SON 10 YILDA LEFKOŞA’YA KAÇ HEYKEL DİKTİK?

Onur Olguner

Geçtiğimiz ay iki adet birbirinden güzel şehri gezme imkanı buldum: Viyana ve Bratislava.

Bu şehirlerden ilki Slovakya’nın başkenti Bratislava. Çok fazla gezilecek bir yeri yok güzel şehrin. Kalesi ve birbirinden güzel meydanlarını gezmek için bir gün ayırmanız yetiyor.

Sanırım Bratislava şehrinin idarecileri de bunun farkına varmış olacak ki, şehri yakın zamanda onlarca heykelle donatmaya başlamışlar. Medusa gibi mitolojiden eserler de var bu heykellerin arasında, ‘Çalışan Adam’ gibi hayatı eğlenceye vuranları da, bölgeden ünlü insanların anısına yapılanlar da.

Durum böyle olunca bir günümü de bu heykelleri araştırarak, bularak ve tadını çıkararak geçirdim. Foursquare’den buluyor, Google Haritalardan ziyaret etmek için yol tarifi alıyordum. Çoğuna gitmeyi başarsam da hepsini tamamlayamadım. Her halükarda bu heykelleri gezmek, anlamlarını öğrenmek benim için eğlenceli oldu.

Dahası Bratislava tatilimin sonuna geldiğimde, her zaman yaptığım gibi, buzdolabı mıknatıslarından almak için hediyelik dükkanına gidince şaşırdım. Raf ve raf şehrin tüm heykelleri dizilmiş ve hediyelik eşya olarak satılıyordu. Şehir, bizlerde olmayan tarihi kültürel miras eksikliğini heykelleriyle ve bunları yapacak vizyonu ile kapatmıştı.

Ardından tren biletimi alarak Viyana’ya geçtim. Buradaki ziyaretim beni sanırım bir daha geri ‘düzelmemek’ üzere değiştirdi.

Şehrin her bir köşesinden sanat akıyordu. Yüzlerce birbirinden güzel heykel vardı. Çoğu 17’inci ve 18’inci yüzyılda yapılan bu heykeller insanı adeta mest ediyor. Önünde onlarca dakikamı harcadığım iki heykelden biri Avusturya Parlamentosunun önündeki Pallas Athena heykeliydi.

İmparatorluk sona erdiğinde ve cumhuriyet kurulacağında parlamento binasının önüne yapılan bu heykel adeta bir şaheser. Demokrasiyi sembolize ediyor ve gerçek anlamda ihtişamlı. Bu heykele bakarken kendimi “Bu heykelin gölgesinde yolsuzluk yapmak cesaret ister” diye düşünürken buldum.

Her şeyiyle sanatın başkentlerinden biri olan bu şehirde heykeller sokağa taşıyor, meydanlarda opera dinletileri sunuluyor ve sanat toplumu daha çağdaş bir noktaya taşıyordu. Ve bunu görmek için de Viyana’nın yetiştirdiği insanlara bakmak yeterli: Mozart, Sigmund Freud ve Beethoven bunlardan sadece birkaçı.

Özellikle bazı sanat eserleri sizi o kadar etkiliyor ki, kendinizi sanat yapmaya, çalışmaya, bilgi edinmeye meyilli hissediyorsunuz. Özellikle Michaelsplatz’daki bir heykel önünde geçirdiğim 45 dakika beni yıllar sonra elime kalem almaya ve resim çizmeye teşvik etti.

Sanat aslında tam da böyle bir şeydir. Özellikle bir şehirde vizyon varsa, sanat sokağa taşar. O şehre kalite, insanına da bilgi katar. Düşündürür, daha çağdaş olmak için iteler. Bunun belki de en yakınımızdaki örneği Eskişehir’in efsanevi belediye başkanı Yılmaz Büyükerşen ve tüm şehre hediye ettiği heykelleridir.

Peki bizde sanat olmaz mı? İnsanımız sanata ilgisiz mi kalır sizce? Kesinlikle hayır. Yıllardır sanatın en ufak kırıntısına bile insanımızın ne kadar aç olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu şehrin tiyatro festivalinde kombine bilet bulmak, en “lüks” eğlence mekanına girmekten daha zordur. Ve yine de Kıbrıslı Türk doldurur o salonu. Günler öncesinden bilet açılacağında sırada bekler.

Şehrin insanı sanat konusunda bu kadar talepkar iken, bizler bu şehrin sokaklarına son 10 yılda kaç tane heykel diktik peki? Bu kadar zengin kültürel tarihi mirası olan bir adanın heykel konusunda bu kadar fakir olması ne büyük bir çelişkidir?

Bazı arkadaşlarımın asker tarafından dikilen üniformalı Atatürk heykellerinden bahsettiğini duyar gibiyim. Sanata ve eğitime bu kadar önem veren, kendi ülkesini kurmak için çıktığı yolda askeri üniformasını çıkartmayı tercih eden Mustafa Kemal Atatürk eğer ki bir şehirdeki bulunan heykellerin sadece askeri üniformalı olduğunu öğrenseydi, başını üzüntü ile sallar ve “Siz beni hiç anlayamamışsınız çocuklar” diye hayal kırıklığını belirtirdi.

O yüzden bu şehirde heykel konusunda fakir olduğumuzu kabul etmek pek yanlış olmayacaktır. Peki bu şekilde olmak zorunda mı sizce? Bence değil.

Gelin biz de kendi ülkemize, kendi kültürümüze ait heykeller dikmeye başlayalım:

  • Mesela eski adı Shakespear Caddesi olan Mehmet Akif Caddesi’ne bir Shakespear heykeli dikelim.
  • Hepimizde bir kadeh hakkı olan Naime Ablamız için Osmanpaşa Caddesi’ne ‘Cadımızın’ bir heykelini dikelim.
  • Lefkoşa Surlariçine bir Dr. Fazıl Küçük, bir Rauf Raif Denktaş ve bir de Özker Özgür heykeli dikelim.
  • Girne sahilimize Kıbrıs adasının patron yunan tanrısı olan bir Afrodit heykeli dikelim.
  • Bu adanın insanı olan ve aynı zamanda antik Stoacı düşüncenin kurucularından Citium’lu Zeno’nun da bir heykelini dikelim.
  • Othello kalesinin önüne, Shakespear oyunundaki General Othello’nun bir heykelini dikelim.
  • Gelin bizler önce başkentimize, sonra da ülkemize her ay yeni bir heykel dikelim.

Emin olun böyle bir vizyon turizmimiz için fuarlara ve yurt dışı gezilerine ödediklerimizden kat be kat daha etkili olacaktır.

Bu vizyonu yaklaşan seçim telaşlarından dolayı gereksiz bulan ve önemsemeyen siyasilerimizi Avusturya parlamentosunun girişindeki Pallas Athena heykelinin resmi ve vicdanları ile baş başa bırakıyorum.

Çünkü, belki bir Viyana olamayabiliriz ama bu şekilde bizler de ülkemizi en az Bratislava kadar değerlendirebiliriz. Bunu en azından gelecek nesillere borçluyuz.