Türkiye ile Suriye arasında savaş tamtamları çalıyor. Sadece iki ülke değil, bölgedeki diğer ülkelere, hatta daha geniş bir coğrafyaya yayılma olasılığı var gerginliğin…
Dünya kaynaklarını paylaşma üzerine kurulu dünya düzeninde Türkiye ve Suriye ‘iyi komşuluk’ ilişkilerinden ‘çatışma’ noktasına geldi. Sonu nereye varacak, bilen yok.
Suriye’deki yönetimin sesi, ne dediği buralara pek ulaşmıyor. Manipülasyon, provokasyon, dezenformasyon gırla!
Kamuoyu psikolojik olarak ‘biz haklıyız, vurmalıyız’ retoriğiyle şekillendiriliyor. Türkiye’de yaygın medya ve diğer bazı çereler ‘kana susamışlık’ histerisi ile hareket ediyor.
Bu ruh hali olası bir savaşta ölecek, sakat kalacak, öksüz yaşamaya mahkum bırakılacak, geleceği kararacak insanların en büyük düşmanı!
Son teknoloji ürünü silahlardan, güçlü ordulardan çok bu ‘kafa’yla mücadele etmek lazım.
Ve savaş çığırtkanlarının inadına ‘barış’ı dolamak dillere, yüreklere…
Yunanlı şair Yannis Ritsos’un ‘Barış’ şiiri, ‘insan’ olan herkesin yüreğinde kıpırtılar yaratmaya yeter de artar bile…
Hele şiiri Mazlum Çimen’in müziği ve Rutkay Aziz’in yorumuyla dinleyip şu fotoğrafa bakarsa bir ‘insan’, düşünebilir mi bir daha savaşı?
***
BARIŞ
Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi
ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman
ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara,
yangının eritip tükettiği yüreklerde
ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun,
ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının,
barış budur işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda
yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi
ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece.
Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun
gökyüzünün dolmasıdır içeriye;
gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla
bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.
Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun
gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! - diye fısıldarlarken birbirlerine!
Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü
ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından
cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi;
barış budur işte.
Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de
bir kök olduğu zaman
gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman
dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden
zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için
ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.
Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında,
iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya
kuracağız demesidir;
ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde
mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların
şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine
büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların
sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların
tek bir sözcüktür yazdıkları:
Barış
Ve bir tren ilerler geleceğe doğru
kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden
buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak
derin derin soluk alır evren.
tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.