Seçim Öncesi Saptamalarım Seçim Sonrası Değerlendirmelerimdir! 

Niyazi Kızılyürek

Aşağıda, son yıllarda çeşitli vesilelerle dile getirdiğim düşüncelerimi paylaşıyorum. Bunların son seçimlere yeterince ışık tuttuğunu düşündüğüm için, son seçimleri ayrıca değerlendirme gereğini duymuyorum.

‘“Özne” sözcüğünü en çok kullanan toplumlardan biri herhalde Kıbrıs Türk toplumudur. “Özne olmak”, “özneleşmek” gibi kavramlara gündelik hayatta sık sık rastlıyoruz.  Belli ki ortada bir sorun var! Kıbrıslı Türklerin hasretini çektiği bir hasleti, olmadığı ve olmak istediği bir mefhumu anlatıyor bu sözcük!

“Son yıllarda ise toplumu iyice meşgul eder oldu. Yakın tarihinde özerk ve ayrı bir toplum olmak için çok uğraşan Kıbrıslı Türklerin günümüzde özerk bir toplum olarak varlığını sürdürüp sürdüremeyeceği maalesef tartışma konusudur.” 

“Kıbrıslı Türkler tarihsel tepkisel süreç içinde bir yandan Kıbrıslı Rumlar karşısında bir dereceye kadar ayrı ve etkili bir özne olurken, diğer yandan da kendi içinde özneleşme kapasitesinde büyük kayıplara uğradılar. Karşı-özne olabildiler ama kendinde-özne olamadılar. Tehlike olarak gördükleri Enosise karşı direnirken ayrı ve özerk bir varlık olarak örgütlenip özneleşen Kıbrıslı Türkler, öte yandan da sömürge yönetimine ve Türkiye’ye biat etmeye yöneldiler.”

“Kıbrıs’ın kuzeyinde zor ve şiddet yoluyla ele geçirilen topraklarda kurulan devlet Kıbrıslı Türklerin özne olma sorunun çözemediği gibi, hukuk dışına düşen Kıbrıslı Türkler iyice “görünmeyen toplum” haline geldi.” 

“Kıbrıslı Türkler bugün her zamankinden daha büyük oranda kurallarını kendilerinin koymadığı bir dünyada yaşıyorlar. Uluslararası hukukun, ticaretin ve politikanın dışında kaldılar ve Türkiye’ye tam bağımlı bir olağanüstü hal toplumuna dönüştüler. Giderek daha büyük oranda “hesap-dışı” kalan, kendilerini doğrudan ilgilendiren süreçlerin bile “dışarısında” bırakılan bir topluluk oldular.  

“Toplumun tarihinde 1974 yılı önemli bir kırılma noktası oldu. Tarihsel süreç içinde tabi olmayı reddeden ve kendini özne (subject) olarak kuran Kıbrıslı Türkler, 1974’ten sonra tabi olmakla (subject to) karşı karşıya geldiler. “

“Savaşla ele geçirilen coğrafyayla yetinenler için bu durum sorun oluşturmuyor. Onlar Kıbrıs ülkesine çoktan sırt çevirmiş bulunuyorlar. Özne yerine tabi (teba) olmaktan veya ‘Tarih-dışına’ düşmekten huzursuz oldukları söylenemez. Kimi ölü bir kentte yapışacak kadar cansız, kimi başkalarına ait tanklarla Kıbrıslı Rumları korkutacak kadar korkak, kimi Mesarya ovasında devlet tahayyül edecek kadar küçük ve imkansız hülyaların peşinde, kimi de Pantürkist sloganlarla kendini kaptıracak/kurtaracak kadar aç gözlü hayalperest!” 
“Her yerde olduğu gibi, Kuzey Kıbrıs’ta da “her şey akar.” Her şey değişiyor... Fakat yaşadığımız değişikliklerin ne kadarı Kıbrıs Türk toplumunun iradi çabasının ürünüdür? Değişim dediğimiz ve hayatın bütün alanlarında her gün yaşadığımız süreçleri kimler yönetiyor? Değişimler, özne olarak bizim yaptıklarımızla mı gerçekleşiyor yoksa nesne olarak bize yapılanlarla mı? Bu soruların yanıtını vermek için uzun uzun düşünmeye gerek yok. Kıbrıslı Türkler nesneleştiren değişimlerin odağında yer aldıklarını yaşayarak tecrübe ediyorlar.”
“Günümüzde Kıbrıslı Türkler nasıl bir yerde duruyor? Kıbrıs’ın ve Dünyanın Neresindedirler?
Hemen söyleyelim; dünyanın dışındadırlar. Uluslararası topluluğun, uluslararası hukuk ve siyasetin dışındadırlar. Bir anlamda “tarih-dışı” bir toplumdur diyebiliriz Kıbrıslı Türkler için. Olayları başka güçlerle birlikte belirleme veya yönlendirme hakkından, böyle bir statü ve güçten yoksundur.”

