Savaş travmalarını resim çizerek atlatan gazeteci…

Sevgül Uludağ

OBSERVER gazetesinden Killian Fox’un yazdığına göre, Guardian gazetesi için Ortadoğu’da savaş muhabirliği yapmakta olan Ghaith Abdul Ahad, bu ağır göreve katlanabilmek için savaşın suluboya resimlerini çiziyor… OBSERVER’de yer alan bu yazıyı okurlarımız için derleyerek özetle Türkçeleştirdik. Yazı özetle şöyle:

***  Geçtiğimiz Temmuz ayında Irak ordusu IŞİD’e karşı dokuz ay boyunca savaşıp da Musul’u kurtarırken, Ghaith Abdul Ahad kendisini bu eski şehirde uyduruk bir mevzide bulmuş… Bina o kadar hasar görmüş ki, aslında bunun geçmişte ne olduğunu anlamak mümkün değilmiş… Bir alışveriş merkezi miymiş burası yoksa bir otel miymiş, belirsizmiş…

***  “Zemin öylesine çökmüştü ki, yürümek bile kolay değildi… Askerler burada uyuyorlardı, çevrelerinde çürümüş cesetler vardı… Birkaç sokak ötede IŞİD’in zayıf bir direnişi vardı… Havadan bombardımanlar hala devam ediyordu… Tetikçilerin ateş açtığını da duyabiliyordunuz…” diyor.

***  Binanın dışındaki eski şehir yıkıntılar içerisindeymiş… Abdul-Ahad, o güne kadar böylesi korkunç bir yıkımla karşılaşmamış…

***  “Son ondört yıldan bu yana Suriye, Yemen ve Irak’taki savaşlarda savaş muhabirliği yaptım ancak Musul’daki eski şehirdeki gibi herhangi bir devasa yıkımla karşılaşmadım” diyor… “Orada artık sokaklar diye bir şey yoktur, sokakları göremezsiniz, evlerin ve binaların nerede durduğu hakkında hiçbir ipucu yoktur. Devasa bir beton ve yıkıntı denizidir…”

***  Abdul-Ahad bu savaş bölgelerinde hem kamerasını, hem de not defterini kullanıyor… Guardian’a geçtiği haberlere kendi çektiği fotoğrafları ve videoları gönderiyor… Ancak son birkaç yıldan bu yana gördüklerine bir anlam verebilmek amacıyla bir başka yöntem daha kullanmaya başladı: bir çizim defteri, suluboyalar ve penalar… Musul’daki askeri nöbet noktasından baktığında, IŞİD burayı almadan önce 2014’te ziyaret etmiş olduğu bir binanın pencerelerini görmüş… Musul’daki görevi tamamlanınca bu pencerelerin ve binanın resmini çizmeye başlamış…

***  Aslında suluboya resim yapmak, Abdul-Ahad için yeni bir şey değil. 2004 yılında gazeteci olmadan önce Bağdat’ta bir mimarmış ve skeçler çizmek onun hep yaptığı bir şeymiş… “Mimariyi de resim çizmeyi sevdiğim için seçmiştim” diye anlatıyor.

***  2003’te ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle birlikte Abdul-Ahad, gazeteciliğe geçmeye karar vermiş… Amerikan tankları Bağdat’a girdikten sonra Abdul-Ahad  Guardian gazetesi için önce çevirmek olarak çalışmaya başlamış, sonra New York Times için bazı düzenlemelere yardımcı olmuş. Bir yıl sonra da Guardian gazetesinin Ortadoğu muhabiri olmuş. 2008 yılında İngiltere, 2014 yılında da Orwell gazetecilik ödüllerini kazanmış.

