Maliye Bakanı Ersin Tatar ile dün Günün Getirdikleri’nde buluştuk.
Ağırlıklı olarak KIB-TEK ve özelleştirilmesi üzerine geçse de sohbetimiz, yaptığı açıklamalar arasında en dikkat çekicilerden biri, Türkiye’den gelecek olan suyun dağıtımının da bir özel şirkete verilmesi gerektiğiydi.
Bu aslında yeni bir bilgi değil.
Bu konuda daha su projesinin en başında, geçtiğimiz yıl Türkiye Büyükelçiliği yetkililerinin belediyelerle bu konuyu tartıştığını yine bu köşede yazmıştım.
Hatta bu konuda dağıtıma talip şirketlerin isimleri bile konuşulmaya başlandı.
Ancak bir hükümet yetkilisi ilk kez bu konuda bu kadar açıklıkla konuşuyor.
Şimdilik henüz hayata geçmemiş bir projenin ardındaki olası gelişmeleri çok düşünmüyoruz.
Zaten gündemimiz bu kadar yoğunken, yarına ilişkin projeksiyonlarımız da zayıflıyor.
Ancak Türkiye’den gelecek olan su ve buna bağlı geliştirilecek elektrik projesini önemsiyorum.
Bu konuda hemen hiçbir partinin ciddi bir siyaset geliştirmemiş olmasından da endişe duyuyorum.
Zira, önceden açıkça görülen birçok şey, bizim irademiz dışında hayata geçerken sadece söylenmek dışında bir şey yapmak için çok geç kalmış oluyoruz.
Su ve elektrik bütün ülkeler ve devletler için stratejik öneme sahip.
Ve siz bir devlet olarak, elektriğinizi üretemiyor, bunu yönetemiyorsanız, suda, ulaşımda, limanlarda söz hakkına sahip olamıyorsanız geriye ne kalır?
Aslına bakarsanız biz zaten ekonomi yönetimine de sahip değiliz.
Nüfusumuzu kontrol edemiyor, kendi politikalarımızı geliştiremiyoruz.
Ve önümüzdeki dönem, projelerine bakılırsa ortaya çıkacak olan disiplin ekonomik bağımsızlık kazanmak ya da tam anlamıyla bir devlet olmak yerine, mevcut bağımlılığımızın daha da derinleşeceği açık.
Hal böyle olunca, bundan sonra alternatif siyaset üreteceklerin, aslında bir devlet yaratmanın yollarını keşfetmeleri gerekiyor.
Bağımsız ve kendi iradesine sahip bir devlet…
Kendi ekonomisini yönetebilen, kurumsallaşmış ve kendi ayakları üzerinde duran, üreten bir devlet yapısı.
Ve belli ki bu beklenen çözümle değil, şimdiden geliştirilecek olan politikalar ve Türkiye’den alınacak bağımsızlıkla olacak.
Türkiye’nin mevcut siyasi atmosferi ilginç bir süreç yaşıyor. Bir taraftan askeri vesayette kurtulma mücadelesi verilirken, bu muhafazakar bir siyasi diktatörlüğe dönüştürülüyor.
Bir TV dizisinin senaryosu bile, mevcut siyasi görüşün meselesi haline gelip, buna müdahale edilebiliyor.
Bunun için yasa tasarıları hazırlanabiliyor.
Üstelik artık Türkiye’de süreç, özellikle bir yasak konulmadan da kendi doğallığında bir oto yasaklar listesinin uzayıp gitmesine sebep oluyor.
Senarist senaryosunu değiştiriyor, gazeteci haberini, yazar ifadelerini...
Ve bu liste böyle uzayıp gidiyor.
Yasak konulmadan da kendi doğallığında baskı mekanizması çalışıyor.
İçinde bulunduğumuz süreç kritik…
Genellikle böylesi dönemler siyasetleri de toplumları da etkisizleştiren bir özelliğe sahiptir. Bunu fazlasıyla hissedilir bir şekilde biz de yaşıyoruz.
Gelecek projeksiyonları ortaya koyan bütünlüklü politikalar üretilemediği sürece de, sadece bir iktidar mücadelesi ya da oy artırma kavgası peşinde, mevcut ve gelecek sorunlara çözüm bulmak zor.
Ve şimdilik heyecanlanacak kadar gerekçemiz yok ne yazık ki…