Seller ve öncesi, sonrası…

Yağmurların yağması bizi endişelendirmemeli, korkutmamalı… Hatta sevindirmeli, umutlandırmalı ancak ne yazık ki öyle olmuyor… Yağmurlar biraz fazla düşünce seller alıyor yaşadığımız yerleri… Özlediğimiz veya çok istediğimiz suların gür

 

 

Yağmurların yağması bizi endişelendirmemeli, korkutmamalı… Hatta sevindirmeli, umutlandırmalı ancak ne yazık ki öyle olmuyor…

Yağmurlar biraz fazla düşünce seller alıyor yaşadığımız yerleri…

Özlediğimiz veya çok istediğimiz suların gürül gürül aktığı bir doğa, şehirlerin içinde çıkıyor karşımıza…

Parkeleri yerinden söküyor, kaldırımlar dağılıyor, arabaları sel alıp gidiyor, evleri sular basıyor, temeller açığa çıkıyor…

Son olarak geçtiğimiz Perşembe akşamı Girne ve Boğaz bölgesi böyle bir doğa olayıyla karşılaştı. Bu durumu doğal afet olayı haline ise biz getiriyoruz, yani insanlar…

Evet, sel, yağmur doğa olayı ama sellerin önüne çıkanı alıp gitmesi, parkeleri sökmesi, ağaçları yolun içine atması, yolların göl haline gelmesi hep bizim işimiz…

Perşembe akşamı Lefkoşa’dan iş çıkışı Girne’ye giderken dağ yolundan, yani Değirmenlik tarafından gitmek durumunda kaldım. Gönyeli çemberinden Girne yolu kapanmış, polis Değirmenlik ve Çamlıbel tarafına yönlendiriyor araçları... İyi ki Çamlıbel tarafını seçmemişim çünkü biraz sonra orası da trafiğe kapatılmıştı.

Değirmenlik tarafından Girne’ye doğru inerken Çatalköy’de başlayan yağmur, Karakum’a doğru ilerlerken şiddetini artırıyor, iri taneli dolu yağmaya başlıyor. Arabanın kaportasına ve camlarına vuran doluların sesi camları kırıp içeriye girecek gibi şiddetliydi.

Yanımda kızım ve iki arkadaşı da var. Bu durum hem sorumluluğu artırıyor, hem de korkuyu…

Yer yer kesik elektrikler ve havanın getirdiği karanlık da ortalığı zifiri yapınca arabaların farları yolu aydınlatmaya yetmiyor. Yollar zaten göl olmuş, yolda mı gidiyoruz yoksa çıktık mı yoldan belli değil… Kenara çekip durmak da riskli çünkü bir araba o karanlıkta üzerinize çıkabilir. Böyle bir ortamda yavaş yavaş ilerlerken Karakum Lemar önünde oluşmuş gölet içinde kalan arabalar çıkıyor karşıma… Yol kapandı, arabaların motorları söndü, göletin içinde bekliyorlar.

Açıkgözlük! edip Lemar’ın park yerine girmeyi başarıyorum, bir üstteki yoldan Bellapais ışıklarına çıkıp oradan eve gidebilmek amacım ama ışıkların önü de gölet olmuş. Orada da arabalar gölet içinde kalmışlar, yolu kapamışlar. Yine yol üzerindeki restoranların olduğu biraz yüksekçe yerde beklemek durumunda kalıyorum bir süre… Dağdan aşağılara, şehrin içine akan sel suları gürül gürül boş bulduğu yerden denize doğru gitmeye çalışıyor. Çağlayan olsa, nehir olsa mutlulukla seyredeceksiniz o görüntüyü ama şehrin içinden, sizi de alıp götürecek şekilde akan suyu görünce korkuyorsunuz.

Neyse biraz sonra birazcık olsun azalan sel sularına cesaret toplayıp dalıyoruz arabayla… Sel arabalara vuruyor, arabalar seli yarmaya çalışıyor. Yarabilen var, yaramayan ve orta yerde kalan var. Bir korkunç gece öyle geçiyor ama ertesi sabahın ışığında yukarıda yazdığım selin bıraktıkları ortaya çıkıyor.

Yağmurun suçu mu, akan suyun felaketi mi?

Hayır.

Derelerin içine bina izni verenler, her yeri betona boğanlar, suyun yatağında akmasını engelleyenler bu durumun sorumlusu ve bu sorumlulardan hesap sorulması gerekiyor ama bizim ülkemizde bu ilk değil. Ne de son olacak!

Lefkoşa-Girne yolu yapılırken de doldurup doldurup asfalt dökenler, yağmur suyunun bir taraftan diğer tarafa akması için bir küçük delik bile bırakmayanların yüzünden sular yolların üzerinde gölet oluşturuyor. Yolun kenarında ve etrafında bulunan ağaçları budayanlar ise o dalları orada bırakmışlar. Sel suları o dalları yolun ortasına taşıyınca yollar kapanıyor.

Biz hâlâ akıl koyacağız. İstediğimiz yere bina, keyfivari şekilde yol yapmaya devam ediyoruz.

Doğayı hiç dikkate almıyoruz, o da bize zamanı geldiğinde yanıtını veriyor. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri