ŞEYTANLA YATAĞA GİRMEK HEYECANLI OLABİLİR AMA…

Sinan Dirlik

Hristiyan Demokrat lider Aldo Moro, 16 Mart 1978 sabahı bir koruma ordusu eşliğinde çıktığı evine bir daha dönemedi. 55 gün sonra bir otomobilde delik deşik edilmiş cesedi bulunduğunda İtalya ayağa kalktı. Kızıl Tugaylar örgütüne yıkılan Aldo Moro cinayeti filmlere, kitaplara konu olsa da yıllar içerisinde siyasal hafızamızın derinliklerine gömüldü.
O yıllarda İtalyan Komünist Partisi (İKP) %40’lara ulaşan oyuyla Avrupa’nın en güçlü Komünist Partilerinden biriydi. Lideri Enrico Berlinguer, artık bu oy potansiyeliyle iktidarın dışında kalınmaması gerektiğini düşünüyordu. Ama bu nasıl olacaktı? İKP dışında kalan sol-sosyalist partilerle işbirliği yaparak mı yoksa ülkenin bir diğer büyük siyasi hareketi olan Hristiyan Demokratlarla mı?
Soğuk savaşın hüküm sürdüğü yıllardı. Berlinguer, Avrupa’nın göbeğinde İKP dışında kalan sol-sosyalist partilerle bir hükümet kurulsa bile, uzun ömürlü olmayacağı; büyük dönüşümler için ihtiyaç duyulan geniş toplumsal mutabakatı temsil etmeyeceği düşüncesindeydi. Bunun ideolojik altyapısını da zaten yıllar önce Gramsci hazırlamıştı.
Benzer biçimde Hristiyan Demokrat lider Aldo Moro da ağır ekonomik kriz ve istikrarsızlık dalgası içerisinde yalpalayan İtalya’da en büyük baş ağrısı kaynağını oluşturan Komünist muhalefeti etkisizleştirmek, bir anlamda sürece katarak sorumluluk almasını sağlayacak bir yöntem arayışı içerisindeydi.
Berlinguer ve Moro, dünya siyasal literatürüne “tarihsel uzlaşma” (Compromess Storico)  olarak geçen büyük projenin hazırlığına giriştiler.
Hristiyan Demokratlar, 1945’te geniş tabanlı bir koalisyonla ele geçirdikleri iktidarın ikinci yılında sosyal demokratları devre dışı bırakarak İtalya’yı uzun yıllar merkez sağ partilerle kurdukları çoğu kısa ömürlü hükümetlerle yönettiler.  Ta ki Aldo Moro Hristiyan Demokrat Parti’nin liderliğine gelinceye kadar süren bu uzun ve istikrarsız dönemden sonra, 1963’te İtalyan Sosyalist Partisi ile kurulan koalisyon, Hristiyan Demokratları 1970’lerin sonlarına kadar iktidarda tutmayı başardı.
Aldo Moro ve Enrico Berlinguer in tarihsel uzlaşması, bir türlü iktidara gelemeyen Komünist Parti ile iktidarını bir türlü stabil hale getiremeyen Hristiyan Demokratların birbirlerine koltuk değnekliği yapma projesiydi aynı zamanda. Birileri 20. Yüzyıl Avrupasında, sağcılarla koalisyon ortağı olarak bile iktidarda bir Komünist Parti görmeyi istemedi. Aldo Moro, “hür dünyaya ihanetinin” (!) bedelini de canıyla ödedi. İtalyan Komünistleri, Hristiyan Demokratlarla halvet olma hayalleriyle kaldılar ve bir daha hiçbir zaman eski güçlerine kavuşamadılar.
Soğuk savaşın yerini çok kutuplu, çatışmacı yeni dünya düzenine bıraktığı 21. Yüzyılda uzlaşmaya, önceki dönemlerden çok daha fazla önem ve değer atfedildi. Ancak toplumsal uzlaşmalara dönüştürülemeyen tarihsel uzlaşmalar, taraflarına siyaseten kısa dönemli soluklar kazandırsa da, ihtiyaç duyulan toplumsal barış ve istikrarı sağlamaya yetmedi. Zira modern zamanların bize öğrettiği şey, masa başlarında meclis aritmetiği hesaplarına dayanan uzlaşmaların, toplumsal vicdanda gerçek bir barışmaya yetmediğidir.
Koalisyon görüşmelerinin başladığı bir dönemde kendisini sol, sosyal demokrat olarak ifade eden partilerin, ülkeyi uzun yıllar yöneten sağ partilerle koaliyon fikrini ele alırkan gözden kaçırmaması gereken bir gerçek var:
Bir ülkeyi uzun süre yönetmiş ve kılcallarına kadar suça bulaşmış partilerle yapılacak koalisyonlar günün sonunda şeytanla yatağa girmekten farksızdır…
Heyecan verici, hatta adrenalin dozu yüksek bir fantezi olabilir… Ama her ateşli gecenin, gerçeklere uyanılan bir sabahı vardır… Öyle sabahlarda ise geceden geriye sadece şeytanın tırnak izleri ve telafisi mümkün olmayan bir pişmanlık kalır…