Samimiyet testi

Cenk Mutluyakalı

"Müftüyü neden görevden almıyorsunuz."
Çocuklarla top koştururken samimi, doğal, içten bulduğumuz Ersin Tatar lise öğrencilerinin karşısında bu soruya yanıt verirken de keşke tüm bu insani özellikleri bünyesine toplayabilirdi.
İşte o zaman hakkını teslim ederdik.
"Samimiyet" en insani özelliklerden biridir.
Son yıllarda en fazla ihtiyaç hissettiğimiz meziyettir!
Dünyadan uzak mahcup ve mahrum bir yalnızlığın, burnumuzu yakan bir çürümenin ve içimizi daraltan bir gelecek belirsizliğinin ortasında en fazla da samimiyet, sahicilik, haysiyet dileniyoruz.

- "Müftüyü neden görevden almıyorsunuz?"

- "İstesem de alamam."

- "Niye?"

- "Sözüm geçmez, gücüm yetmez, yetkim yok."

- "O halde niye o koltukta oturuyorsunuz?"

- "Tam da bunun için oturuyorum."

Böylesi bir diyalog yaşansaydı eğer o durumda samimiyet testinden tam puanla çıkardı Tatar!
Siyasi etiğini sorgulardık yeniden...
"Makam"ın irade, demokrasi ve haysiyetten daha önemli görülmesi üzerine laflar ederdik.
Ayıplardık belki...
Ya da "bunları zaten biliyoruz" derdik.
Yine de öğrenciler karşısında böylesi mahcup, öfkeli, huzursuz olmazdı.

***

- “Daha gerekli ihtiyaçlar varken, külliye elzem mi?..”
- "Değil! Önce okul, yol, hastane yapmamız gerekiyor."
- "O zaman niye külliye yapıyorsunuz?"
- "Biz yapmıyoruz, Türkiye yapıyor, kararı biz vermiyoruz, Erdoğan veriyor"
- "Siz ne yapıyorsunuz?"
- "Biz onaylıyor, alkışlıyor ve teşekkür ediyoruz."
- "O zaman niye o koltukta oturuyorsunuz."
- "Bu koltuk senin dediler, oturttular."

Böylesi bir diyalog samimiyet testinden geçer, tarihe önemli bir not olarak düşerdi.
İçimizdeki tenhalık büyürken ve kendi yurdumuzda kaybolurken en azından şunu derdik:
“İlkesiz falan da olsa doğruyu söylemiş adam!”


Tam bir dehşet

Meğerse hepimize “mucize kurtuluş” öyküleri anlatılırken, terk edilmiş bir hastanede yeni doğmuş bebekler kuvözlerde donarak ölüyormuş.

7 yıl önce hizmete giren Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi son depremde göçtü.
Doktor, hemşire, yönetici kim varsa hastaneyi terk etti.
Hastane boşaltıldı ve avlusunda sahra çadırı kuruldu.

Ulusal Medikal Kurtarma Ekibi’nden bir gönüllü anlatıyor, depremin ardından hastanede gördüklerini…
Acilin kapısından girdik, içerisi hasta dolu. Bırakıp gitmişler. Soğuktan ölenler… Yaralılar var. Ayakları kırık-kesik… Sordum. ‘Bırakıp gittiler’ dediler. Soğuktan ölenleri çıkardık. Yaşayanları sedyelere ikişer ikişer atıp o fırtınada götürdük.”

“İçeriye girdikçe olayın korkunçluğu daha da büyüyordu. Yeni doğan ünitesinde kuvözde çocuklar vardı, hepsi soğuktan ölmüştü. Yoğun bakımdaki entübe hastalar ölmüştü. Jeneratörü çalışmadığı için, oksijende elektrik desteği olmadığı için hastalar ex olmuştu.”

Uygarlaşmamış, ilkel, acımasız tavrı anlatan tabirdir barbarlık!
Bu değilse nedir.

Halk TV’de rastgele izledim bu görüntüleri…
Asıl dehşet ne bilir misiniz, çoğu medya bu hakikatleri görmezden geldi, gizledi.
Hem insanlık utancı, hem de demokrasi!



Dikkat çekici öneri: İnşaat polisi!

Şimdi diyeceksiniz ki, “partizan istihdam için yeni bir adres mi gösteriyorsun.”
Haklı da olabilirsiniz!

Çünkü kimi gelişmiş ülkelerdeki örnekleri, bizim bu illegal ve köhne yapımıza taşımaya çalışıyoruz, elimiz, yüzümüz bulaşıyor.

Yine de depremin ardından işittiğim dikkat çekici önerilerden biri…

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü inşaat ve çevre mühendisliği profesörü Eduardo Kausel önerdi.

Almanya’da ‘Baupolizei’ ismiyle örneği var.

İnşaat polisleri elbette inşaat ve deprem mühendislerinden, mimarlardan, meslek profesyonellerinden oluşuyor.
Böylece inşaatları bağımsız bu insanlar denetliyor.

Yerel yönetimler için dahi bir ilham kaynağı olabilir.


Birkaç gün izin!

Avrupa Parlamentosu toplantılarını izlemek için Atina üzerinden Strazburg’a uçuyoruz; ada ötesi gündemde neler var gözlemlemek istiyoruz. Umarım, keyifle okuyacağınız röportaj ve izlenimler de paylaşırız. Birkaç gün izin, yeniden görüşmek üzere…