Şevket Alkapon ve "Bir Papatya Rüyası"

Eralp Adanır

Şevket Alkapon, ilk romanıyla ilk kez yayın dünyamıza giren genç bir arkadaşımız. Kitabının ismi "Bir Papatya Rüyası." Romanının yazım sürecine değinmeden önce, böyle bir kitap yazma fikrinin nasıl doğduğunu merak ediyorum. Denizcilik Fakültesi'nden mezun olmuş mesleği denizcilik, ama böyle bir yola çıkış...

Çocukluktan beri zaten bir kitap okuma alışkanlığım var.  Kızım doğduktan sonra pek fazla fırsat bulamasam da, bir akşam fırsatını yakalayınca güzel bir kitaba başlamıştım. O kitaptan yola çıkarak, hani kitabı okurken hâyâl kurmaya başladım bir kitap yazabilir miyim, denesem mi falan diye. Sonra eşime bahsettim bu düşüncemden, o da sağolsun beni cesaretlendirdi. Ve ilk günden son güne kadar da destek oldu.

Farklı bir konuyla, Dedemin hayatıyla başlamak istedim. Ama çok fazla araştırma gerektiren ve Dedem rahmetli olduğu için çok fazla bilgi edinemeyeceğimi düşündüm. Sonra dedim ki, anneannem ile dedemin aşkıyla devam edeyim, ardından geri dönüş yaparım. Onların aşkının konusuyla yazmaya başladıktan sonra yeni karakterler farklı mekânlar, farklı bir zaman dilimi de içine girince, böyle güzel bir hikâye çıktı ortaya.

Kimi yazar yazdıkları kitaplarda kendi yaşadığı kenti, köyü, kasabayı veya kültürünü anlatmayı, bu yolla da gelecek kuşaklara bu bilgiyi ve kültürü aktarmayı bir sorumluluk bilir. Alkapon'da bu sorumluluk dürtüsü var mıydı kitabı yazarken. Yani kitabın içerisinde öyle şeyler kullanayım ki bu kitabı okuyan kişiler de o bahsettiğim olaylardan veya konulardan, isimlerden bir nebze olsun o kültürü okura da aktarabilme düşüncesi ve çabası....

Evet bunu yapmaya çalıştım kitapta. Tabii çok siyasi içeriğe girmedim. Kitap okunduğunda görülecektir ki çok fazla siyaset ya da çok fazla düşmanlık içeren cümleler kelimeler yok. Daha çok çocukluğumdan, çocukluğumda beni etkileyen şeylerden yola çıkarak o tasvirleri yapmaya çalıştım çünkü günümüzde artık onlar kalmadı. Yani bizim dönemimizden sonra, 2000 yılından sonra örneğin o kapı önünde molehiya ayıklama muhabbetlerimiz artık yok. Toplanıp birlikte Tarhana yapma, yemek pişirme muhabbetleri artık kalmadı. O komşuluk ilişkileri kalmadı. Ben de çocukluğumdan yola çıkarak biraz kendi anılarımdan, meselâ bir Yasemin ağacı vardı bizim evimizin önünde ve benim orada çok güzel anılarım yer almıştı. Örneğin Dedem her zaman o Yaseminin altında otururdu. O hatıralar bende hep yer almıştır ve onu belirtmek istedim kitapta. Bu tarz duyguları, anıları da anlatmak istedim. Dediğim gibi çok siyasi konulara girmedim. Aşkın ön planda olmasını istedim. Tabii o konulara da değinmek gerekirdi kitabın kurgusu içerisinde. 

Kitabın arka kapağında, "gerçek bir aşk hikâyesinden esinlenerek kurgulanmıştır" denilmekteydi.  Alkapon'ın bahsettiği Dedesi  ile Anneannesinin hikâyesi. Bu olay onu çok etkilemişti sanırım. Dedesi hayattayken kendisine bu aşk hikâyelerini anlatmış mıydı!

