SÖYLE ONLARA

Cenk Mutluyakalı

 

“Bizim ne suçumuz var abi” dedi, genç adam.
İki Kıbrıslı Rum gazeteci vardı yanımda ve bir lokantada, duvardaki fotoğrafa bakıyorduk.
Bir yanda Anastasiadis duruyordu, hemen yanında Akıncı…
Boyunlarına yaseminler asılmıştı.
Duvarda “mutluydular”.
Yıkılmamışken henüz “duvarlar.”

*  *  *

Bu ülkede hüzünler astık boynumuza.
Yalnızlıklar astık, yarıda kalmış…
Umutlar astık, sonunu getiremeden…
Yurtsuzluklar astık...
Kimiz, neyiz, neredeyiz bilemeden...
Bir kuşak “kurşun”lardan kolye yaptı...
Bir başka kuşak, dikenli tellerden...
Hiçbiri yaseminler kadar güzel olmadı.

*  *  *

“Bizim ne suçumuz var” dedi genç adam, “Lütfen şu Kıbrıslı Rum gazetecilere söyle, güneye geçince bunu da yazsınlar…”
Derdi büyüktü.
Ve haklıydı aslında…

* *  *

“Babamı anlarım, Türkiyeli, orada doğdu, geldi Kıbrıs’a anamla evlendi. O’na kimlik vermiyorlar anlarım, peki bizim ne suçumu var” dedi yeniden.
Bu kaçıncı aynı cümleydi:
Bizim ne suçumuz var?
Dört kardeştiler.
“Kıbrıs’ta doğduk, burada büyüdük, biz Türkiye’ye gitsek yolumuzu bulmayız, bilmeyiz. Şimdi bize kimlik vermiyorlar. Çocuklarımıza vermiyorlar. Bu kaçıncı kuşak? Ne zaman Kıbrıslı olacağız. Biz nereliyiz. Biz buralıyız, söyle onlara…”
Böyle binlercesi, belki on binlercesi vardı.

*  *  *

Tam bir aptallık yaptıkları, yurda ihanet!
Bu insanların Kıbrıs’la bağını kopartıyorlar.
Baksanıza, “KKTC” pasaportu çam fidesi gibi dağıtılıyor orta yerde!
Külahta leblebi gibi dağıtıyorlar!
Ama insanların derdi Kıbrıs Cumhuriyeti kimliği, pasaportu, belgesi.
“Gerçek” bir kimlik istiyorlar.
Dünyayı istiyorlar.
Ve evet, hakları…

*  *  *

“Söyle onlara” dedi…
Söyledim...
Yüzüme baktılar, marazla, şaşkınlıkla...
“Kıbrıs sorunu bu” der gibisinden...
Ve kim bilir kaç yurttaşlık daha verildi dün…
Lokmacı’daki ‘Adidas’lar, Surlariçi’ndeki ‘Puma’lar gibi!