“Kıbrıslı Türkler, “Türk-Kıbrıs’ta” ikamet eden fakat söz ve hak sahibi olmayan bir toplum olarak algılanıyor. Yani, bir tür PARYA… Beyaz Türklerden tutun da, bir zamanların Madunları muhafazakar Müslümanlara kadar hepsinin kafasında “Kıbrıs (en az yarısı) Türk’tür” ve Kıbrıslı Türkler bu “Türk diyarında” ancak sınırlı söz hakkına sahiptirler.”

“Türkiye, Kıbrıslı Türkleri aktör olmaktan çıkaran ve kalabalığa dönüştüren bir yönde ilerliyor. Türkiye’nin adadaki demografik, ekonomik, siyasi ve askeri varlığı Kıbrıs Türk toplumunu 20. yüzyılın başındaki gibi demografik, ekonomik ve politik açıdan “cılız” bir topluma dönüştürüyor. Siyaset her gün biraz daha büyük oranda Ankara’dan icazet alan veya almaya çalışan bir takım insanların statü heveslerini tatmin eden bir araç olarak görülüyor. Durum böyle olduğu halde, marazi bir içe büzülme ile sessizleşme bütün hızıyla devam ediyor. Siyaset hem bu durumu teşvik eden, hem de bu duruma tutsak olan bir görüntü çiziyor.”

“Kıbrıs’ın kuzeyinde uluslararası anlaşmaların hilafına şu kadar bin Türk askeri bulunmaktadır. Bu askerlerin varlığı meşru değildir. Türk milliyetçiliğinin “Büyük Türkiye” ve “Yavruvatan Kıbrıs” algısı ve bu algının kuvvet yoluyla hayata geçirilmesiyle karşı karşıyayız. Türk milliyetçiliğinin hegemonik iktidar örgüsü içinde yer alan ve Kıbrıs’ın kuzeyine yerleşen nüfus, kendini “Türk diyarında yaşayan Türkler gibi” görür. Tıpkı Cezayir’de yaşayan ve “Cezayir Fransa’dır” sloganı atan Fransız koloniciler gibi, onlar da “Kıbrıs Türk’tür” sloganı atarlar.” 

“Kıbrıs Türk toplumu 1974 yılında köklerinden sökülerek adanın kuzeyine yerleştirildiğinde “özgürlüğe kavuştuğunu” ve siyasi özne olarak kök salacağını zannediyordu. Fakat geçen yıllar içinde ortaya çıkmıştır ki, Türkiye adanın kuzeyinde Kıbrıs Türk toplumunun kök salmasını, güçlenmesini, özgürlük içinde kendi kendini yönetmesini değil, Türkiye’nin diasporası olacak şekilde yol almasını benimsemiştir.
Nitekim bu politika amacına ulaşmıştır ve Türkiye bugün taşınan nüfusla, ekonomik, askeri ve diplomatik aktöreleriyle adanın kuzeyinde hayatın bütün alanlarda ağırlığını hissettirmektedir. Ayrıca, kurulan patronaj ilişkileri Kıbrıslı Türk elitlerin önemli bir kesimini de Türkiye’ye tabi kılmaktadır.”

“Kıbrıs’ın kuzeyinde özellikle Sağ cenahta yeni türeyen politikacılar siyasi statü elde edebilmek için Türkiye’ye “Evet Efendim” demekte beis görmezler. Sonu nereye varırsa varsın, ister entegrasyon, ister ilhak, her şeye evet demeye hazır görünüyorlar. Yeter ki bir biçimde bir konum sahibi olsunlar. Bu da bize, Kıbrıs Türk yurtseverliğinden çok uzak olduklarını, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yöneten ayrı bir siyasi özne olarak varlığını sürdürmesine dair en küçük bir dertlerinin olmadığını gösteriyor.”

