Son Düello: Hakikat, Kurgu ve Toksit Erkeklik

Hasan Yıkıcı

Geçtiğimiz aylarda vizyona giren ve Gladyatör, Allien, Promethus, Blade Runner gibi birçok efsanevi filmin altında imzası olan Ridley Scott’un yönettiği “Son Düello” Ortaçağ Fransa’sındaki bir tecavüz suçu ve bu suç kapsamında gelişen olayları konu alıyor.

Film, bir Ortaçağ uzmanı olan Eric Jager’in gerçek olaylara dayandırarak hazırladığı “Son Düello: Ortaçağ Fransa’sında Suç, Skandal ve Düelloyla Yargının Gerçek Hikayesi” kitabından uyarlama. İki buçuk saat süren film son zamanlarda izlediğim en etkileyici, düşündürücü ve bir o kadar da tam şu an yaşamakta olduğumuz ‘hakikat sonrası’ çağa, Ortaçağ’dan bir suç hikayesiyle değinmesi bakımında muazzam yaratıcılıkta bir eser. Bu anlamda yönetmen Ridley Scott, hâlâ efsaneler yaratmaya devam ediyor. 

Yazının bundan sonraki kısmında filme dair spoiler olacaktır.

Gerçek bir olay

“Son Düello” gerçek bir olayla ilgili. Yüz Yıl savaşları sürerken (1386), Paris’te Marguerite de Carrouges ismindeki bir kadın tecavüze uğradığını iddia eder.  Marguerite de Carrouges’un eşi aynı zamanda da şövalye olan ve savaşlara katılan Jean de Carrouges’dur. Tecavüzcü olduğu iddia edilen şüpheli kişi ise Jean de Carrouges’un savaş arkadaşı Jacques Le Gris’dir. Gris kralın gözüne girmiş, politik nizam ile iyi ilişkileri olan, aynı zamanda da çapkın bir simadır. Jean de Carrouges ise savaş alanında emirlere uymayarak kahramanlık peşinde koşan, politik nizam ile uyuşmazlıkları olan aynı zamanda da ‘iktidarsız’ biridir.

Marguerite de Carrouges, eşi Jean de Carrouges’un evde olmadığı bir sırada Jacques Le Gris tarafından tecavüze uğrar. Bu olay, 14. yy Fransa’sındaki dönemin hukuk sistemi, toplumsal ve ahlaki değer yargıları ve kadının konumuna dair çarpıcı bir sürece evrilir. Yönetmen Ridley Scott dokunuşuyla bu tarihsel olayı, hakikat mı yoksa kurgu mu, doğru mu yoksa yalan mı gerilimi içerisinde çarpıcı bir anlatıya dönüşür.

Üç farkı hikaye, hakikat nerede?

Yönetmen Ridley Scott, film boyunca bize 3 farklı hikaye anlatır. Şövalye Jean de Carrouges’un gözünden yaşananlar, Jacques Le Gris’in gözünden yaşananlar ve en son tecavüze uğrayan  Marguerite de Carrouges’un gözünden yaşananlar.

Bu etkileyici anlatım akışında olayları, sahneleri ve yaşananları, üç isimin gözünde tekrar tekrar seyrederiz. Peş peşe gelen üç anlatıda yaşananların hiç de önceki anlatılardaki gibi olmadığını fark ederiz. Örneğin Şövalye Jean de Carrouges’in gözünden olaylar kısmında, savaş alanında Jacques Le Gris’i kurtardığını ve ardından bu kahramanlık hikayesi ile övündüğünü görürüz. Fakat Jacques Le Gris’in gözünden olaylar kısmında ise anlatı başka türlüdür. Gris’in anlatısında olay tam tersidir. Burada Gris’i, şövalye Jean de Carrouges’u kurtarırken görürüz. Tam da burada hakikatin iki farklı anlatının ardında gizlendiğini, kurgunun ve söylemin hakikatin yerine geçtiğini görürüz. Oldukça tanıdık geliyor değil mi? Filmde bunun gibi daha birçok örnek var.

