Sihirbaz Olmak Şart Değil Kendini Barışa Adamak Yeter

Niyazi Kızılyürek

Kıbrıs Türk toplumunun yeni lideri Mustafa Akıncı ön hazırlıklarını tamamladı sayılır. Görüşmecisini, müsteşarını ve sözcüsünü atadı (sahi, bunların üçü de erkek olmak zorunda mıydı), ardından da Ankara’yı ziyaret etti. Ankara’da, daha önce çeşitli vesilelerle söylediği bir noktaya vurgu yaptı ve “sihirbaz” olmadığını tekrarladı. Tek taraflı iyi niyetle çözüme gidilemeyeceğini, Kıbrıslı Rumların da çözüme istekli olmaları gerektiğini, 2015 yılının ancak o zaman çözüm yılı olabileceğini ileri sürdü. Ankara ziyaretinden önce Star gazetesine verdiği mülakatta ise Kıbrıslı Rumların “yetkiler konusunda cimri davrandığını” iddia etti.

Ortak basın toplantısında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da benzer şeyler söyledi ve “sadece Türk tarafının gayretleriyle çözüm olmaz” dedi. Bu açıklamalardan şunu anlıyoruz ki, Türk tarafı daha müzakereler başlamadan kendi kendini “çözüm isteyen taraf” ilan ediyor ve Kıbrıslı Rumları çözüm isteyip istemediklerini kanıtlamaya davet ediyor.

Bu noktada son derece dikkatli olmak gerekiyor, çünkü bu bir dejavu... Yani, biz bu filmi daha önce gördük.  AKP yetkililerinin bu suçlama oyununu (blame game) 2004’ten beri yaptıklarını biliyoruz. Bu eski bir oyundur. 2004 Referandumunda Kıbrıslı Rumların “hayır” oyu üzerine kurnazca siyaset bina etmektir ve çözüm siyaseti izlemek yerine, Türk tarafının “bir adım önde” olduğunu ileri sürerek başka hesaplar peşinde koşmaktır. Geçmişte Kıbrıslı Türklerin sergilediği çözüm iradesinin bazı çevrelerce statükonun sağlamlaştırılması için kullanıldığını unutmuş değiliz. Örneğin referandumlardan hemen sonra Mehmet Ali Talat Lefkoşa’dan “bu dünyanın Avrupa Birliği’nin, Birleşmiş Milletlerin, bize işte ambargoları gevşetelim, yumuşatalım falan gibi yaklaşımları bizi tatmin etmez. Biz çözüm istiyoruz. Yani hedef çözümdür” derken, Ankara’dan yükselen sesin “uluslararası tecrit politikalarını” kaldırmaktan söz ettiğini ve “lehte” oluşan havadan yararlanarak “ondan sonra de-facto durum zaten” dediği çok iyi biliniyor.

İşte, tam da bu suçlama oyunun bir gereği olarak Ankara’ya kim giderse gitsin, Eroğlu mu, başka bir siyasetçi mi fark etmez, mutlaka “yıl sonuna kadar çözüm istediğini” söyler ve Kıbrıslı Rumları “çözüm imtihanı” vermeye çağırır. Hatta bazen takvime de aldırmayarak, örneğin Ekim ayında olsak bile, yine “yıl sonuna kadar çözüm” açıklaması yapılır.

Ortada böyle bir gerçeklik varken, seçilmesiyle hem içeride, hem de dışarıda çözüm umutlarının yeşermesine yol açan Mustafa Akıncı’nın suçlama oyununa karşı uyanık olması ve kendisine çözüm için verilen oyların başka mecralarda heba edilmesine fırsat tanımaması gerekiyor. “Kıbrıslı Türkler Akıncı’yı seçmekle çözüm iradesini göstermiştir, bakalım Kıbrıslı Rumlar ne yapacak” türünden yaklaşımlar çözüm odaklı siyasetle bağdaşmaz. Kıbrıslı Türkler Akıncı’yı seçerken elbette çözüm arzularını ortaya koymuşlardır ama şimdi Akıncı’ya düşen görev bu iradeyi müzakere masasına taşımaktır. Çözüme giden yol interaktif bir süreçten geçer. Özneler arası interaktif diyalog ise, ötekinin çıkarlarını da gözetmeyi, yerine göre müzakere masasında esneklik göstermeyi, iki tarafın meşru çıkarlarını buluşturmayı, kaygı ve endişelerini anlamayı ve çare üretmeyi gerektirir. Kıbrıs Rum toplumundan kaynaklanan olası zorluklar karşısında hemencecik “gördünüz mü, Kıbrıslı Rumlar çözüm istemiyor” yaftasını yakıştırmaya kalkışmak isteyenler olabilir. Buna fırsat verilmemelidir. Çünkü bu türden suçlama oyunları barış siyaseti ile bağdaşmadığı gibi, barış siyasetçisinin de işi değildir.

