“Ses nerede biter, sessizlik nerede başlar?”

Serkan Soyalan

1971 yılının sonbaharında İtalya’nın güneyinde, tarihî kalıntılar arasında bir müzik belgeseli sessizce kaydedildi.  Pompeii’nin antik tiyatrosu, Amphitheatre of Pompeii’de 4-7 Ekim 1971 tarihleri arasında dört gün boyunca Pink Floyd, seyircisiz bir “canlı” performans için kamera ve kayıt ekipmanlarının karşısında sahneye çıktı. 

***
Efsane grubun bu canlı performansı, uzunca yıllar toprak altında sessizliğe bürünmüş olan bu antik amfi tiyatronun, modern kayıtlara geçen ilk büyük rock performansıydı.
Pink Floyd’un bu performansı belgesel bir çalışma için gerçekleştirilmişti.

***
1972’de yayınlanan “Pink Floyd: Live at Pompeii” adlı film, yönetmen Adrian Maben tarafından çekildi.
Maben’in fikri, klasik bir konser görüntüsünden ziyade hem mekânın tarihî ağırlığını hem de müzikal performansın yoğun atmosferini yakalamaktı. 
Filmde özellikle dikkat çekici olan, seyircinin olmaması, sadece grubun olması... Düşünsenize Pnk Floyd üyeleri, antik taşların arasında, Pompeii’nin ölüm sessizliğinde şarkılarını söylüyor.
Bu antik tiyatronun içinde gezinirken, dakikalarca o konserin atmosferini düşündüm. Zaman makinesi olsa ve o anlara gidebilseydim.
Ortada seyirci yok, çığlıklar yok, sadece rüzgarın, boş taş sıraların ve mikrofonların duyduğu bir “bekleyiş” var. Bu atmosferi hissetmek, aslında belgesel filmin özünü anlamak demek...
Pink Floyd burada bir konser vermiyor; bir ritüel yapıyor.
Bu düşünceler kafamda dönerken, hemen amfi tiyatronun içinde bulunan sergileme odasında, Pink Floyd’un Pompeii konserlerinin afişleri imdadıma yetişti.
Onları incelemeye durdum...

***

Pink Floyd’un o konserde seslendirdiği başlıca şarkılar,  “Echoes, Part 1”, “Careful with That Axe, Eugene”, “A Saucerful of Secrets”, “One of These Days”, “Set the Controls for the Heart of the Sun”, “Mademoiselle Nobs” ve “Echoes, Part 2” oldu.

***
Bu organizasyonda mekân olarak Pompeii’nin seçilmesi, başlı başına büyük bir olaydı. 
Antik Pompeii’nin taşları, volkanik külleri, yarım bin yıllık sessizliği önünde bir rock grubu performans sergiliyor. Buna, sadece bir konser, bir sahneleme değil; aynı zamanda tarih ile müziğin kesişiminde bir kurgulama olarak da bakabiliriz. 
Yani Pink Floyd buraya “rock konseri vermek” için değil, müziği mekânla birleştirmek için geldi. Bir anlamda ‘zaman dışı’ bir an yaratıldı. Bazı müzik otoriteleri bu konseri, “Rock Arkeolojisi” olarak tanımladı.

***
1971 yılına baktığımızda bu yıl, tam olarak grubun büyük çıkışının öncesi dönemine tekabül ediyor. 
“The Dark Side of the Moon” albümünün hazırlıklarının yapıldığı günler... Grup yeni biçimler arıyor, deneysel alanları zorluyor. 
Belgesel filmde ayrıca o albüme hazırlık sürecinden sahneler de yer alıyor. 
Pink Floyd’un, Pompeii performansı hem bir “kısım kapanmadan önce” hem de “kısmî bir açılım” anı olarak kayda geçiyor.