“UBP yurtsever bir parti olmadığı gibi, klasik Türk milliyetçiliğinden de uzaklaşmaktadır. Artık bir tür “diaspora milliyetçiliği” yapmaktadır ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki “diaspora örgütü” gibi davranmaktadır.”

“Özellikle son yıllarda -aslında eskiden de böyleydi- “Efendi en çok beni seviyor” yarışı içinde olan siyasetçilerin sayısında artış olduğunu görüyoruz. Bilmiyorlar ki, Efendi ancak başka bir Efendiye saygı duyar, Köleye değil! 
Kıbrıs Türk toplumu irade, düşünce ve eylemden yoksun olduğu/bırakıldığı sürece varlığı etrafında hep soru işaretleri olacak ve özne olarak saygı görmeyecektir.”

“Asıl mesele, Kıbrıslı Türklerin pejmürde mealidir. Artık her şeyi ile Türkiye’ye bağımlı hale gelen ve bütün kurumlarını tek tek yitiren Kıbrıslı Türklerin en bariz alameti farikası toplum olmaktan çıkıp yavaş yavaş ahalileşmesidir.”

“Kıbrıs Türk toplumu artık varlığını koruyup koruyamayacağının belli olmadığı bir belirsizlik noktasına gelmiş bulunuyor. 1940’lı ve 50’li yıllarda Enosis tehdidi karşısında benzer bir varlık sorunu yaşarken “ahaliden” örgütlü bir topluma dönüşmesinde “bir meşale” etrafında seferber olması önemli rol oynamıştı. Şimdi de “ahali” olmaktan kurtulup siyasi bir varlık olarak yaşamını sürdürmek istiyorsa, bütün gücüyle Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olmaya yönelmelidir. Bunun dışında yapılacak siyasi manevralar Kıbrıslı Türkler açısından “tarih yapıcı” değil, toplumu “tarih-dışı” kalmaya mahkum edecektir.”

“Kıbrıslı Türklerin tarihsel mücadelesinin bir boyutunun soydaşlıktan kurtulmak ve egemen yurttaşlar olmak olduğunu söyleyebiliriz. Seçime doğru yol alırken siyaset sahnesinde iki akımın olduğunu hatırlamakta yarar vardır: ebediyen soydaş kalmak isteyenlerle yurttaş olma iddiasında olanlar. Hayatın her alanında olduğu gibi, önümüzdeki seçimlerde de yarış bu iki cenah arasında geçecektir.” (Bu yazı 2013’te seçim öncesi yazılmıştır)

“Bugün Kuzey Kıbrıs’ta her şeye hükmeden bir Türkiye elçiliği varken, egemen ve bağımsız bir Kıbrıs Türk devletinden söz etmek ve bu devletin Türkiye ile “kişilikli ilişki” içinde olacağını iddia etmek, “mış gibi” yapmaktan başka bir şey değildir. Bu içinden geçtiğimiz karamsar ve kargaşa ortamında belki bazı kesimlere siyasi kariyer yapma imkanı verebilir, çünkü muhtaç ve düşkün insan kendini yanılsamaya kolay kaptırır. Fakat Kıbrıslı Türkleri içine yuvarlandıkları badireden kurtaramaz.”

“1974 sonrasında izlenen politikalar, güçlendirilmiş bir Kıbrıs Türk toplumunun ortağı olacağı federal Kıbrıs devletine yönelmekten çok, Kıbrıslı Türklerin özne olarak silikleştiği ve Türkiye’nin doğrudan güdümü altına giren bir Kuzey Kıbrıs yarattı. Son yıllarda bu politikalar daha da tırmandırıldı. Ekonomide Türk sermayesinin baskın konuma gelmesi her geçen gün artıyor. Özelleştirme adı altında Kıbrıslı Türklerin kurumları Türk firmalarına devrediliyor. Nüfus mühendisliği yöntemiyle Türkiye yurttaşları giderek artan bir biçimde yurttaş yapılıyor. Kıbrıslı Rumlarla iktidar ve egemenlik paylaşmak için onca yıl mücadele eden Kıbrıslı Türkler iktidar ve egemenlik öznesi olmaktan çok uzak bir görünüm çiziyor.” 

