“Sana hoşçakal diyemedik Layika abla, bizi affet çünkü 1974 sonrası buluşamadık…”

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD

(Değerli arkadaşımız, Araştırmacı-yazar Ulus Irkad, “Sana hoşçakal diyemedik Layika abla, bizi affet çünkü 1974 sonrası buluşamadık” diye yazıyor… Layika Hanım’ın vefatıyla ilgili Ulus Irkad arkadaşımızın yazısını iktibas ederken, Layika Hanım’ın ailesinin ve sevdiklerinin acısını da  paylaşıyoruz… S.U.)

Sana hoşçakal diyemedik Layika abla, bizi affet çünkü 1974 sonrası buluşamadık… Senden ve kızından bize kalan sadece 1974 20 Temmuzu’ndan kalan bu fotoğraflar…

Layika abla veya Baflıların deyişiyle “Layıkaba”... Hemen Yusuf Dayının kahvehanesinden sonra rahmetli Ayla teyzemin kaldığı evin karşısında o dar sokakta, hani bir zamanlar “Gazi Baf’ın Sesi Radyosu”nun bulunduğu yerdeki çıkmaz sokak...  Hemen dibindeki ev… Onların yanında bizim Besidonlar, Lütfiye sınıf arkadaşım ve kardeşleri, Markocuğu  ve İrfan’ı da unutmadım. Anne Ayten abla ile baba Besidon çoktan rahmete ermişler… Bu arada Lütfiye’yi hiç unutmadım zaten sık sık görmekteyim onu çünkü Lütfiye Mağusa’da ve sanırım kızkardeşi Yıldız da….

“ANNESİ AZİZİYEBA’YDI…”

Layika Abla’nın annesi Baf Gazi İlkokulu’nun emektar hademelerinden Aziziye abla veya “Aziziyeba”ydı. Az mı kahrımızı çekti? Layıkaba’nın babası Mustafa Dayı’nın o güzel kaval çalışını nasıl unuturum ki? Hele dünyalar iyisi Hayriye ablamız? O da hademeydi ilkokulda... Hayriye abla çok önceleri ölürken geçenlerde kızı da vefat etti.  Hayriyeba, Hani Dadilerin annesi, Kemal Şensoy’un annesi…Kaç defa kafamız birilerinin attığı taşla yarılarak bizi kafamızın üzerinde sarı ilaca boyanmış pamuğu tutarak hastahanede Musa Doktor veya Ayşe Ebe’ye götürdü Aziziyeba veya Hayriyeba….

“DÜRAZİ DAYI’NIN ARABASI…”

Layika ablanın kocası 1965-67 yıllarında o kapalı dönemde Dürazi Dayı, Baf’ın dışına çıkıp patates, üzüm veya zerzevat alarak Baf’ın Türk tarafına getiren gezici manavdı. O dönemlerde yollardan alırlardı insanları, kayıp ederlerdi. Sağsalim geriye geldiğinde,  öğleden sonraları pikap arabasındaki tezgahı açar ve her nevi meyve sebzeyi Baf halkına sunardı Mutallo’da…. Dürazi Dayı ile Layıkaba’nın hasta bir kızları vardı (ismini unuttum), oğluları Turgay (Turgay da rahmetli olmuş) ve Sultan (51 yıl sonra Baf’tan hasta olan ve Omorfo’da ölen kızının ismini ve de diğer kızının ismini zor hatırlayabiliyorum.) Eğer sağlıklı olan kızının adı Sultan değilseydi beni affetsin ki gene hafızam beni “Sultan” diye zorluyor, evet, sağlıklı olan kızının adı Sultandı diyor bana beynim…

“KAFAMIZA BOMBALAR YAĞIYORDU…”

20 Temmuz 1974… Kafamıza durmadan havanlar ve bombalar inmekte. Mevziler çocuk dolu. 200 mücahide yardımcı olsun diye 12-17 yaşlarındaki tüm çocuklar mevzilere doluşuyoruz. 300 çocuk var mevzilerde mücahitlere ek olarak… Hem denizden, hem de karadan binlerce bomba yağmakta kafamıza. Bu arada “Lesbos” savaş gemisi tam teçhizatlı 750 ELDİK Birliği’ni Baf’a çıkarıyor.  fotoğraflarda da görüldüğü gibi sivil halktan insanlar, Layikaba ve hasta olan zavallı kızıyla birlikte o bombalardan yaralanıyor. Hem karadan hem de denizden ateşlenen toplarla vuruluyoruz. Tam 51 yıl önceydi…Mevziler 12-17 yaşında çocuklarla doluydu. Onlar da yaralanmaya başlıyorlar. İhsan‘ın ve Arif’in vurulma haberleri geliyor bizlere ta mevzilerimize kadar... Korku ile kafalarımızı yağan bombalardan kaldıramıyoruz.

SANCAKTARIMIZ ÇOCUKLAR İÇİN AĞLIYORDU

Sancaktarımız bu durumda gözleri yaşlı “Ben bu çocukları vurdurmam Yunan komandolarına” diyor. O sıralarda kardeşim Hamza da vuruluyor ve babam onu da kanlar içinde eve taşıyor.