***

Nitekim bu anlatım tarzı Marguerite de Carrouges’un tecavüz sahnesinde daha da çarpıcı bir hal alarak doruk noktasında çıkar. Şövalye Jean de Carrouges’un gözünden olaylar kısmında, Carrouges, eve döndüğü zaman eşi Marguerite de Carrouges ona tecavüze uğradığını, direndiğini ama önüne geçemediğini anlatır. Şüpheli Jacques Le Gris’in gözünden olaylar bölümünde ise, ilk kez tecavüz olayı sahnelenir. Fakat buradaki hikaye tecavüze uğrayan Marguerite de Carrouges’un anlattıklarıyla örtüşmez. Gris’in gözünden olaylar sahnesinde Marguerite de Carrouges’un ona davetkar yaklaştığını, cilveleştiğini, hatta rıza sergilediğini izleriz. Özellikle çok çarpıcı işlenen bir sahne vardır. Marguerite de Carrouges kaçmaya mı çalıştığını yoksa rıza mı gösterdiği tam kestirilemezken, Gris’in anlatımında karşımıza bir merdiven sahnesi çıkar. Burada Marguerite de Carrouges’un, ayakkabılarını gülümseyerek çıkardığını ve yatak odasına doğru çıktığını görürüz. Yatak odasında ise “kaçan kovalanır” oyunu oynadıklarına şahit oluruz. Altını çizelim bu şüpheli Gris’in anlatımındır. Tam burada izleyicinin kafasında soru işaretleri doğmaya başlar, birden Gris’in üzerine itiraf atıldığı hissine kapılıyoruz. Kadının cinsel ilişki için rızası vardır! Fakat Marguerite de Carrouges’un gözünden olaylar kısmında ise izleyici ters köşe olur, huzursuzluğa kapılır, 10 dakika önceki düşüncesiyle hesaplaşmaya koyulur.

Marguerite de Carrouges’un gözünden olaylar kısmında ise adeta olayın üzerini örten perdeler ve kurgular dağılır. İlk iki anlatımda izlediğimiz birçok olayın gerçekten ne olduğunu anlamaya başlar, hakikatin bilgisine, olayların doğruluğuna erişiriz. Yönetmen adeta hakikati bulmak için derinlere kazmaya ihtiyaç var dercesine, Marguerite de Carrouges’un gözünden olaylar kısmında bu derin kazı faaliyetini gerçekleştiriyor. Film boyunca iki erkeğin gözünden anlatılan hikayelerin yalan veya kurgu olduğunu, eksik anlatımlarla olayların sadece anlaşılması istendiği şekliyle anlatıldıklarına Marguerite de Carrouges’un gözünden olaylar kısmında şahit oluruz. Tecavüz sahnesinde, Marguerite de Carrouges’un, Gris’e evi terketmesi gerektiğini, onu istemediğini, aslında ayakkabılarının merdivenlerden kaçarken ayağından çıktığını, kapıyı kapamaya çalışırken zorla kapının Gris tarafından açıldığını, yatak odasında oyun oynamadığını, direndiğini ve acımasızca tecavüze uğradığını görürüz.

“Doğruların hiçbir anlamı yoktur”  

Tecavüzden sonra yaşananlar ve yine üç kişinin gözünden olayların serimlenişi üzerine birçok şey yazılabilir. Tecavüze uğrayan Marguerite de Carrouges, yaşananların anlatılması, doğrunun korkusuzca söylenmesi ve yayılması taraftarıdır. Nitekim eşi Jean de Carrouges da yaşananların olabildiğince çok kişiye anlatılması taraftarıdır. Çünkü gerek yargı gerekse de yargının ipini elinde tutan derebeyi tecavüzü yapan Gris’in yanındadır ve onu aklamaya çalışmaktadırlar.