Kıbrıslı Türklerin ekonomik kurumlarını Türk sermayesine aktarmak, egemenlik icra etmeyen, iktidar sahibi olmayan bir toplum görüntüsü çizmek, Kuzey Kıbrıs’ı “Türkiye Cumhuriyeti’ne” (Vilayet olarak da okuyabilirsiniz) dönüştürmek ve siyasetçileri potansiyel “Tayfur Sökmen” (ayrıntılı bilgi için aşağıdaki nota bak) kılığına sokmak, sadece Kıbrıslı Türklerin varlığını tehlikeye atmıyor. Federal çözüm perspektifini de havaya uçuruyor. 
TAYFUR SÖKMEN KİMDİR?
Gaziantep’te 1882’de doğan Tayfur Sökmen, 1’inci Dünya Savaşı’nda, İskenderun’un Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Hatay’ın anavatana katılması için çalışmalara başlayıp Hatay`a gitti. Hatay`da Fransız Ordusu`na karşı milli mücadeleyi arkadaşlarıyla birlikte yürüttü. Ankara Anlaşması`na kadar mücadele eden Tayfur Sökmen, Atatürk ile görüşmelerinin ardından Hatay toprağını kurtarmak üzere vekil seçildi. 14 Ağustos 1938’te Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yaverinin aracılığıyla Tayfur Sökmen’e Devlet Reisi olması için mesaj gönderdi. 2 Eylül 1938’de bugünkü Gündüz Sineması`nda ilk kez toplanan Hatay Millet Meclisi, Hatay Devleti`ni kurdu. Tayfur Sökmen de oybirliğiyle Hatay Devleti Cumhurbaşkanı seçildi. Sökmen, 3 Mart 1980’da İstanbul`da hayatını kaybetti. Hatay ise 1939’da anavatana katıldı.”

“Bugün Kıbrıslı Türklerin Türkiye nezdindeki konumu “taşrada yaşayan soydaşlar” algısından öteye geçmiyor. Kıbrıs Cumhuriyeti nezdinde ise hükümsüz bir ahali…”

“Kıbrıs Türk toplumu hem Kıbrıs Cumhuriyeti hem de Türkiye Cumhuriyeti nezdinde “Görünmeyen Toplum” oluverdi.” 

“Mehmet Ağar, bir süre önce Bahçeşehir Üniversitesi’nde düzenlenen ‘Siyaset Okulu’nda bir konferans verdi ve derin devletle ilgili bir soruyu yanıtlarken, Hrant Dink’in öldürüldüğü caddeye atıfta bulunarak, “derin devlet Halaskargazi Caddesi’nde gezmez” dedi ve derin devleti nerelerde görebileceğimizi şu sözlerle özetledi: “1938’de Hatay anavatana kavuşturulurken görebilirsiniz, Hatay ve İskenderun’da görebilirsiniz. 1957’de Kıbrıs’ta Türkler katliamla karşı karşıya iken orada derin devletin izlerini Magosa’da, Maraş’ta görebilirsiniz.”

“KKTC’nin kuruluşu törenlerle, gösteri yapan Türk savaş uçaklarıyla ve hamasi nutuklarla kutlanırken, kuruluşunun temelindeki gerçekler unutuluyor ve unutturulmak isteniyor. Kimi “KKTC’nin yoluna devam edeceğinden”, kimi de “tanınacağından” söz ediyor. KKTC’nin bir dış müdahale esnasında uygulanan şiddet ve şiddet tehdidiyle kovulan Kıbrıslı Rumların toprakları üzerinde kurulduğu ve bugüne kadar tanınmamasının temel nedenin bu gayrı meşru durum olduğu gizleniyor. Vicdanların ve hukukun kabul etmediği bu durum, Kıbrıs Türk toplumunun kolektif belleğinden silinip “doğallaştırılmak” isteniyor.”

“Recep Tayyip Erdoğan’ın giderek otoriterleşen tutumu ve dinsel değerleri topluma dayatmayı hedefleyen Kültür Savaşı Kıbrıs Türk toplumuna da yansıtıldı. Kıbrıslı Türklerin “zındık” olduğu hatırlandı ve Kıbrıs’ın kuzeyini “İslamlaştırma” çabalarına hız verildi. Bol bol cami yapımına geçildi ve din kursları yaygınlaştırıldı.” 

“Zaman zaman AKP’liler tarafından sözlü saldırı ve aşağılamaya da uğrayan Kıbrıslı Türkler günümüzde laik Kıbrıslı Türk kimliğine dört elle sarılıyor ve AKP’nin dayatmak istediği yaşam biçimine elinden geldiğince karşı koyuyor. Ekonomi ve diğer maddi alanlarda Kıbrıslı Türkler üstünde tahakküm kuran AKP, toplumsal ve kültürel alanlara nüfuz etmekte zorlanıyor. Her şeye rağmen manevi alana Kıbrıslı Türkler hükmediyor ve AKP’nin Kültür Savaşına karşı kültürel kimlikleriyle direnmeye çalışıyorlar.”

