yıllarda başarısız olmuş oldukları bir gerçekliktir. Bugün artık Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler, ayırıcı sınır hatlarına karşı birlikte yürümekte, eylem yapmaktadırlar. Ancak bu kez barikatları kuran Türk ordusu değil, Anastasiadis hükümetidir. Ve bu barikatlar, yönetimin bu harekete karşı yanıtıdır aynı zamanda…

***  Bu hareket, kahramanvari manşeter yerine, ona savaş açmış olan hükümetin ve medyanın çok büyük öfkesiyle karşılaşmaktadır… Kovuşturmayla, tutuklamalar ve hapisle karşı karşıyadır. Anastasiadis hükümetinin polisinin gözyaşartıcı gazı ve biber gazıyla karşılanmaktadır.

***  Tarih, onu görmezden gelenlerden intikam almanın bir yolunu bulur her zaman… Ve bu öykü burada sona ermiyor… İki Cumartesi üst üste gösterilen direniş, daha şimdiden belgeselleştirilmiştir, kayda geçirilmiştir. İki Cumartesi boyunca Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler, bölünmüşlük ve milliyetçi nefret duvarlarını yıkmışlardır…  Hareketimize ne kadar çirkin saldırılar yaparlarsa yapsınlar, hükümet ne kadar çok faşist ülkücüyü bize karşı kışkırtırsa kışkırtsın, bize ne kadar biber gazı sıkarlarsa sıksınlar, biz hep ileriye doğru gideceğiz…

***  Barikatları kapalı tuttukları sürece, bizleri onlara karşı mücadele ederken bulacaklardır… Yeniden birleşme, barış ve işbirliği Cumartesileri diye tarihe yeni bir sayfa ekleyeceğiz… Tarihi günlerden geçiyoruz ve bu hareketi başarıya ulaştırmak, bizim sorumluluğumuzdadır…

***  Bu konu yalnızca bazı “barış ve yeniden birleştirme romantiklerini” ya da AKEL’in daha solundakilerini ilgilendirmez. Tüm solu ilgilendirir, özellikle de AKEL’i ilgilendirir ki bugüne kadarki tavrı pek çok destekçisini düşkırıklığına uğratmıştır. Yalnızca yoldaşça ve sözlü destek vermek ya da polise, protestocuları taciz etmeyi durdurmaları için biraz baskı uygulamak yetmez. Bu yeterli değildir…

(Dinos Ayimamitis’in Rumca yazısından google translate aracılığıyla İngilizce’ye, İngilizce’den de Türkçe’ye çeviren Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN – 16.3.2020)

 


Ertanç Hidayettin, hayallerinde yaşattığı Leymosun’dan hatıralarını kaleme aldı…

“Anladım, hayatmış mazinin adı…”

Yarım asırdır hayatını İngiltere’de sürdüren ve zaman zaman nostaljik yazılar da kaleme alan Ertanç Hidayettin arkadaşımız, Leymosun hatıralarını kaleme alıyor… Hayallerinde yaşattığı Leymosun’dan “Anladım, hayatmış mazinin adı” diye söz eden Hidayettin, barikatlar açıldıktan sonra Leymosun’a gitmekten çekinmiş… Bunun nedeni, orada düşkırıklığına uğramak istememesi…

 

“BELLEĞİMDEKİ GÜZEL ANILAR HİÇ SİLİNMEYECEK…”

Ertanç Hidayettin arkadaşımızın Kıbrıs Postası’nda haftada bir kaleme aldığı makaleler arasında 1 ve 15 Mart 2020 tarihlerinde yer alan yazılarından, Leymosun hatıralarını sizlerle paylaşmak istiyoruz… Ertanç Hidayettin, özetle şöyle yazıyor:

“Bu yıl İngiltere’de ellinci yılım. Dile kolay. Tam yarım asır.

Yaşamımın sadece 17 kusur yılını Kıbrıs’ta geçirdim.

Yani kendimi 5 yaşında bilmeye başladığımı farzedersek adada sadece 12 kusur yılım geçti.

Buna rağmen o yıllara ait belleğimdeki o güzel anılar hiç silinmedi, ne de silinecek.

İşte bu anılara değineceğim birkaç yazımda. Önceden yazdığım nostaljik yazılardan da yararlanarak.

Kıbrıslılar geçmişte çok acılar çekti. Savaşlar yaşadı, ölümler gördü.

Ama o eski yıllar aynı zamanda birçok güzelliklere de imza attı.