Dedem çok konuşmayı seven birisi değildi. Genelde annem bahsederdi onlardan. Ben bu kitabı yazmaya başladığımda anneanneme sordum nasıl oldu olay, yani aşk hikâyeleri. Yıllar önce Dedem 2. Dünya Savaşı'na katılmıştı. Savaşın son yıllarıydı. Geri geldiğinde anneannemle karşılaşır. Tabii bizim olayımız Samanbahçe'de geçer gerçek olay yeri burasıydı. Dedem anneanneme aşık olmuş ama anneannemin abisi buna razı olmaz. Dedem de o zamanlar toy delikanlı, anneannemi alıp kaçırır evlenirler. O konudan yola çıktım ve kitabı kurguladım. Kitabın tek gerçeklik payında iki karakter var, iki kardeş Bekir ve Mehmet. Sadece onların hikâyelerini, orijinal olarak yazdım. Tabii Bekir ismini verdim o karaktere, değiştirmem lâzımdı. Bana Dedemin adını verdiler Şevket olarak. Ama o aşkı yazabilmek için isim değiştirmem gerekti, çünkü kardeşimin adı da Şifa. İşte kurguda bu şekilde isimleri değiştirince farklı karakterler girdi olaya. Ama kitabın gerçeklik payı olduğu tek kısım dediğim gibi, Bekir ve Mehmet'in geçmişte yaşadıkları hikâye ve birbirlerine olan bağları. Meryem karakteri olsun diğer karakterler olsun onlar tamamen kurgu.

Bunun yanında tarihsel anektotlar yaratıyor ve bu vesileyle de bilgiler veriyor okura. Tabii sadece 2. Dünya Savaşı değil, örneğin Kıbrıslı Türkler'in mücadele tarihinin başladığı o "teşkilat" dönemi dediğimiz dönem de zaten kitabın ortasından itibaren okuru o dünyaya götürüyor ve sonuna kadar o teşkilat döneminde Kıbrıslı Türkler'in neler yaşadığını da anlatıyor. Ama burda en önemli noktalardan biri, ki kendisi de bahsetmiştir, kitap şövenist ve kışkırtıcı duygular içerisinde yol almıyor. Hayatın ve gerçek bir varoluş mücadelesinin insanlar ve aileler üzerinde nasıl bir etkisi olduğu yansıtılıyor. Bu bir kurgu aslında. Bunu nasıl kurguladığını, kurgularken nasıl düşündüğünü ve kağıda bu düşünceler düşerken düşlediklerinin tamamını da aktarabildi mi diye merak ediyorum...

Kurguyu yaparken gerçek hayatta Dedem Lefkoşa civarındaydı. Benim hikâyem ise daha çok Karpaz bölgesinde geçmektedir. Ve bunu kurgularken yine araştırdım yine röportajlar okudum, hani işte silah o köye nasıl gönderilirdi, nasıl muhafaza edilirdi toprağın altında gibi bilgileri toparladım. Böylesi bir ortamda yoldaki Rum polisleri nasıl davranırdı Kıbrıslı Türklere. Araştırarak, büyüklerimizin anılarını dinleyerek, çocukluk yıllarımdan gelen anılarla, bilgilerle bir şekilde harmanlamaya çalıştım. Ama kitabımda fark ettiyseniz sadece kötü Rumlardan bahsetmedim. Kıbrıslı Türklere yardımcı olan Kıbrıslı Rumlar da var bu hikâyede. Onları destekleyen koruyanlar da var bir köyde. Meselâ Yakup'u kurtaran bir Kıbrıslı Rum var. Karma bir köydeydiler ve bu olaylar çıkmadan önce kardeşçe yaşayabiliyordu iki toplum. Tabii ondan sonra olaylar çıktığında arada bir düşmanlıklar da oldu. Ve dediğim gibi çok fazla düşmanlık içeren bir hikâye yazmak istemedim. Daha çok sevginin, aşkın dostluğun önde olduğu birşeyler yazmak istedim. Ve kurguyu yaparken de finali yazmam için böyle birşey yapmam lâzımdı. Orada aslında seven bir erkeğin, bir babanın ailesi için neler yapabileceğini göstermek istedim.