Bu aralar Türkiye yetkililerinin ada ziyaretleri sıklaştı.
Geçtiğimiz gün, “Türkiye ve Dünya Ekonomisindeki Gelişmeler ve Gelecek Vizyonu” konferansına katılan Türkiye Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, enteresan bir konuşma yaptı.
İçler acısı turizm sektörünü lokomotif olarak nitelendirdi ki, çok uzun zamandır bir turizm politikası olmadığı çıplak gözle görülüyor. Özellikle ülke ekonomisine katkı sağlayabilecek nitelikte yabancı turist konusunda Girne’de yaşayan biri olarak bu yılın da çoktan heba edildiğini söyleyebilirim.
Ancak belli ki Sayın Bakan ya da Bakana veri sağlayan ekip, benim on yıllardır görüp çıplak gözle karşılaştırabildiklerimi göremiyor ve turizm konusunda büyük icraatlar yaptıklarını iddia ediyor.
Bir başka dikkat çekici önemli icraat alanı olarak da üniversite sektörünü gösterdi, Bakan Şimşek.
Hem de sahte diploma davaları devam ederken ve eğitimin geneli kördüğümken bu alanda ne kadar büyük icraatlara imza atıldığına işaret etti.
Kanımca DAÜ-SEN’in dün bir basın toplantısıyla paylaştığı algı anketi buna önemli bir cevap olarak duruyor karşımızda.
DAÜ-SEN’in 8 Mart-14 Nisan tarihlerinde Lipar şirketine yaptırdığı “yükseköğretimde algı ve tutumlar” anketine göre, ankete katılanların %57’si, sahte diplomanın “çok yaygın” bir sorun olduğunu düşünüyor.
%58’ine göre ise “kolay diploma” çok yaygın.
YÖDAK’ın denetim yapabildiğini düşünenlerin oranı sadece %25!
YÖDAK’a güvenenlerin oranı %26.6!
Ancak buna rağmen, “bir devlet üniversitesi olmalıdır, üniversitelerimizin Türkiye ve Güney Kıbrıs ile rekabet edebilecek düzeyde olmaları önemlidir” diyen ezici bir çoğunluk var.
Yine önemli bir çoğunluk daha kaliteli bir eğitim için daha fazla para harcamaya hazır olduğunu ifade ediyor. Bu veriler, üniversite eğitimi için ilk tercihin Avrupa olarak işaretlenmesiyle de örtüşüyor.
Şüphesiz, yükseköğrenimi için Avrupa hedefi koyabilmek, kaliteli bir eğitim altyapısı gerektiriyor. Ancak ilk bakışta bu hedef “çok güzel” gelse de kulağa, bunun beyin göçü tehdidinin büyümesi karşısında ne kadar kırılgan olduğumuzu gösterdiğini de söylemek gerekiyor.
Türkiye verileri de benzer bir tablo çıkarıyor aslında eğitim konusunda karşımıza. Temel eğitim kalitesi yüksek öğrencilerin neredeyse tamamı yurt dışına gidiyor yüksek öğrenim için.
Ve geri dönmüyorlar.
Kuzey Kıbrıs’ta da yüksek öğrenim için %72 oranında bir kesim Amerika ya da Avrupa’da eğitim görmeyi tercih ediyor.
Eğitim Bakanlığı ve hükümetin yükseköğretim sorunlarının çözümüne katkı sağladığını düşünenlerin oranı ise sadece %27!
Ama Bakan Şimşek’e göre muazzam bir başarı hikayesi var yükseköğretimde.
Ancak Şimşek’in konuşmasında vurgu yaptığı övgü dolu tablo dışında benim dikkatimi çeken en ilginç açıklamaları Gramchi’ye atıfta bulunarak, “eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için sancı çekiyor; Şimdi canavarlar zamanı” demesi.
Antonio Gramchi’nin bu ünlü sözü, aslında “Cezaevinden Mektuplar” eserinde yer alan uzun bir pasajın küçük bir bölümü.
Ama açıkcası durumu özetlemeye yeter kuvvette...
Gramsci bu sözleri 1930’larda, Mussolini İtalya’sındaki faşist rejim altında hapsedildiği dönemde yazmış.
Aslında faşizmi, kapitalizm krizinden sonra ortaya çıkan bir geçiş dönemi “canavarı” olarak görüyor, Garmchi.