O yıllarda tüm yoksulluk, olumsuzluk ve acılara rağmen değerlerimize sımsıkı bağlı idik.

İnsan ilişkileri, toplumsal dayanışma bir başka güzeldi.

Lefke, Lefkoşa, Limasol şehirlerinde geçen 17 yılımdan bazı anılardır anlatacaklarım. Sırasıyla Lefkoşa, Limasol, Lefke ve tekrar Lefkoşa’ya döneceğim. Siz okurlarım anlayacaksınız nerede olduğumu.

 

“TABAK TABAK KREMALI MAHALLEBİLER…”

Evet, belleğimden silinmeyen bazı anılar neler? Şunlar:

Mahallemizdeki Yeşilada Anaokuluna başladığım heyecan dolu o ilk gün.

Kitap sevgisinin bana aşılandığı bu sıcak yuvada geçen doyumsuz günler.

Afet abanın şen kahkahası. Evimizin karşısındaki Ebe Pervin abanın kliniğine doluşan mahalle kadınlarının gün boyu süren sohbetleri.

Komşumuz Nihal teyzenin benim için yaptığı çok sevdiğim tabak tabak kremalı mahallebileri mideye indirmem.

Paşa dayının Dodge arabasına doluşup Rum kesimindeki “Çukulalara” gitmemiz, orada yaşadığımız heyecan dolu anlar.

Minderde otururken kapının çalınması, açtığımda güleryüzlü Hüseyin Kanatlı’nın bir yarışmayı kazandığım müjdesi verip beni Bayrak Radyousu’na çağırması.

 

“TAHSİN’İN EVİNDE BONANZA VE LASSİE’Yİ SEYRETMEMİZ…”

Mahallede tek televizyonları olan karşı komşumuz, çocukluk arkadaşım Tahsin’in (Ertuğruloğlu) evinde Lassie, Daktari, Bonanza dizi filmleri, Norman Wisdom komedilerini zevkle izlememiz.

Çocuk bahçesinin kum havuzunda saatlerce oynamamız, tahtaravelli ve salıncaklarda çılgın kahkahalarla eğlenmemiz.

Işıklarda yürürken Ahmet Mehmet Dubara’nın nutuklarından korkup sımsıkı annemin eline sarılmam.

Dondurmacı Kartal, Yoğurtcu Musa, ve diğer sokak satıcılarının müşteri toplamak için bağrışmaları.

Sinema tellallarının o akşamki filmleri reklam eden “Dikkat, dikkat, bu akşam bu sinemada…..” diye bağrışmaları.

Sandövicci Talat abinin Tahsin’lerin evinin altındaki kiralık dükkanında günün hazırlığını yapmasını karşıdan zevkle izlemem. Oğlu arkadaşım Kemal’la sohbetlerimiz.

 

“CON KAHVE’DEN SAVRULAN KAHVE KOKUSU…”

Beyazın fırına bıraktığımız, öğleyin pişince arayıp zevkle yediğimiz tavuklu patates kebabı.

Tekke Bahçesi’nden sağa dönünce Con Kahve’nin yapıldığı dükkandan savrulan kahve kokusu.

Kuğulu Park’ta Ahmet Becerikli ve arkadaşlarının, Mücahitler Gazinosu’nda Fırtınalar grubunun müziği eşliğinde eğlenceler.

Zafer Sineması’nda Bayraktar Ortaokulu müzik orkestrası konserinde melodikamla yer almam.

Aynı sinemada izlediğim Erkin Koray konseri.

İşte böyle sevgili okurlarım. Kendimi frenlemezsem bu yazı sayfalarca sürecek…

 

Anladım hayatmış mazinin adı

Yıllara karışan her şey ses verir

Hasretle doludur geçmişin yadı

Mazinin elemi bile tatlıdır

 

Nazım Hikmet (Mazi şiirinden)

 

“NOSTALJİ BİZİ DAHA ÇOK İNSANLAŞTIRIR…”

Onbeş yıl öncesine kadar nostaljinin birçok psikologlar tarafından sağlığımız için iyi bir şey olmadığını savunduklarını biliyor muydunuz?

Bu alanda uzman olmasam da nostalji belki de melankoliye dönüşürse, haklı olabilirlerdi diye düşünüyorum.

Neyse son yıllarda özellikle Southampton Üniversitesi görevlisi Professör Dr. Constantin Sedikides’in sosyal ve kimlik psikolojisi alanlarında yaptığı öncü çalışmalar sayesinde bu görüş değişti.

