SÖZ CENGAVERLERİ

Neşe Yaşın

Bazen neden çok az insanla görüştüğümü, pek çok mekâna adım atmadığımı, kendimi bazı ortamlardan soyutladığımı unutuyorum. Koruma altına aldığım hayatımın sınırları ihlal edilince afallıyorum bu yüzden. Geçenlerde normalde hiç de sohbet istemeyeceğim biriyle karşılaştım. Mecburi bir karşılaşmada geçen konuşma (sohbetten çok monolog) sersemletti beni. Hayatta böyle bir yaklaşım, böyle bir iletişim garabeti olduğunu unutmuşum. Bir yargı oluşturur ve onun üzerinden bazı insanları suçlarsın. Tepeden bir tavırla, ezici bir ses tonuyla yaparsın bunu. Sürekli saldırı halindesindir. Öfke ve nefret gizlidir sözcüklerinin ardında. Konuşurken gerçeğin sahibi senmişsin gibi davranırsın. Kodlarsın, kategorize edersin, aforoz edersin…  Bunu her gün bazı politikacıların demeçlerinde görmüyor musun diyeceksiniz ama ben onlarla sohbet etmiyorum ki. Bir de karşıdakinin gizlemeye çalıştığı nefretini, kafasında gizli sana dair anlatıyı görmek de ürkütücü.  Bu insanın başka ortamlarda seninle ilgili nasıl cümleler kurduğunu tahmin edersin.

Sosyal Medyada da böylesi platformlardan uzaktayım. Yazılanları okuyorum ama bir sosyolog, bir antropolog gibi daha çok da. Yani aynı masa etrafında başkalarının da huzurunu kaçırmamak ya da gerilimi tırmandırmamak için bir kibarlık içinde oturmak farklı. Bunu çok yaşadım geçmişte ama bir süredir böyle durumlardan uzak tutuyordum kendimi. Böylesi ortamlarda konuşmaya katılmayıp sessizce bir köşede otursan bile olumsuz enerjiyi yükleniyorsun; dahası suçlanan, kodlanan, karalanan insanları savunuya geçmemen seni bir biçimde suç ortağı yapıyor.

Bir zamanlar ben de girerdim böyleleriyle savaşlara. Salvoları savuşturur, zekice cevaplar verir, köşeye sıkıştırırdım. Sonradan bunu yapmaktan pek de keyif almadığımı fark ettim.

Beni esas şaşırtan zamanın, dünyadaki değişimin, bilgi birikiminin, günümüzdeki atmosferin bazı insanlar üzerinde hiç etkisinin olmaması. Belki de mesele paradigmayla ilgili. Paradigmayı değiştirmediğin sürece aynı döngünün içinde debelenip duruyorsun.

Bazen bu duruş bir aidiyet ve kimlik meselesi haline gelebiliyor. Üslubun seni taraf yapıyor ve taraf olmak hayatta bir yer sunuyor sana. Sürüye dahil olmak değil sözünü ettiğim. Birlikte hareket ettiğin grubun iktidarına da gelebilir ya da sivrilen bir elemanı olabilirsin ama özgür bir birey olman mümkün değil.

Bana esas ürkütücü gelen coğrafyamızı saran yıkıcı konuşmaların uğultusunu işitmem birden. Dinlerken içerik değil de konuşmanın üslubu ve yönteme dair itiraz etmek geçti daha çokta içimden.

Birilerinin bizden çok farklı düşünmesi, çok farklı bir yaklaşım içinde olması memnuniyet vericidir aslında. Kendi görüşünüzü sınar, sizin farkında olmadığınız bazı yanları anlamaya çalışırsınız. Mesele bunun nasıl ifade edildiğinde… Bazı insanlar tartışma ya da itiraz için olanak vermiyor zaten. Kendi görüşünü dayatmaktan da öte bir şey var burada. Başkaları adına, onların niyetlerini saptayarak konuşuyor. Tamamen yanlış, kısmen yanlış ya da doğruluğu şaibeli bilgiler üstüne inşa ediyor konuşmasını. Saldırıyor, karalıyor, lanetliyor, kategorize ediyor, sataşıp dalga geçiyor.

Dışarıda böyle bir dünya var ve ben bana benzeyen arkadaşlarımla mutlu mesut zamanlar geçiriyorum sanki diye düşündüm bu karşılaşma sonrasında. Tam da tatil duygusuna geçmişken böyle bir durum yaşamak biraz tatsızdı. Ardından güzel arkadaşlarımla buluşup ruhumdaki ağırlığı attım tabii…

Hayatta bir biçimde adaletin yerine geleceğine inandım hep. Buna inanmasam bu dünya çekilmez olurdu zaten. Yalanın mumu bir gün sönecektir; hakikat galip gelecektir diye düşündüğüm için katlanabiliyorum bu dünyaya.

Adalet duygusu ve empati ile davrananlar bir gün elbet değiştirecektir bu dünyayı.