Bu ifade de, sadece o dönem için değil, sonraki yıllarda da birçok düşünür ve siyasetçi tarafından kriz ve belirsizlik dönemlerini tanımlamak için yaygın olarak kullanılan bir ifade.
Oysa Bakan Şimşek’in kullandığı ifadedeki “canavarlar” kavramı, eğer Gramchi üzerinden okursak, aslında tam olarak temsil ettiği dönemi, yapıyı ve siyaseti anlatıyor.
Bakan Şimşek muhtemelen “canavarlar”dan dünya siyasetine yön veren başta Amerika ve Rusya gibi ülkelerin mevcut siyasi duruşlarını kastediyor olabilir ancak küçük resme baktığımızda bu yarım adanın bitip tükenmek bilmeyen tartışmalarının bir salonunda sarfedilen bu sözler, tam da KKTC ve Türkiye siyasetini anlatır nitelikte.
Bugün Granchi’nin bu sözü, politik, ekonomik ya da kültürel çöküş anlarında, bir dönemin sonuna gelindiğinde ama yenisinin ne olacağı belli olmadığında, ortaya çıkan karanlık güçleri, belirsizlikleri ve istikrarsızlıkları anlatmak için sıkça alıntılanır.
Türkiye'de özellikle son 10-15 yılda yaşanan siyasi, ekonomik ve toplumsal dönüşüm süreci de Gramsci'nin betimlediği bir geçiş dönemini andırıyor.
Eski sistemde, güçlü devlet kurumları, laik ve parlamenter bir demokrasi çerçevesinde konumlanmış bir yapı vardı. Sonra bu yapı yavaş yavaş çözüldü.
Bu sisteme alternatif olarak gelen yeni sistem ise, Başkanlık sistemi temelinde, merkeziyetçi bir yönetim ve otoriter eğilimleri artıran başka bir yapı getirdi.
Bu yapı kendi canavarlarını yarattı. Kurumları zayıflamış, her geçen gün daha kötüye giden medya ve ifade özgürlükleri, yaşanan toplumsal gerilimler ve Türkiye’nin içine düştüğü ekonomik kriz, işte o canavarlar…
Henüz doğmamış olan ama benim doğacak mı emin olamadığım şey ise, ancak kurumsallaşmış, çoğulcu bir yeni demokratik düzen olabilir, Türkiye için.
Peki Bakan Şimşek’in canavarlarından gerçek bir demokrasi doğar mı Türkiye için?
Bilmiyorum!
Peki Gramchi’nin teorisinden yola çıkarsak Kuzey Kıbrıs için ne söyleyebiliriz?
Kuzey Kıbrıs'ta da Gramsci'nin çerçevesine uyan bir kriz yaşanıyor.
Kuzey Kıbrıs’ta da ölen dünya, çözümsüzlük ve tek taraflı siyaset olarak betimlenebilir. Mevcut ekonomi, ve siyaset rejiminin öldüğünü, kurulan mülkiyet hukukunda sona gelindiğini de söyleyebiliriz.
Dahası tamamen olmasa da yerel demokratik kurumlara daha fazla güven ya da en azından saygının da artık öldüğünü düşünebiliriz.
Henüz doğmamış yeni sistemden önceki canavarlarımız ise Türkiye’ye artan bağımlılığımız. Liyakatsizlik, adaletsizlik…
Merkezi kararların dışarıdan dayatılarak, siyasi erkin her geçen gün daha fazla giderek edilginleştirilmesi. Kendi iradesiyle parti meclisi bile yapamayan bir yapı!
Bütün yolsuzluklar, adaletsizliklerle birlikte yaşadığımız kimlik ve irade krizi, vilayetleşmiş yapımız, bizim canavarlarımız.
Eğer bu canavarlar ve çekilen sancı yeni sistemi doğuracaksa, Kıbrıslı Türklerin iradesini ve kimliğini koruyacak sürdürülebilir bir gelecek vizyonu yaratabilecek belki.
İşte o yüzden şimdi bizim “canavarlarla” savaşacak “gerçek kahramanlara” ihtiyacımız var.
Kimbilir belki de Gramchi’den sonra zaman bizim için kötülerle savaşan süper kahramanlar zamandır.
Çünkü bu canavar bataklığından süper bir güç dışında başka birşeyle çıkmanın mümkün olduğunu çok da düşünemiyorum, bugünlerde.
Ama canavarların varolduğunu biliyorum.
O yüzden süper kahramanlara da inanmak istiyorum…