Sandığın Ardındaki Partiler

Cenk Mutluyakalı

“Cumhurbaşkanlığı Seçimleri”nin bir de iç siyasete yansıması var.

Bu seçimlerde en önemli güveni Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) kazandı.

Bunu yüzde 63’lük sandık sonucundan bağımsız söylüyorum.

CTP seçim sürecinde Karpaz’dan Yeşilırmak’a kadar kitlelerle buluştu, kendi kadrolarını ayağa kaldırdı; özgüven kazandı,  önyargıları sildi, partinin geleneksel tabanı dışında pek çok grupla bir araya geldi.

Bu pazar “genel seçim” olsa, tek başına hükümete gelebileceği bir potansiyele ulaştı.

***

Seçimin bir diğer kazananı da Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) oldu.

Önemli bir risk ve sorumluluk üstlendi, Tufan Erhürman’a samimi bir dayanışmayla destek verdi; böylece “sahaya” indi, “izleyici” değil, “ortak” olmayı seçti.

Bu sayede yurdun dört bir yanında kendi örgütsel gücünün ötesinde ciddi kalabalıklarla buluştu TDP.

Özellikle Başkan Zeki Çeler’in miting konuşmaları hem etkili hem de sorumluydu. Tufan Erhürman’ın seçim stratejisine saygılı davranırken, kendi dilini de kurdu.

Mehmet Harmancı ise bu dönemde yalnızca bir belediye başkanı değil, muhalefetin rekabet üstü bir değeri olarak da öne çıktı; kutuplaşmanın değil, aklın ve ortak paydanın çağrısını yaptı.

TDP kadroları, televizyon programlarından kitle toplantılarına kadar uzanan geniş bir hat üzerinde sözlerini kitleselleştirmeyi başardı.

Seçim performansıyla, yeni dönemde Meclis’te önemli bir rolü olacağını gösterdi TDP.

***

Buna karşılık, seçimin en ağır faturasını Ulusal Birlik Partisi (UBP) ödedi.

Demokratik bir kurultay, yeni bir liderlik, hatta bir zihniyet yenilenmesi olmadan bu çizginin sürmesi mümkün görünmüyor.

Parti içi hesaplaşmalar, politik tutarsızlıklar ve yönetim yorgunluğu birleşince, UBP yalnızca oy değil, meşruiyet kaybediyor.

Bu şaibeli hükümetin her yeni günü, UBP için yeni bir siyasi erozyon anlamına geliyor.

Demokrat Parti (DP) belki ilk kez “baraj altı” gerçeğiyle karşı karşıya… Var ama yok gibi.

Yeniden Doğuş Partisi (YDP) ise etnik gerilim siyasetinden beslenmeye çalışırken kendi zeminini tüketti. Sözünün kıymetini, temsil ettiği toplumsal duyguyu yitirdi. Kimlik siyaseti artık eski getiriyi sağlamıyor.

Bu tabloda Serdar Denktaş deneyimiyle öne çıkan bir isim oldu.

Siyasetin tecrübesini, “yorgun” bir sistemin içinde bile diri tutmayı bildi. DP ve YDP’nin dağılmış oyları, TAM Parti’yi Meclis eşiğine taşıyabilir.

***

Unutmadan; bağımsız milletvekilleri — ve Gülşah Hanım — için de önemliydi bu seçim.
Kampanya boyunca aktif oldular ve aslında yeni döneme dair “varız” mesajı verdiler.

Ya CTP ya da TDP adayı olarak göreceğiz sanırım Ayşegül Baybars, Jale Rogers ve Gülşah Sanver’i.

***

Bir de seçimde taraf olmayan partiler vardı.

Seçmen kitlesinden uzaklaştılar bu tercihle, kendilerini konforlu bir "biz kimseleri beğenmeyiz"e hapsettiler.

Siyaset dışı kaldılar adeta.

***

Bu seçim, kimlerin örgütünü diri tuttuğunu, kimlerin halkın nabzını unuttuğunu, kimlerin değişimi anladığını açıkça gösterdi.

Tabii, hayat devam ediyor.

Siyaset, bir seçim zaferiyle değil; her yeni dönemin eşiğinde yeniden başlar.

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) şimdi kurultay sürecine giriyor. Bu süreçten, yalnızca kendi iç dengelerini değil, toplumun bütününü kucaklayan bir vizyonla çıkabilmeli.

Dilini yine birleştirici, yine uzlaştırıcı, yine kardeşlik üzerine kurarsa… Son seçimde yakaladığı kitleselleşmeyi ve çoğulculuğu yeni döneme taşıyabilir.

Ama bunu sadece coşkuya değil, ciddi projelere, ilkesel hedeflere dayandırırsa…

O zaman bu ülkenin değişim gücü yine CTP’nin ellerinde olur.