Burada aslında üstü kapalı bir parrhesia göndermesi vardır. Özellikle Michel Foucault’un üzerinde durduğu parrhesia  kavramı, doğruyu ne pahasına olursa olsun söylemekte, ifade etmekte ve yaymakta korkusuzca davranılması gerektiği anlamı taşır. Kısaca korkusuzca gerçekleri konuşmak.

Jean de Carrouges, tüm aile fertlerinin, akrabaların ve arkadaşların olduğu bir toplantıda yargıya güvenilmeyeceğini fakat doğrunun olabildiğince çok kişiye anlatılması gerektiğini söyler. Tecavüze uğrayan Marguerite de bunun arkasında durur ve ne pahasına olursa olsun doğruyu söylemekten çekinmeyeceğini belirtir. Burası filmde parrhesia kavramını kristalleştiği andır. Fakat Ortaçağ’ın değer yargıları hemen devreye girer. Bu sahneden sonra Marguerite, kilisede dua ederken eşinin annesi oraya gelir. Marguerite’e bu konunun konuşulmaması gerektiğini, ailenin itibarını yerle bir edeceğini söyleyerek onu suçlar, sinmeye zorlar ve sessizliğe davet eder. Fakat burada yine parrhesia kavramının Marguerite’in sözcüklerinde parladığını görürüz.

Marguerite:

“Sessiz kalmak istemiyorum. Konuşmalıyım. Ben doğruları söylüyorum”

Yaşlı kadın ise ona “Doğruların hiçbir anlamı yoktur” diyerek cevap verir.

Buradaki diyalog tam da Ortaçağ’dan yaşadığımız hakikat sonrası çağa güçlü bir göndermedir. Bugün de birçok despot lider, rejim, sosyal medya söylemleri ve komplocular için doğruların hiçbir önemi yoktur. Kanaatler, imajlar, güç ve vasatın ikna olduğu söylemler hakikat yerine geçebiliyor, insanlar hakikati değil, kurguyu ve yalanı talep edebiliyorlar. İşte benim için bu filmin en etkileyici tarafı, Ortaçağ’a ait bir suç hikayesinden günümüzün sorunlarına yolladığı bu parlak ve ince döşenmiş oktur. Öyle değil mi ki, yaşadığımız yüz yıla ayrıca yeni Ortaçağ da denilmektedir.

Son Düello

Ortaçağ’da mahkemelerin çözemediği sorunların çözümü için düellolara başvurulurdu. Düelloda kazanan aynı zamanda tanrı katında da haklı, kaybeden ise suçlu konumda kabul edilirdi. Filmde de mahkeme sorunu çözemez, Marguerite’in eşi Jean de Carrouges, meydan okuyarak Gris’i düelloya davet eder. Uzun yıllardan sonra ilk kez Fransa’da bir düello karşılaması olacaktır. Eğer Jean de Carrouges kazanırsa, Gris’in tanrı katında tecavüzcü olduğu kabul edilecektir.

Eğer Gris kazanırsa, suçlamların asılsız olduğu ortaya çıkacak. Dahası Marguerite asılsız iddialarından dolayı yakılarak öldürülecektir. Jean de Carrouges bunu bilmesine rağmen düello yoluna başvurması filmin sonuna doğru karşımıza çıkacaktır. Tam da burada film boyunca birçok kez sahnelenen kadının bir değeri olmadığı, erkeklerin ikisinin aslında bir güç ve iktidar savaşı verdiğini görürüz. Marguerite bu durumun farkına vardığında Jean de Carrouges’u da sorgulamaya başlar.