Layika abla-Layıkaba; Sana “Hoşçakal” diyemedik geçen hafta vefat ettiğinde. Zaten 51 yıldır görüşemedik. Uzaklardaydık…Ta Mağusa’da... Senden önce Dürazi Dayı da, hasta kızın da, Turgay da rahmetli oldu… Sana “hoşçakal” diyemedik Layıkaba. Bizi affet. Senden kalan bu dehşetli savaş kusan fotoğraflar senin vefat haberindeki resimle hemen aklıma geldi…

51 yılın hasretlik ve vefa acısının etkisiyle gözyaşları içinde bu yazıyla sana “Hoşçakal” diyorum. 51 yıllık Baf hasretiyle yazıyorum sana şimdi… Gene de barış diyorum o acı anıları anımsarken…Ve dünyamız hep barışla dolsun, Bir daha o acıları yaşamayalım diyorum 1974 Temmuzu’nda olduğu gibi, bu sessiz,endişe dolu, acılı savaşı yansıtan fotoğraflarla…

Hoşçakal Layıkaba…

(Not: Ulus Irkad’ın sözünü ettiği Layika Hanım’ın kızının adının Nilgün olduğunu yazmış Asliye Mağaracı…)

Layika Hanım'ın vefatı, sevenleri arasında büyük üzüntü yarattı...


***  BASINDAN GÜNCEL…

“Tufan Erhürman, kabusuna hoşgeldin!”

Marinos NOMİKOS/To Thema Online

Kiki Dimula bir röportajında, “Umudu en çok tüketenler karamsarlardır. Aksi takdirde, karamsar olmaya cesaret edemezlerdi. Fakat bunu gizlice ve kurnazca yaparlar” diyerek, (kendisi gibi) doğal karamsarların aslında en büyük umutları beslediklerini ima etti. Dimula şöyle devam ediyor: “Onlar ikiyüzlüdür. Mutlak üzüntü, güvensizlik ve sürekli sorgulamanın ortasında, bir şeyin gerçek olamayacağını, bir şeyin güzel olamayacağını söylerler.”

Bu köşeyi düzenli okuyanlar, makalelerimde genellikle şair, yazar, akademisyen veya filozofların alıntılarına yer vermediğimi bilirler (bunu, Paulo Coelho’nun kendisinden daha fazla aforizmasını bilen influencer’lara bırakacağım!). En fazla Stephen King veya Poe’dan bir alıntı yapabilirim, ya da belki “eğer inşa edersen, gelirler” minvalinde bir film alıntısı. Dimula’yı okumuyorum çünkü genellikle şiirle ilgilenmiyorum (romantik, sembolizm yüklü şiir dünyası için fazla siniğim) ama Reels’da bu alıntıya rastladım ve o zamandan beri aklımdan çıkmıyor. Tanrım, ya o haklıysa? Ya yetişkinlik yıllarımın neredeyse tamamını özenle inşa etmeye harcadığım bu devasa, sözde aşılmaz pesimizm duvarı, aslında umudu dışarıda tutmak için değil de, içinde saklı olan umudun kaçmasını engellemek için inşa edilmişse? Sessiz Hasta veya Sebastian Fitzek’in herhangi bir eserine yakışır şok edici bir twist (ve bu, kültüre ilgi duymakla pop kültüre ilgi duymak arasındaki farktır).

Ancak merak etmeyin, bu, ruhumun iç işleyişinin, küçük Regan’ın Peder Karras’ın yüzüne attığı bezelye çorbası gibi üzerinize boca edileceği türden bir yazı değil. Karamsarlığa (ya da Dimula hanıma göre kurnaz umuda) yapılan atıf, tamamen işgal altındaki topraklarda yaşanan seçim sonuçlarıyla ilgilidir. Fakat, devam etmeden önce, önemli bir uyarı: Bu metin, son 50 yıldır Kıbrıslı Rumların koltuk direnişinin temelini oluşturan ‘sözde’ ve ‘sahte’ gibi aşırıya kaçan tırnak işaretleri ve utanç verici ifadeler içermiyor. Tamam, bu yazıyı Kıbrıs Haber Ajansı tarafından yazılmış gibi kurguladık, şimdi devam edelim.

“TUFAN ERHÜRMAN’IN SEÇİMİ BİZDE DAHA FAZLA SEFİLLİĞE YOL AÇACAK…”

Tufan Erhürman’ın ezici zaferi, Ersin Tatar ve onun ayrılıkçı politikasına karşı gerçekten güçlü bir ‘bas git’ anlamına gelir, ancak yine de sadece Kıbrıs Türk tarafı için radikal, cesur, çığır açıcı ve pratik anlamda faydalıdır. Bizim için ise yalnızca daha fazla sefilliğe yol açacaktır.