Müzakere masasında büyük zorlukların olduğunu, zor ve karmaşık başlıklar üzerinde müzakere edileceğini herkes biliyor. Örneğin Kıbrıs Rum toplumunun mülkiyet ve garantiler gibi konularda Türk tarafından farklı, hatta zıt eğilimler içinde olduğu sır değildir. Buradan hareketle “Kıbrıslı Rumlar çözüm istemiyor” diyemeyiz. Uzlaşmaya nasıl ulaşacağımızı düşünmeliyiz ve sadece bunu düşünmeliyiz. Ve uzlaşma yollarını arayıp bulmak için sihirbaz olmak gerekmiyor, kendini barışa adamak yeter!

Unutulmaması gerekir ki, hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türk toplumu temel konularda istediklerini masaya oturmadan, kuvvet sayesinde çoktan elde etmiş bulunuyorlar. Coğrafi esasa dayalı federasyon tezinin kabul görmesi ve Kıbrıslı Türklerin eşit toplum statüsünün tanınması 1974’le beraber sağlama bağlanmıştır. Kıbrıs Sorununu tarihselliği içinde düşünürsek, Kıbrıslı Türklerin bir Türk tezi olan “iki bölgeli, iki toplumlu federal devlet” anlayışına daha yakın durmalarının, Kıbrıslı Rumların ise bu çözüm şeklini benimsemekte zorluk çekmelerinin şaşırtıcı olmadığını anlarız. Buradan hareketle, dünyaya Türk tarafının barışa daha yakın olduğunu deklere etmek marifet sayılmaz. Marifet, Kıbrıslı Rumların kayıplarını kısmen telafi edecek, endişe ve korkularını giderebilecek yaratıcı açılımları gerçekleştirmektir.

Buraya kadar söylediklerimizden, Akıncı’nın barış iradesinin, Ankara’nın da çözüm iradesinin şimdi sınanacağı anlamı çıkmaktadır. Hiç kimse bu yola “bir adım önde” çıkmıyor.  Aynı çizgiden ve aynı anda çıkış yapılacak!

Gelelim Nikos Anastasiadis’e. Söylediklerimiz Anastasiadis için de geçerlidir. Kıbrıslı Rum liderin de sınav zamanı gelip çattı. Türk tarafı gibi Anastasiadis de 2004 referandumlarında kullandığı “evet” oyunun arkasına saklanamaz. Ne de eskiden yaptığı gibi Derviş Eroğlu’na işaret ederek isteksiz tavırlarını haklı çıkarmaya kalkışabilir. Adayı federal bir devlet rejimi altında siyasi birliğe kavuşturmanın önemini ve gerekliliğini Kıbrıs Rum toplumuna bütün açıklığıyla anlatmalıdır. Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini “demokrasiye aykırı” ilan edenlere Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs ülkesinde hiç bir zaman “azınlık” statüsünde olmadığını hatırlatmalı ve cesur adımlar atarak Kıbrıs’ın tarihle randevusunun bir kez daha heba edilmemesine yardımcı olmalıdır.

Bitirirken bir noktanın altını çizmekte yarar vardır: Tarihsel günlerden geçiyoruz. Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması için oluşan iyimser ortam sonsuza kadar devam etmeyecektir. Ne de siyasi birliğe dayanan başka çözüm fırsatları olacaktır. “Ya Birleştiririz Ya da Böleriz” deyişi Talat ile Hristofyas’a aittir ama bu, Akıncı ile Anastasiadis’e kısmetmiş...