Sosyal medya göçleri ve dijital gettolar

Hasan Yıkıcı

Geçtiğimiz haftalarda sosyal medya dünyasında iki önemli olay gerçekleşti. Her iki olay da dijital iletişim alanında bundan sonra yaşanacakları belirleyecek nitelikte.

***

Bunlardan ilki ABD’deki kongre binasının Trump taraftarı 21.yy faşist gruplarınca basılmasının ardından cereyan etti. Olaylar patlak verdikten kısa süre sonra Trump’ın Twitter hesabı önce süreli, ardından ise süresiz askıya alındı. (Trump öznelide bu durum “ifade özgürlüğüne karşı olanların ifade özgürlüğü yoktur” bağlamında değerlendirilebilir. Ki öznel olarak söz konusu kapama meşru bir zeminde karşılık buldu. Fakat sosyal medyada kimseye veya herhangi bir kuruma danışmadan, yöneticiler tarafından herhangi birin hesabının kapatılabileceğine şahit olduk. Bunun yaratacağı ciddi sorunları düşünmekte fayda var).

Fakat söz konusu grupların harekete geçme meselesi bildiğimiz Facebook, Twitter gibi sosyal medya mecralarında gelişmedi. ABD’de kongre baskını tüm ülke kamuoyunu şaşırttı. Beklenmedik bir gelişme olarak basına yansıdı. Fakat Trump taraftarları haftalar öncesinde bu işi organizasyonunu şekillendirdiler. Hem de sosyal medyadan. Fakat artık ana akım haline gelen Facebook veya Twitter gibi platformlardan değil. Bir süreden beridir ABD’de özellikle radikal sağ grupların kullandığı Parler, Gap gibi sosyal medya iletişim araçları üzerinden.

Parler ve Gap gibi sosyal medya uygulamaları bir süreden beridir ABD’de Facebook’tan ve Twitter’den kaçışın bir adresi oldu. Çünkü bu platformlarda herhangi bir doğrulama veya kısıtlama uygulaması yok. Alabildiğince ve sınırsızca yalan, komplo ve hakikat çarpıtmasının yapılabileceği ve hiçbir filtrelemeye tabii olunmayacağı platformlar. Yani çok güçlü bir yankı odası. Kullanıcılarının sadece kendileri gibi olan insanları bulabileceği, kendi fikirlerinden başka hiçbir fikrin olmadığı, temiz, steril ve hep aynı insanların oluşturduğu bir sanal getto.

Peki Twitter yasağından sonra sizce ne olur? Tabii ki bu mecralara dair dijital göçler arttı. Bir nevi gerçek hayatta örgütü yasaklanan grupların yer altına çekilip politik faaliyetlerini sürdürmeleri gibi, dijital mecralarda da kapatılan, denetlenen veya engellenen platformlar artık sanal yer altı platformlarına akın etmekte. Ve bu alternatif teknolojiler olarak sunulmakta. Bu bugün önümüze Trumpcıların dijital göçü olarak çıkmakta. Fakat yarın farklı nedenlerden dolayı pek çok yeni toplumsal hareketin de başına gelebilecek bir mevzu. Yankı odalarının ve yankı platformlarının, yani dijital gettoların artması, demokrasi kültürü açısından çok ciddi tahribat etkisi yaratmakta. Çünkü sadece kendi düşüncelerine benzer düşüncedeki insanlarla bir arada olanlar, farklı düşüncelere tahammülsüzlüğü ve hıncı da besleyecektir. Eleştirel düşünce yerini herkesin birbirini pohpohladığı yankı odalarının uğultusuna bırakmakta. Yıllardır olmakta olan da bu zaten. Ve bunu Trump’ın hesabını kapayan teknoloji devlerinden başka biri yapmadı.

Dijital gettolaşma ve sosyal medya göçleri belli ki önümüzdeki yıllarda konuyla ilgilenenleri, yeni-medyacıları hatta sosyologları dahi oldukça meşgul edeceğe benziyor.