Oh be derin bir nefes aldım. Sağolasın sevgili Sedikides.

Dr. Sedikides “nostalji bizi daha çok insanlaştırır” diyor. Yaptığı çalışmalar aynı zamanda nostalji yaparak can sıkıntısı, yalnızlık ve endişe gibi duygularla mücadele edebileceğimizi gösteriyor.

Kısacası sevgili izleyiciler nostalji yapmak olumlu bir şeydir. Tam da şu an yaşadığımız Corono Virüsü belasına panzehir olacak nitelikte.

Öyleyse sevgili okurlarım, bıraktığım yerden devam ederek nostaljik anılarımdan bahsedeceğim.

Limasol’da, çok özür dilerim Ersoy abiciğim, Leymosun’da yaşadığım az sayıda zaman dilimi o şehri, o şehirlileri çok sevmeme neden oldu.

Geçen yaz ayında kaybettiğimiz değerli abim Ersoy Mithat çok kızardı bana Limasol dediğimde.

O yıllar üzerine güneş batmayan İngiliz İmparatorluğunun Kıbrıs sömürgeciliği sonlanmak üzereydi.

Sedat Simavi İlkokulu’na başlama yaşım geldiğinden babam beni kaldığım Lefkoşa’dan alıp diğer aile fertlerimin yerleştiği Leymosun’a götürmeye gelmişti.

 

LEYMOSUN HATIRALARI…

İşte o günden başlayan Leymosun anılarımla ilgili belleğimde kalanlar:

O günlerin şartlarına göre lüks, kırmızı Lozan otobüsü ile Leymosun’a ilk kez giderken geride bıraktığım nenem ve teyzelerim için döktüğüm gözyaşları.

Bir taraftan da annem ve kardeşlerime kavuşacağım için hissettiğim mutluluk.

İsmet Paşa Caddesi, Cümbezli Bahçedeki şirin, tek katlı evimiz.

Ev sahibimiz Engin abla, annesi Şaziye Abla, teyzesi Havva abla, onların çocukları Salahi, Zafer, Selçuk ile kurduğumuz aile sıcaklığındaki ilişkiler.

Deniz kenarındaki Halkevine ailece yaptığımız geziler, dondurma sefaları.

Evimizin yakınlarındaki kilise yıkıntılarında saatin farkında olmadan hayal gücü yüksek oyunlarımız.

Arkadaşlarım arasında olan ve bana ve diğer çocuklara duyarlılığı öğreten işitme engelli kız.

Lefkoşa’dan bir düğün için bizi ziyarete gelen aile dostlarımızla Ermiya Efendi’nin sinemasına toplu ziyaretimiz.

O gün gördüğümüz Türkçe filmin bir yerinde çalınan Four Tops’un “Reach Out, I’ll be There” isimli henüz belleğimden çıkmayan şarkısı.

Kırmızı bereliler denilen gaddar İngiliz askerlerinin uzaktan geldiğini görerek çil yavrusu gibi evlerimize dağılmamız.

Askerler gidince kalınan yerden tüm mahallelinin duvar sineması seyrine devamı.

Sedat Simavi İlkokulu’na başladığım ilk gün. Dünyalar iyisi gencecik öğretmenim Gülbahar hocanımın güler yüzü.

Ailece BBC World Service’in 9 haberlerini dinlememiz. Haberlerin başlayacağını duyuran halen unutamadığım fon müziği

Polis babamın eşkiya Mida’yı takip serüvenlerini zevkle olduğu kadar korku ile dinlememiz.

Leymosun ile Lefke arasında bizi otobüsü ile taşıyan muazzam insan, şöför Solomo’nun güler yüzü.

Evimizin önünde oynadığımız aşık, beştaş, pilaka oyunlarının müthiş tadı.

 

“LEYMOSUN HAYALLERİMDE KALSIN…”

İşte böyle sevgili okurlar. Leymosun anılarımın küçücük bir kısmı da böyle.

Yaşamımın küçücük bir bölümünü geçirdiğim bu şehri kapılar açılınca ziyaret etmeyi çok istedim ama sonradan vazgeçtim.

Duydum ki gidenler büyük hayal kırıklığına uğramışlar, aradıkları eski yaşamlarının izlerini bulamadıklarından.

Aynı hisleri yaşamak istemedim. İstedim ki Leymosun hayallerimde yukarıda anlattığım gibi kalsın.

(KIBRIS POSTASI – Ertanç HİDAYETTİN – 1/15.3.2020)