Sahip!

Tayfun Çağra

“Ada ülkelerinin kaderidir göç… İnsanlar gelir de gider de…” şeklindeki kitabî sözler beni rahatsız ediyor bir süredir…

Çünkü adalarla ilgili bu sözler, kitaplarda yazdığı, tarih veya coğrafya derslerinde veya daha yukarılarda uzmanlaşmayla ilgili aldığımız derslerde okuduğumuz gibi kalıplaşmış sözlerden öteye gidemiyor…

Başka adalarla ilgili hâlâ geçerli olabilir, o kitaplarda öğrendiğimiz şeyler başka adalarla ilgili konuştuğumuzda masaya konulabilir, tartışılabilir ancak Kıbrıs’ın kuzeyiyle ilgili geçerliliği uzun zamandır kalmamıştır.

Bir ülkeye başka bir ülkeden göçler, yerleşimler planlı, kontrollü bir şekilde olabilir… Bu sayı kontrol edilemez noktaya geldiği zaman da şahit olduğumuz gibi ırkçı hareketler başgösterir, güçlenir ve bu güç de parlamentolarda, meclislerde siyasi temsiliyetlerin artmasına kadar gider.

***

Bizde bu ırkçı faaliyetler kültürümüz, sosyal yapımız nedeniyle pek destek bulmuyor ama toplumun yaşam tarzı dışında gelişen olaylara, baskılara, oldu bittilere karşı için için kaynayan, patlamaya hazır bir volkan var.

Son olarak Külliye inşaatına karşı gösterilen tepki ve eylem buna örnektir.

Bunun günlük yaşamda da örnekleri var; Kuzeyimizdeki ülkenin tepesinden gelen “herşeyin sahibi benim” anlayışı ve bunun dışa vurumu vatandaşlarının çoğuna da yansımış durumdadır.

Mahallemizdeki bir evde tadilat yapıldıktan sonra çevreyi kaplayan toz topraktan kurtulmak için tadilatı yaptıran kişi bir su tankeriyle çevreyi ve yolu yıkamak istedi. Sabahın erken saatlerinde olan bu olayın neden olduğunu öğrenmek için ben de sorguladım.

Karşı apartmanda misafir olarak bulunduğunu öğrendiğim ve akşam sabah üçlere kadar balkonda yüksek sesle, kahkalarla içki eşliğinde eğlenen bir kişi hışımla aşağıya indi, orada bulunan bana “kimsin, nereden geldin, adın ne, hah araba plakanı da aldım” diye baskı kurmaya çalıştı. Suyu harcayanın ben olduğumu sanıp bana su harcamasıyla ilgili ders vermeye kalktı. “Harcanan su konusunda tepkin doğru ama tepki şeklin çok yanlış” derken sakinleştirmek için de koluna dokundum.

Akşamdan kalmış içki kokusunun hâlâ burnuma geldiği halde “dokunma bana, çek elini” şeklindeki kabadayı hareketler ve sözlere ben de karşılık vereyim dedim; “Sen de bu akşam yine sabah üçlere kadar gürültü yapacaksan şimdiden söyle de ben de polise haber vereyim” dedim.

“Hemen ara, adım şu şu, benim kim olduğumu öğren” dedi. Bişey olduğundan değildi aslında çünkü hemen ardından, “yanlış anladıysam, akşam da rahatsızlık verdiysek kusura bakmayın” özrü geldi.

Bu olay, memlekette misafir olarak bulunan birinin bile aslında derdinin su harcaması bahanesiyle, kendinde ‘ev sahibi’ hakkı görmesinin küçük bir örneği… İşte iş-güç sahibi insanlarımız bile memleketi terkederken ekonominin yanında memleketinde örnekte olduğu gibi yabancı durumuna düşürülmeyi içine yedirememenin verdiği durum da var.

***

Büyük bir örneği de Külliye… İnsanlar memleketini terkediyor, asgari ücretle nasıl geçineceğinin çaresizliğini yaşıyor, gelecek endişesi her yerde ama Ersin Tatar ille de Külliye yaptıracak. “Hediye” imiş, birileri yapıyormuş, o da “yapmayın” diyemezmiş. Niye, senin iraden yok mu? Dilin dönüp de “şimdi bunun zamanı değil, başka sorunlarımız var, ille de para verecekseniz okul yapın, hastane yapın” diyemez misin?

‘Su harcanıyor’ bahanesiyle memleketin sahibi olduğunu kabul ettirmeye çalışan misafirin anlayışıyla toplumdan gelen tepkiye kulak tıkayıp kaçak bir şekilde Külliye yapımına başlayan anlayış aynı anlayış.

Bu arada şunu da söyleyim ki; Külliye yapımında 2.5 milyon TL gibi bir paradan söz ediliyor ama benim aldığım duyumlara göre Elçiliğin bizzat arayarak görüştüğü olası taşeron firmalara 3.1 milyon (3 milyar 100 milyon) TL gibi bir paradan söz ettiği söyleniyor.

***

İşte başta söylediğim ‘adaların kaderi göç’ anlayışını Kıbrıs’ın kuzeyinde ayrı bir platformda, buraya özgü gelişmeler ışığında tartışmakta yarar var. Biz gelen giden göçü kontrol edemiyor, geleni asimile edemiyor, toplumun üzerinde gelenin “benim gibi olacaksın” baskısı varken olması gerekenin aksine gelene asimile oluyorken, kitaplardaki ‘adaların kaderine’ razı olmanın ve o minvalde tartışmanın bir yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Aksine bu tutum, yokoluşa rahat bir ortam hazırlamaktan öteye gidemez.