***

Diğer mesele, bildiğiniz gibi WhatsApp’tan kaçış mevzusu. Bir nevi bir başka dijital göç.
WhatsApp’ın yayınladığı yeni kullanım koşullarının ardından, bir yığın sosyal medya kullanıcısı, veri güvenliği kaygılarından dolayı (evet yığın diyorum çünkü gerçekten yığın, az sonra ne demek istediğimi anlatacağım) Telegram, Signal ve Türk malı BİP’e göç etmeye başladı. Fakat bununla birlikte özellikle Facebook’ta dönem dönem paylaşılan bir metni kopyala yapıştır yaparak tekrar paylaşıldığını da gördük. Burada karşımız iki başlık çıkıyor aslında. Birincisi konunun kendisi. Yani WhatsApp’un yeni koşullarının ne olduğu ve bunun kullanıcıları nasıl etkileyeceği. İkincisi ise sosyal medya kullanıcılarının bu gelişmeyi idrak etmesi/edememesi ve bilinçli bilinçsiz verdiği tepkiler. Yani sosyal medya kullanıcısının bir yığın olarak davranışları.

WhatsApp’ın yeni koşullarını anlayabilmek için önce Facebook’un nasıl para kazandığını hatırlamak lazım. Bunun cevabı da çok basit aslında. Sizi reklamlar için bir ürün haline getirip satarak. Facebook’taki paylaşımlarınız, yüklediğiniz profil fotoğrafları, yazdığını yazılardaki kelimeler, kullandığınız görseller, emojiler, like butonuna ne sıklıkla bastığınız hatta mouse veya touchpadte yaptığınız hareketler bile Facebook’un veri havuzlarında birer ürüne, algoritma deryalarında birer gölge profile dönüşüyor. Bunun adına kısaca ‘kişiselleştirme’ diyorlar. Size özel, sizin beğenebileceğiniz veya üzerine gidip tıklayabileceğiniz hatta satın alıp tekrar paylaşabileceğiniz ürün/içeriklerin karşınıza çıkmasını sağlayarak yani, ‘kişiselleştirerek’ kendinizi özel hissetmeniz sağlanıyor. Ve size kendinizi iyi hissettirecek bir dijital konfor alanı yaratılırken, verileriniz tekrar bir ürün olarak işlenmeye devam etmekte. Siz sosyal medyayı bir ‘özgürlük aracı’ olarak kullanırken üzerinizde şekillenen kontrol, denetim ve tahakkümü ‘kişiselleştirilmiş’ bir şekilde hissetmiyorsunuz bile.

Bu sadece Facebook’a girdiğinizde olmuyor. Kullandığınız internet sağlayıcıları, sayfalar arasında yaptığınız sörf, kahve içmek için gittiğiniz bir mekanda telefonu elinize alıp ağa bağlandığınız an veya internet üzerinden yaptığınız her hangi bir alışverişte büyük veri denen depoya dijital ayak izinizi bırakmış oluyorsunuz. Kesintisiz bağlantı, kesintisiz bir denetim, gözetim ve ürünleşme boyutu katıyor kırılgan hayatlarımıza. Ve algoritma havuzlarında birer yığına dönüşüyoruz. Veri yığınına. “Benim verimi alınca ne olacak?” diyen çoktur. Fakat bunu tüm Facebook ve internet kullanıcılarının verileriyle çarptığımızda karşımıza çok korkunç bir veri havuzu çıkmakta. Şimdi o yapay zeka ve algoritmaların nasıl yaratıldığını daha iyi anlayabiliyoruz herhalde?

***

Hal böyle olunca “gecesini gündüzünü sosyal medyada kendisini veri ve dolayısıyla da ürün haline getirmekle meşgul kişilerin WhatsApp’ın yeni uygulamasına tepki gösterip bilinçsizce bir dijital histeri yaratması anlaşılabilir değildir” demek isterdim. Ama aslında çok anlaşılabilir bir durumdur. İnternetin ve dijital çağın bilgiye ulaşımı çok daha hızlandıracağı ve kolaylaştıracağı savı uzunca bir süredir çökmüş durumda. Dijital çağ, her şeyi bir yığın haline dönüştürüyor. Adeta bir çöplük. Doğru bilgiyi ve gerçeği bulmak için farkındalığa ve çabaya gerek var. Ve tabiiki yavaş olmaya. Halbuki bilgi yığınları hızla önümüzdeki sosyal medya duvarlarından akıyor. Önüne gelen her paylaşımı, her içeriği sorgusuz sualsiz sahiplenip paylaşan ve davranışlarının onun yarattığı kaygılar üzerine kuran kişi ise, söz konusu yığının bir parçası haline geliyor.