Kıbrıslı Türkler’in Ankara’nın teokratik ve milliyetçi baskısına karşı trajik biçimde yalnız ve eşitsiz mücadelesine hayranlık ve saygımı birçok kez dile getirdim. Erdoğan ve onun yerel dini-siyasi yandaşlarına karşı dik duruşları, Atina ve rahiplerin boyunduruğu altındaki Kıbrıslı Rum tarafının taklit etmek bir yana, asla anlayamayacağı bir şey. Ne kadar ironik ki, “Akdeniz’in İran’ı” lakabı, Müslüman kuzey değil, Rum Ortodoks Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ifade ediyor.

“HER ON YILDA BİR, BİZE FIRSAT SUNUYORLAR, ÇÖPE ATIYORUZ…”

Kısacası, bu sonuç beni şaşırtmadı, zaten bekliyordum, çünkü Kıbrıslı Türkler en son 2015’te Akıncı’yı seçerek merkez soldan bir lider seçmişlerdi ve bu eğilim 2005’te Mehmet Ali Talat ile başlamıştı. Bunun tesadüf, kasıtlı veya bilinçaltısal bir şey olup olmadığını bilmiyorum ama Kıbrıslı Türkler her on yılda bir bize gerçek bir yakınlaşma ve olası bir çözüm fırsatı sunmaya karar vermiş gibi görünüyor—ve biz bu fırsatı, geleneksel olarak, ipucunu almayan sinir bozucu eski sevgiliden gelen bir buket çiçek gibi çöpe atıyoruz.

Kıbrıslı Türk kardeşlerim için gerçekten mutluyum; onlar, sosyal ortaçağcılığa batmakta olan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden on yıllarca önde olduklarını bir kez daha gösterdiler. Ancak bu değişimin ölü bölgeyi aşacağı konusunda fazla iyimser olmamayı istiyorum.

“HRİSTODULİDİS ARTIK DENGELEME OYUNU OYNAYAMAYACAK…”

Elbette, Erhürman’ın seçilmesinin en iyi yanı, Nikos Hristodulidis’in artık Tatar’ın bölücü retoriğini güvenlik ağı olarak kullanarak Kıbrıs meselesinde dengeleme oyunu oynayamayacak olmasıdır. Şimdiye dek Cumhurbaşkanı diyalog ve girişim için Kıbrıslı Türklere “davetler” ve “çağrılar” yapıyordu—tıpkı uzun zamandır görmediğiniz bir tanıdığa “bir ara kahve içelim” der ve ikiniz de bunun asla gerçekleşmeyeceğini çok iyi bilir gibi. Şimdi, yeni Kıbrıslı Türk liderin bizimkini alt etmek için yapabileceği en iyi şey, Nikos Hristodulidis bir dahaki sefere tanıdık, tipik Hristodulidisvari resmi ve belirsiz “Kıbrıslı Türk tarafıyla diyalog davetleri”nden birini yaptığında, Erhürman’ın “Cuma öğlen ne yapıyorsun?” diye cevap vermesi. Buradan gerçekleşecek Hudini kaçışını gerçekten görmek istiyorum!

“KIBRISLI RUMLAR BİR ÇÖZÜM İSTEMİYOR…”

Ancak, Erhürman iki devlet yerine iki bölgeli, iki toplumlu federasyondan her bahsettiğinde Hristodulidis’in dökeceği soğuk terler, ve Tufan’ı Tatar, Denktaş, Erdoğan ve hatta Kemal Atatürk ile denk gören çözüm karşıtlarını saran öfke dışında, Kıbrıs meselesinde hiçbir şeyin değişeceğini sanmıyorum. Bazı aksiyonlar alınabilir (bizim tarafın ifşa edilmeden reddedebileceği davetlerin sayısı sınırlıdır) ama önemli bir gelişme olmayacaktır. Ve bahaneler bolca olacaktır (önce parlamento, sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri) fakat asıl nedeni çok iyi biliyoruz: Kıbrıslı Rumlar bir çözüm istemiyor. Çözüm yok. Federasyon yok. Onlarla ortak yönetim yok. Tek başlarına hareket etmek, güdük ama tamamen Rum güneyin efendileri olarak kalmak, onu 20. yüzyılın başlarından beri (ki bundan asla kurtulamayacağız) beş ailenin Teselya feodal mülkü gibi tahrip etmek istiyorlar.

“ERHÜRMAN’A BOL ŞANS DİLİYORUM…”

Bir kez daha, karamsarlığım için özür dilerim ve gerçekten yanıldığımı umuyorum (ki bunun olacağını sanmıyorum, çünkü bildiğimiz gibi, sinikler her zaman haklıdır). Lanet olası ruhumun derinliklerinden Tufan Erhürman’a, zorlu mücadelesinde bol şans diliyorum. Ankara, yerleşimciler ve İslam’a karşı değil. Bunlar, kendisinin de keşfedeceği gibi, Nikos Hristodulidis’nin “Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanan çerçeve içinde yeni bir müzakere süreci” için illallah getiren hazırlığıyla karşılaştırıldığında Disneyland’a gitmek gibi görünecek.

Kardeşlerim, 2035’te görüşmek üzere.

(TO THEMA ONLINE’da 20.10.2025’te yayımlanan Marinos Nomikos’un yazısı PENNA tarafından Türkçeleştirildi…)