“Giderek daha büyük oranda milliyetçiliğe eklemlenen AKP’nin bazı kurmayları, bakanları ve danışmanları “ilhaktan” bazıları da “iki ayrı devletten” veya “konfederasyondan” söz ediyor. Kıbrıslı Türklerin büyük bir kesimi bu noktada da AKP’nin karşısında duruyor. En gerçekçi çözümün adada federal bir devlet kurmak olduğunu bilen ve toplumun kurtuluşunu burada gören Kıbrıslı Türkleri önümüzdeki dönemde zor bir mücadele bekliyor.”     

“AKP’lilerin gözünde Kıbrıslı Türklerin yeteri kadar “Müslüman olmadığı” açık. Ve Türkiye’de olduğu gibi, Kıbrıs’ta da “dindar kuşaklar” yetiştirmenin elzem olduğunu düşünüyorlar. 
Bu anlayışla yola koyulan AKP, Kıbrıslı Türklere karşı bir yandan din temelli kültürel ırkçılık uygularken, diğer yandan da ekonomik kuşatmayla Kıbrıs Türk toplumuna ayar vermeye çalışıyor.”
“Türkiye’de olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de ekonomi ve siyaset alanlarına hakim olan AKP hükümeti, hakimiyetini kültür ve manevi alanlara da yaymak istiyor. Bu yüzden de Kıbrıslı Türklere karşı bir “Kültür Savaşı” sürdürüyor.Tarihsel nedenlerle dünyanın en seküler Müslüman toplumlarından biri sayılan Kıbrıslı Türklerin son direnç kalesi olan laik Kıbrıs Türk kültürünü koruyarak güçlendirmek hayati önem taşıyor.”
“Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu uzun zamandan beri “mış gibi” yapıyor. Çünkü büyük bir güç karşısında bulunduklarını ve altta, aşağıda olduklarını biliyorlar. “Mış gibi” yapmanın tipik bir Madun davranışı olduğunu belirtelim ve Madun kavramının içeriğine bakalım.
Madun sözcüğü Arapça edat olan ‘ma’ ve yine Arapça aşağı, alt anlamına gelen ‘dun’ kelimelerinden oluşup ‘aşağıdakiler’ veya ‘alttakiler’ anlamına gelmektedir.
Türkiye karşısında Madun konumunda olan Kıbrıs Türk toplumunun Türkiye ile ilişkilerinde, Madunların her zaman yaptığı gibi, “doğru” ile “hakikat” birbirinden ayrıdır. “Doğru” ile “hakikat” arasında ayırım yapan Kıbrıslı Tük Madunlar “mış gibi” yaparak durumu idare etmeye çalışıyorlar.”

“Kıbrıslı Türkler Bu vahim durumdan kurtulmak için tam otuz yıl gecikmeyle 2004 yılında Kıbrıs devletinin kapısını çaldılarsa da, Kıbrıslı Rumlar devleti bir kale gibi koruma altına aldılar ve kapısını Kıbrıslı Türklere açmadılar.”

“Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Rum toplumu ile bir etki-tepki ilişkisi içindedir, dolayısıyla toplumun yöneliş ve tepkilerini belirleyen sadece kendi tercih ve eylemleri değil, büyük oranda Kıbrıslı Rumların tavırlarıdır. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklere karşı ne kadar tutuk ve mesafeli olursa, Kıbrıslı Türklerin çözüme katkıları da o kadar sınırlı olacaktır.” 

“Kıbrıs Rum toplumuna yön verenler şunu iyi anlamalıdırlar ki, zamana oynayacak zaman yoktur! Kıbrıs Sorununu federal devlet modeli ile çözüme kavuşturmak ya şimdi olacak ya da hiç olmayacak. “Now or Never...”
Şunu da hesaba katmalıdırlar ki, federal devletin alternatifi “iki devletli” çözüm değildir. Kıbrıs’ın kuzeyi ayrı bir devlet olarak tanınmayacak. Nüfus, sermaye ve siyasi elitler bakımından tamamen Türkiye’ye kayacak ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini sorgulamaya devam edecek.”