***  Bir konferansta onun çizimlerini gören Guardian uluslar arası haberler editörü Jamie Wilson, ondan çizimlerle süsleyeceği Türkiye’deki Suriyeliler’le ilgili bir haber yazmasını istemiş ve bu Nisan 2016’da yayımlanmış…

***  O noktadan sonra da Abdul-Ahad, çizim defterini gittiği her yere götürmeye başlamış… “Kurşunlar çevrenizden geçerken çizim yapamazsınız… Suluboyalarınızı alıp bir savaş bölgesinin ortasına gidip oturamazsınız. Bu delilik olurdu… Ben penayla kağıda ortalık sakinleştiği zaman hızlı çizimler yapıyorum ve daha sonra otelime ya da İstanbul’daki evime döndüğümde bunları suluboyalarımla çalışıyorum” diyor.

***  “Bir fotoğraf çekeceğime, çizersem bunun haberi yazacağımda daha çok şeyin aklımda kaldığını fark ettim” diyor. Bunu bir röportaj yaparken kayıt cihazı kullanmak yerine not tutmaya benzetiyor. “Kayıt cihazı kullandığınızda karşınızdakinin ne söylediğine çokluk dikkat etmezsiniz, nasılsa bantta vardır her şey dersiniz…” diyor. Kameralarla da durumun böyle olduğunu söylüyor… “Her şeyi kaydettiğiniz için buna daha sonra laptopunuzda bakabileceğinizi düşünürsünüz…”

***  Şimdi bir savaş muhabiri olarak Irak, Suriye ve Yemen’deki deneyimleri hakkında bir kitap yazıyor ve şu ana kadar yaptığı 100 kadar çizim de bu kitapta yer alacak.

***  Savaş bölgelerinde gördükleri ve yaşadıklarına için çizim yapmak ona bir başka biçimde de yararlı: Orta Doğu’da yaşamış olduğu travmalarla başa çıkabiliyor böylece. Bir gazeteci olarak en az iki kez tutuklanmış – birinde Taliban tarafından 2010’da Afganistan’da, sonra da 2011’de Libya’da Kaddafi taraftarlarınca tutuklanmış…

***  “Zor bir yerde olduğunuzda, bir savaş bölgesinde, çizim yapmanın son derece tedavi edici bir eksersiz olduğunu farkettim… Bu bir tür arınma sürecidir ve rahatlatıcıdır…” diye konuşuyor…

***  “Bu çizimlere baktığınızda, mesela Yemen’deki 500 yıllık evlerin ikiye bölünmüş ve içindekilerin etrafa saçılmış olduğunu gördüğünüzde, güzel demek mümkün değil… Ancak çizimlerimi güzel bulmuş olmanız hakkında bu çizimlerin size dokandığını ve sizinle konuştuğunu söyleyebilirim sadece” diyor.

***  “Bir mimar olarak çizim yaptığınızda, temiz kenarlar ve çizgiler vardır ve her şey çok saftır. Ancak gazeteciliğe giriştiğinizde gerçekte hiç de saf ve temiz çizgilerin olmadığını, hele Ortadoğu’da böyle bir şey olmadığını anlarsınız” diyor.

***  Bir keresinde Musul’un dışında Irak ordusuyla birlikteymiş… “Her bir bina askeri bir hedefti. Bir gazeteci olarak neler olup bittiğini kaydetmeye çalışıyordum. Ancak askerlerle birlikte bu kentin tünellerinden geçtiğinizde ‘Aman Tanrım! Bu eski bir Osmanlı avlusuydu, harika kemerleri vardı ve şimdi yıkılıyor… Aman bu da eski bir kiliseydi, aman bu da eski bir camiydi ve yok edilmiş’ diyorsunuz… Musul’daki bin yıllık çok eski bir minarenin yıkıntıları arasında durmanın ne tür bir duygu olduğunu size tarif edemem… İşte ayaklarımın dibinde bir tuğla yığınına dönüşmüştü… Elbette insanlar ölürken, binaları kim umursar ki? Ancak içinizde bir başka insan daha vardır, bu görüntülere bakarak tüm bu binaları tekrardan kim yapacak diye merak eder…”

(OBSERVER – Killian Fox – 10.9.2011 – Derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ)


Mağusa’da yeni kazılar…

Kayıplar Komitesi’nin Mağusa’da ikinci bir kazı başlatmış olduğu bildirildi. Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk üye ofisinden aldığımız bilgilere göre, Mağusa’da Derinya’ya yakın ancak askeri bölge olmayan bir noktada kazılar devam ederken, bir de Mağusa içerisinde yeni bir kazı başlatıldı.

