‘Tabutlar’ı yazmak

Sami Özuslu

 

Uzun soluklu bir çalışmanın sonunda ‘Uçakla Gelen 6 Tabut’ nihayet çıktı.
Bir ‘belgesel film’ hedefiyle yola koyulmuştum aslında, ama ilk etapta kitap formatında bir ürün çıktı ortaya…
Yıllardır ‘birşeyler yapmalıyım’ diye kendi kendime söz verdiğim bir konuydu demokrasi şehitleri…
Kulaktan kulağa anlatılan, ancak derli toplu bir yerde toparlanmamış bilgiler, belgeler, anılar vardı.
1976’dan 1979’a kadar Türkiye’de siyasi cinayetlere kurban giden Kıbrıslı öğrenciler Özer Elmas, Mehmet Ömer, Muharrem Özdemir, Ercan Turgut, Mustafa Ertan ve Sadık Cemil’in anılarını yaşatacak bir eser ortaya koymaktı niyetim…
**
1974’teki savaştan yeni çıkmış, travmalar yaşamış Kıbrıs Türk Toplumu, bu sefer bir başka travmayla karşı karşıyaydı.
Savaş sırasında şehitler veren, göç eden, evini-barkını yitiren, geçmişinden koparılan toplum, Türkiye’den gelmeye başlayan tabutlarla yeni bir kabus yaşıyordu sanki…
Bizim nesil o günleri sadece ‘çocuk aklıyla’ anımsayabiliyor.
Daha büyük kuşaklar ise peşi sıra gelen altı tabutun yarattığı travmaları birebir yaşamıştı.
Öldürülen üniversite öğrencilerinin aileleri, dostları, yakınları en fazla etkilenen kesimdi şüphesiz…
Evlatlarını okumak için Türkiye’ye göndermişler, ancak adaya tabutların içinde dönebilmişlerdi!..
Tarifi olmayan bir acıydı bu…
**
Ancak altı gencin başına gelenler sadece ailelerinin ve yakınlarının hayatını karartmadı.
Aynı zamanda yığınla insan o dönemde okulunu yarım bıraktı, birçok aile uzun süre çocuklarını Türkiye’ye tahsile göndermedi, hatta birçok genç sırf bu yüzden Kıbrıs’ı terk etti, başka ülkelere göçtü.
‘Uçakla gelen 6 Tabut’lar Kıbrıs’ta yaşayan herkesin yaşamından bir şeyleri aldı, götürdü.
Öldürülen altı gençle ilgili binlerce insanın hafızasında anılar vardır.
Kimileri Türkiye’den gelen tabutları karşılamıştır havaalanında, kimileri her biri mitinge dönüşen cenaze törenlerine katılmıştır, kimileri lise müdüründen bu yüzden ceza almıştır…
12 Eylül’ün koşullarını hazırlayan ‘derin devlet’ ve işbirlikçilerinin planlı hamleleriyle Türkiye’de oluşan kaos ortamından Kıbrıslı Türkler de nasibini almış, ömrünün baharında altı genci yitirmişti.
**
Bundan 15 yıl kadar önce sevgili Tamer Öncül ve Öntaç Düzgün’ün hazırladığı, önce Yenidüzen’de dizi olarak çıkan ve sonunda zenginleşerek kitaba dönüşen ‘Kıbrıs Türk Yüksek Öğrenim Gençliği Hareketleri’ kitabından aldığım bilgi ve cesaretin de katkısıyla giriştiğim serüvende çok belge ve bilgiye ulaştım.
Ancak biliyorum ki yazılanların ve kitaba giren belgelerin en az 10 katı daha bilgi, anı, belge vardır.
Onları da ilk hedefim olan ama henüz başaramadığım ‘belgesel film’de toparlayabilmeyi umuyorum.
Arşivinde bilgi ve belge olanların bu konuda katkılarını bekliyorum.
**
Kitabın adına gelince…
Genelde yazılara, programlara isim bulmakta zorlanmam. Bu sefer tam tersi oldu.
Yaklaşık 15 ay önce yazdığım ve kitaba büyük orada giren metnin başlığını defalarca değiştirdim.
Hep bir yanı eksik kalıyor, altı gencin yaşadıklarını ve onları kaybedenlerin hislerini tam anlatamıyordu hiçbiri…
Sonunda ‘Uçakla Gelen 6 Tabut’ isminde karar kıldım.
Çünkü işin özü buydu!
Demokrasi kavgası, devrimci mücadele, inançlar, ilkeler, evet…
Hepsi doğruydu altı genç için…
Ama çocuklarını okumaya yollayan analar, babalar, kardeşler, yakınlar, komşular için sonuç değişmiyordu.
Uçak gelmiş, bir tabut getirmişti.
Ve sonra bir daha, bir daha…
**
Bu ülkede ve dünyada ‘güzel günler’ hayal ederken kalleşçe öldürülen ve çok sevdikleri Kıbrıs’a ancak tabutla dönebilen, hiç tanıma fırsatı bulamadığım Özer Elmas, Mehmet Ömer, Muharrem Özdemir, Ercan Turgut, Mustafa Ertan ve Sadık Cemil’i saygıyla anıyorum.
İsimlerinin ve mücadelelerinin daha yaygın biçimde yaşatılmasına bir damlacık katkım olursa, bundan onur duyarım.
Kitabın adı ve içeriğiyle aileleri başta olmak üzere, sevenlerini üzmüşsem de, peşinen özür dilerim.
İnanın ki ‘uçakla gelen tabutlar’ı yazmak beni de çok derinden yaraladı.
Ağzından vurulup öldü diye ormanda bırakılan, ama hayata tutunmayı başaran ve ‘uçakla gelen 7’nci tabut’un içindeki isim olmaktan şans eseri kurtulan Ülmen Aygın’ın kitapta yer verdiğim röportajında dediği gibi ‘bu bir görev’di. Onların adını, anısını yaşatmak için kendi kendime üstlendiğim bir görev…
Ve bazı görevler ne yazık ki acıtıyor, kanatıyor insanı…
Maalesef…