Seçimler, Siyaset ve AVM’de Alış-Veriş!

Niyazi Kızılyürek

                                           

Kıbrıs Türk toplumu 7 Ocak günü sandığa gidecek ve 50 milletvekili seçecek. Milletvekillerinin partilere dağılımına göre de yeni bir hükümet kurulacak.

Kıbrıs’ın kuzeyinde eğer siyaseti fırsattan yararlanarak kendiniz için bir Alış Veriş Merkezinde alış veriş yapmak olarak görmezseniz ve gerçekten kamu yararı için siyasetle iştigal etmek, alternatifler üretmek ve hükümet etmek istiyorsanız, işiniz çok zordur.

Kuzey Kıbrıs kelimenin tam manasıyla bir olağanüstü hal coğrafyasıdır. Siyasetten ekonomiye, spordan eğitime kadar, hayatın bütün alanlarında kendine has sorunları vardır. Örneğin şeffaf olarak işleyen bir piyasa ekonomisi söz konusu değildir. Kayıt dışılık yaygındır. İşleyen bir vergi sistemi yoktur. Tüccar dediğiniz kişi mal satmak için neredeyse sattığı malın değeri kadar “teşvik primi” almaktadır. Sanayi üretimine yönelen yatırımcı sayısı çok azdır. Özelleştirme gerçek rekabet ortamı olmadığı için, kamu yararı gözetilmeden yapılacak bir “devretme” işleminden başka bir şey olamaz. Rekabet olmadığı için yurttaşa daha ucuz ve daha kaliteli hizmet vermek söz konusu değildir. Özelleştirmeye yöneldiğiniz zaman iktisadi birimlerinizi Türk sermayesine devretmekten başka bir seçeneğiniz yoktur. Yani, AB’nin öngördüğü özelleştirme politikalarının Kuzey Kıbrıs’ta şartları yoktur.  Kamu sektörünü ayakta tutmak ve güçlendirmek de maalesef ancak Türkiye’nin korumacılığı altında mümkündür. Kıbrıs Türk toplumunda “piyasa güçleri” her tarafa yayılan bir patronaj sistemiyle siyasete endekslidir.

1974-Düzeninin doğası budur. Siyasi bir birim olarak Kuzey Kıbrıs, patronaj ilişkisi içinde her şeyiyle Türkiye’ye endekslenmiştir.

Kısacası, liberal, sosyal, demokratik bir düzenin temel dayanakları olan hukukun üstünlüğü, öngörülebilirlik, kurumsal çerçevenin sürekliliği, üretim, adil bölüşüm ve şeffaflık çarpık yapılardan maluldür.  

Böylesi bir ortamda seçime giderken şu soruları sormalıyız: hangi siyasi partiler bu çarpık yapılara karşı mücadele edebilir, reform yapabilir, şeffaf olabilir, kaba popülizm yerine demokratik değerleri benimseyebilir?

Türkiye bir yandan Kuzey Kıbrıs’ta kamu harcamalarını kısıtlayan neo-liberal politikaların peşindedir, öte yandan da Kıbrıs Türk toplumunun kültürel dokusuna müdahale etmektedir. Hangi siyasi güçler, bu politikalara karşı direnebilir, esaslı reformlara yönelebilir?

Bu seçim kampanyası boyunca Kıbrıs Sorunu pek gündeme gelmedi. Fakat Kıbrıs Türk toplumunun en temel sorunu Kıbrıs Sorunudur ve eğer bugün Kıbrıs’ın kuzeyi bir olağanüstü hal bölgesi ise, bu Kıbrıs Sorunu yüzünden böyledir. Bu noktada da soracağımız sorular şunlardır: hangi siyasi güçler Kıbrıs Sorununun çözümü yönünde yapıcı politikalar üretebilirler? Adada federal bir devlet kurmak ve iki toplumun barış içinde yaşamasını sağlamak için hangi siyasi güçler esaslı katkılar yapabilir?

Sağlıklı siyasi karar vermek demek, siyasi güçler arasındaki farkları doğru tespit etmek ve ona göre tercih yapmak demektir. Örneğin hiçbir siyasi ve etik değere sahip olmayan, tek mahareti Türkiye’nin taleplerini yerine getirmek olanlar veya ortak değerlere sahip olmadıkları halde AVM’de alış veriş için bir araya gelmiş gibi siyasi partilerde toplaşan fırsatçılar ile, belirli bir dünya görüşü çerçevesinde daha iyi yarınlar tahayyül eden, ideolojik ve etik değerlere inanan, yeri geldiğinde risk alabilen kadrolar aynı kefeye konabilir mi?

Elbette konamaz!

Kıbrıs Türk toplumunu özne olarak kuvvetlendirmek isteyenlerle, tek derdi koltuk olan ve Türkiye’yi patron-devlet olarak görenler aynı kefeye konabilir mi?

Pırıl pırıl şahsiyetler ile, bin bir yolsuzluğa bulaşmış isimler aynı kefeye konabilir mi?

Elbette Hayır!

Sandığa giderken doğru sorular sormalı... çünkü doğru sorular bizi doğru cevaplara götürür...

Ve asla “hepsi de aynıdır” dememeli... Siyaset sahnesinde AVM’de dolaşır gibi dolaşanlarla, ortaya gönül, akıl, cesaret ve beceri koyanlar aynı olamazlar...