***

Düello sahnesine dair farklı okumalar yapabiliriz. Bunlardan ilki hakikat, temsil ve kurguya dairdir. İlk bakışta Jean de Carrouges’un hakikat, Gris’in ise yalan, inkar ve kurgu olarak düello arenasında karşılaştıklarını ifade edebiliriz. Ama durum bence tam olarak öyle değildir.  Jean de Carrouges’un düello alanındaki varlığını daha derin okumak gerekmekte. Jean de Carrouges hakikat değildir. Hakikatin temsilidir. Ve her temsil gibi çarpık, eksik veya bayağı bir karakterdir. Çünkü hakikati temsil ettiğini ve hakikat için dövüştüğünü iddia eden Jean de Carrouges aslında eski dostu ve yeni hasmı Gris ile bir iktidar, statü, erkeklik ve üstünlük savaşı vermektedir. Uzunca bir zamandır da kendisini ezip geçen bu adama dair hınç doluydu zaten. Dolayısıyla düello alanında çarpışanlar temsillerin çarpışmasıdır. Hakikat/olay ise düello arenasının tam ortasında, temsillerinin birinin kazanmasıyla kaderi belli olacak Margueriye’dir. Carrouges kazanırsa, doğruluğu kabul edilecek, Gris kazanırsa itham edilip diri diri yakılacak.

Toksit erkeklik

Düelloya dair bir diğer yorum ise film boyunca dozajı gittikçe artan toksik erkeklik göndermelerine dair yapılabilir. Film’de 14 yy. Ortaçağ’ında kadına dair olan patriarkal bakış açısını farklı farklı açılardan işlendi.

Film’de hem Margueriye’nin eşi Jean de Carrouges’ta, hem de tecavüz zanlısı Jacques Le Gris’te kadına yaklaşımı cinsel bir obje, hakkı olmayan bir üreme bedeni ve değersizleştirilen bir nesne olarak işlendi. Her iki erkek karakterde de toksit erkeliğin farklı tezahürleri karşımıza çıkar. Düello alanında da aslında bir yandan hakikat ve doğruluk için erkekliklerin çatıştığını görürüz.

Eşini bir üreme nesnesi olarak göre Jean de Carrouges için de, tecavüz zanlısı Jacques Le Gris için de, dönemin adalet anlayışı için de haklı ve haksız güç ve erkeklikle belirlenecek bir olguydu. Günün sonunda düellonun sonucunda bu erkeklik tarzlarından birinin galip geldiğini görürüz.

Doğru/haklı ve hakikat, adaletin gücünden değil, güçlünün adaletinden belirlenir. Tam da bugün olduğu gibi. Birçok despotik rejimde adalet bugün de güçlünün adaleti, ‘doğru’ ise güç ve erkeklik biçimleriyle belirlenen bir kurgu olmaya devam ediyor.

Marguerite de Carrouges’un yaşananlar karşısında bu erkeklik biçimlerine boyun eğmeyerek, tam da yukarıda belirttiğimiz parrhesia, yani doğruları konuşabilme cesaretini göstermesi belki de bugünkü “Me Too” hareketleriyle benzeştirilebilecek bir sahnedir. Çünkü failin ve eyleminin herkese duyurulması, konuşulması ve kulaktan kulağa aktarılması, kırılgan kesimlerin kendi adalet tarzlarını oluşturması anlamına gelmektedir. Böylece adaletin işlemediği ve eksildiği yerde, olayın dilden dile yayılması iktidarı elinde bulundurmayanların, kırılganların kendi adaletlerini ve yargılama mekanizmalarını yaratması anlamına gelecektir. 

***

Son Düello daha birçok yoruma açık, farklı disiplinlerde okumalar kaldıran bir film. Filmde Ortaçağ’da yaşanan bir olay ve etrafında gelişen birçok anlatının, bugün belki de yeni Ortaçağ demekten kaçınmamamız gereken bir dönemin içindeki yaşantılarla benzeşmesi, 14.yy’da hakikate, bireysel ve toplumsal kurguya ve adaletin kırılganlığına dair yapılan göndermelerin 21.yy’da yankılanabiliyor oluşu ve bugünkü deneyimlerle benzeşmesi beni en çok etkileyen yanı oldu.

Filmdeki çarpıcı diyaloglardan. 

Filmdeki düello sahnelerinden. Jacques Le Gris ve Jean de Carrouges

Filmden bir kare, Marguerite de Carrouges.

1500’lü yıllardan bir gravür ile düellolar.