***
Belgesel film yalnızca müzik değil; görüntülerle, antik taşlarla, gölgelerle, gün batımı ışıklarıyla bir atmosfer yaratıyor. 
Kısacası, burada müzik ile görsel arasında güçlü bir senkronizasyon var ve bu senkronizasyon mekânın kendisiyle birleşiyor. 
Çalışma, klasik bir konser kaydından ziyade bir sanat enstalasyonu gibi duruyor.

***
Konser için mekân seçiminin sıradışı olması, bu konserin onlarca yıl sonra bile konuşulmasını sağladı.
“Antik Roma amfitiyatrosunda seyircisiz bir rock performansı” kimin aklına gelirdi...
Bu belgesel çalışma, hem rock sinematografisi açısından bir kilometre taşı hem de belgesel/performance sanat açısından ilham kaynağı oldu. 
Ve bu anlamda, Pink Floyd’un bu adımı bir konser kaydından çok bir “sanat deneyimi” olarak okunabilir.

***
Antik tiyatronun ortasında 1971’in modern kayıt cihazları, kablolar, mikrofonlar…
Bu çelişki bilerek korunmuştur. Antik taşların arasında 20. yüzyılın elektronik sesleri yankılanır. Bu görüntü, insanlığın tarih boyunca teknolojiyi, müziği, duyguyu nasıl iç içe taşıdığının bir alegorisi gibidir.
Pink Floyd burada “zamanlar arası” bir sahne kurar: geçmişin taşlarıyla geleceğin sesleri buluşur. Bu yüzden konser değil, bir “zaman köprüsü” gibidir.

***
Pompeii, milattan sonra 79’da bir felaketin sessiz tanığı olmuş bir şehir. O taş amfitiyatro, binlerce insanın neşesine, öfkesine, ölümüne tanıklık etmişti. 
Pink Floyd, bu sessizliği yeniden uyandırmak için oraya gitti. 
Seyircisizlik, aslında bir yokluk değil; bir “varlığın başka bir biçimi.” 
Grup, bu boşlukta, geçmişin yankılarını dinliyor gibiydi.

***
Belgesel filmin yönetmeni Adrian Maben, “seyircisiz konser” fikrini bir tesadüfle bulmuştu. 
Rivayete göre, Maben, Pompeii kalıntılarını gezerken cüzdanını kaybediyor. Geri döndüğünde antik tiyatroda tek başına kalıyor ve etrafındaki sessizlik onu büyülüyor. O anda “Bu mekânda bir konser filmi çekmeliyim” diye düşünüyor.
Yani film, aslında bir kayıptan doğuyor...  Hem literal hem sembolik bir kayıptan.

***
Belgesel film boyunca grup üyeleri neredeyse birbirleriyle de çok az iletişim kurarlar. Konuşmazlar. Sadece çalarlar. Bu da bir tür meditatif duruma işaret eder.
O sessizlik, Pink Floyd’un müziğine sinmiş olan zaman, yalnızlık ve bilinç temalarının görsel karşılığıdır. Örneğin, “Echoes”un açılışındaki uzun, derin bas tonları, o boş taş duvarlardan yankılanırken bir tür sonsuzluk hissi yaratır. 
Ya da bir diğer deyişle, seyirci gürültüsüyle değil, antik taşların yankısıyla iletişim kurulur.

***
Pompeii’nin sessizliği sadece tarihî değil, doğaldır da. Kuş sesleri, rüzgar, uzaktan geçen bulutlar… Film boyunca bu doğal sesler müziğe karışır. Bu, Maben’in bilinçli bir tercihidir. Pink Floyd’un müziği doğayla konuşsun, ister.
Görüntülerde Vezüv’ün gölgesi, lav taşları, gri gökyüzü… Hepsi müziğin tonuyla bütünleşir. Özellikle “Careful with That Axe, Eugene” sırasında o volkanik patlama sahneleri, filmde doğanın gücüyle insanın içsel patlamasının paralelliğini anlatır.

***
Pink Floyd, Pompeii konserinde müzikle bir şey “anlatmaz”. Daha çok bir şey “sorar”:
“Ses nerede biter, sessizlik nerede başlar?”