Dünyada ve ülkemizde de hıncın, öfkenin ve nefretin bu kadar hızlı yayılması, insanların yalana, dezenformasyona ve çarpıtmaya bu kadar açık hale gelmesi ve onların çoğaltıcısı olması yaşadığımız dijital çağın karanlık tarafını sahnelemekte. WhatsApp konusunda yaşanan histeri ve hezeyan dijital totalitarizm altında insanın topyekün cahilleşme yaşadığının ayrı bir kanıtı.

WhatsApp gündeminde ortaya çıkan histerik bilinç, ayrıca bu bilincin nasıl bütünlüğünden kopartılmış ve parçalanmış, adeta şizoid bir karaktere büründüğünü de sergilemekte. Sokaklarda gecemizi gündüzümüzü gözetleyen MOBESE’lere dair kaygı duyulmazken, dijital alemdeki diğer kontrol ve denetim mekanizmalarına dair şeffaf bir kabulleniş varken ve selfileriyle, surat değiştirme uygulamalarıyla, hastagları ve pornografik hikayeleri ile sürekli olarak kendisini sonsuz veri yığının içine sunan kişi WhatsApp’ın uygulamasına tepki gösterip “Ben Telegrama/BiP’e geçeceğim” diye çıkış yapabiliyor. Sanki söz konusu mecralara geçince kendisini kurtarabilecek veya koruyabilecekmiş gibi!  Günün sonunda WhatsApp meselesi bize konunun içeriğinden bağımsız, sosyal medya kullanıcılarının çoğunun ne kadar maniple edilmeye, gerçeğin bilgisini arzulamadan sadece en ilkel ve aynı zamanda hala en güçlü duygular olan korku ve kaygıları ile hareket etmeye meyilli olduğunu bir kez daha kanıtladı.

***

Yukarıda bahsettiğim her iki örnek de dijitalleşme ve insan davranışları konusunda nereye gittiğimize dair çarpıcı örnekler. Bugün yaşananlar ileride yaşanacak olan daha şiddetli olayların ve gelişmelerin ipucunun vermekte. İlk örnek, ana akım haberleşme teknolojilerinin dışında artık ülke gündemlerini değiştirebilecek güçte alternatif sosyal medya mecralarının gündeme geldiğini ve bunlar aracılığı insanların sadece benzerleriyle bir arada olabilecek yankı odalarının artmakta olduğunu gördük. Ayrıca bir tek kişinin insiyatifi ile haklı veya haksız sosyal medya hesaplarının kapatılabileceğini de! Bunlar en başta demokrasi kültürleri için büyük bir tehdit oluşturmakta.

İnsanlar bugün dünden daha fazla kendilerini yalan da olsa güvende hissedecekleri ve kendi gibilerin bir arada olduğu platformlarda buluşmayı arzulamaktalar.

İkinci örnekte de, ilkiyle paralel olarak korkuların ve kaygıların nasıl yanlış bilgi ve algılar ile yönetilebileceğini, belli hedeflere yönlendirilebileceğini ve en korkuncu da insanın nasıl böylesine bir histeriye yatkınlıklarına şahit olduk.

Bu henüz başında olduğumuz cesur dijital çağda, belki de en önemli şey küçüklükten başlayarak yeni medya okur yazarlığı eğitimleri verilmesidir. Yani bir nevi emniyet kemeri takmadan yola çıkmamak gibi. Çünkü şu an dünya da, bizim küçük ve ‘masum’ ada yarımızda da dijital anayollara emniyet kemersiz çıkıyoruz.