Meydanın ortasında sakallı bir adam, elindeki mikrofonla ilahi okuyor, besmele çekiyor. Birkaç adım ileride bir siyahi, soprano saksafonla caz çalıyor… Dans ediyor bir genç kız, burnundaki boncuklar titreşiyor, saçlarından alevler dökülüyor adeta… Az ileride İncil’i tanıtıyor, İsa şapkalı bir genç…
Soydaşlık değil, yurttaşlık hakkı öne çıkıyor; farklı sesler ve suretler birbirine karışıyor.
Sokaklarda cinsel yönelimiyle, inancıyla, sosyal statüsüyle, etnik kimliğiyle, kökeniyle, rengiyle farklı insanlar…
“Yüksek Mahkeme’den tarihi karar: Trans kadınlar, kadın değildir” yazıyor Metro gazetesinin manşetinde… Bir köşe yazarı, aylık çocuk desteğinin 18 yaşına dek 110 sterlin olmasını eleştiriyor, yalnız anneleri gündeme getiriyor.
Tam saatinde geliyor otobüsler ve trenler; her caddede bisiklet yolları, yürüme mesafesinde yeşil parklar…
Manchester’de güneşli bir gün… “Harika” diyor, kül rengi zamanlardan usanmış evlat…
***
Bir hafta oluyor İngiltere’ye geleli… Yaşadığın ülke peşinden geliyor pek tabii… İnsanın değişmiyor gündemi…
Boş boş bakan adamı, olanca entrika ile bir koltuğa oturtanlar, şimdi rahatlıkla “boş bakan” diyorlar, yüzüne gözüne… Kendini “Başbakan” sanmışken birileri kaosun orta yerinde…
Elini veren kolunu kaptırıyor, haysiyetini unutan benliğini ve kelle paça birbirine karışıyor…
Yine aynı plak çalıyor: Rumcular!
Elbette “cızırdıyor” artık…
Bir asır olmuş, hep aynı fütursuz ezgi….
O nedenle hazmedilmiyor Kıbrıslı kimliği…
Yoksa nasıl “bölecekler” sizi?
***
İnancı gereği başını örtmek isteyen kızımız, İlahiyat Koleji’ne almış kaydını, meğerse…
İlk günden çözüm üretmek böylesi kolayken…
Niyetlerinin aslında çok başka olduğu ortaya çıkıyor….
Kıbrıslı Türklere yapılan onca hakaretin, tahkirin, saygısızlığın sebebi, makam ve statü uğuruna sergilenen edilgen duruş, biat ve mutlak itaat değilmiş gibi dudak büzüyor şimdi birileri…
***
Yağmurlu bir gecenin sabahında, masmavi bir gökyüzü…
Bir günde değişiyor mevsim Britanya’da…
Adada aynı köhnelik…
Tatar “yüklü tazminat” istiyor bizden…
Arsız!
İstediği tazminatı ömrümüzce bir arada görmedik biz…
“Oy kaybı” yaşamış da “mağdur” olmuş.
Bir siyasetçinin oy kaybı yaşadığı için gazetecileri hedef göstermesi nasıl bir kafaysa öyle…
5 yıl geçse de dinmiyor içindeki his… Müdahaleyle seçildiği gerçeği, boğazını sıkıyor her daim… Hep aynı travmayla yaşıyor, hep aynı saklı mahcubiyet…
O yazılanlar doğru olmasa, toplum böylesine aşağılanmazdı bugün…
***
Sıra kendilerine gelmeyecek sanmışlardı değil mi?
Yine yanıldılar.
Siyasi ikbal ve güç nereden gelmişse, aynı yerden geldi hakaret…
Ellerini verdiler, kol da gitti, kelle de…
Şimdi mağduru oynuyorlar ya…
Sebebi yine kendileri…
***
O söz hep aklımda: Ulus kurgudur, yurt insan hakkı…
Yurdumuza sahip çıkmalıyız.
Ortasından da yarısından da bölmeden…
Kimselere boyun eğmeden…