1963 ve 1974 “kaybı” Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın gömü yerlerinin aranmakta olduğu Kayıplar Komitesi kazıları halen Galatya’da gölde, Kördemen’de (Kondomenos-Kılıçaslan), Gönyeli’de, Voni askeri kampında (Gökhan), ve Ayyorgi-Karava (Alsancak-Karaoğlanoğlu) civarında devam ediyor. Kıbrıs’ın güneyinde de Mari’de (Tatlısu) bir kazı devam ediyor…

Kayıplar Komitesi kazı ekiplerindeki tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Kolay gelsin” diyoruz.


“Deniz Kitabevi önünden alınıp polise götürülen Girneli karı-koca Kıbrıslırum aile “kayıp” mıdır, sağ mıdır?”

Londra’dan bizi arayan bir Kıbrıslıtürk okurumuz, 19-21 Aralık 1963 olaylarının başlamış olduğu ilk günde başından geçen bir olayı aktararak bu konuda araştırma yapmamızı istedi.

Londra’dan arayan bu okurumuz bize özetle şunları anlattı:

***  Cemaliye ile Zeki’nin öldürüldüğü gün yani olayların ilk günü bizi Lefkoşa’da Girne Caddesi’nde toplamışlardı.

***  Ben o zamanlar 13-14 yaşlarında bir çocuktum. Aslen Mağusa doğumluyum ama Lefkoşa’da yaşıyorduk ve 13-14 yaşında “mücahit” olmuştum…

***  Lefkoşa’da o günlerde Deniz Kitabevi’nin bulunduğu dört yol ağzında Ciğerci Mustafa’da oturmakta olan bazı Kıbrıslıtürkler’den birisi orada dört yol ağzından geçmeye çalışan bir arabayı görerek “Saldırın da gavurdur!” diye bağırmıştı…

***  Oradaki ahali de galeyana gelerek bu araca saldırmıştı…

***  Hatırladığım kadarıyla bu araç bir Peugeot idi – içindekiler da Girneli bir Kıbrıslırum bakkal ve eşiydi… Bunlar Bandabuliya’dan sebze almışlar ve Girne’ye dönüyorlardı… 50 yaşlarında falandılar.

***  Oradaki ahali galeyana gelerek onları linç etmeye çalışırken polis gelmiş ve onları Sarayönü’ndeki polise götürmüştü…

***  Benim size sormak istediğim, bu Girneli karı-koca Kıbrıslırum aile “kayıp” mıdır, sağ mıdır?

***  Ben şahsen o günlerde herhangi birisinin “iade” edildiğine çokluk inanmam – belki da Tekke Bahçesi’ne gömülen ilk Kıbrıslırum “kayıplar” bunlar olabilir… Gene da bir araştırınız bakalım, bu Girneli orta yaşlı çift, sağ salim Girne’ye varabilmişler miydi?

*** O günkü 13-14 yaşındaki ben ile bugünkü ben arasında çok büyük bir fark vardır. O günlerde bize okullarda okuttukları tarih kitapları çok milliyetçi idi… Öğretmenlerimiz de bizleri kütüphanelere çeşitli milliyetçi romanlar okumaya yönlendirirdi. Bu milliyetçi romanları bir defa değil, belki on defa okurduk… 14 yaşında “mücahit” bir çocuk düşünün, eline silah tutuşturulmuş, milliyetçi duygular pompalanmış… Şimdi geriye dönüp baktığımda, nasıl yönlendirilmiş olduğumuzu anlıyorum…

***  Size anlatmakta olduğum şey, bir ihbardır: Lütfen araştırınız…

Bu okurumuza bizi arayıp bu olayı aktardığı için çok teşekkür ederiz.

Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefonumdan beni arayarak bildiklerinizi paylaşmaya davet ediyorum…

DEVAM EDECEK