Sadece bir gözlem yazısı!

Tümay Tuğyan

Bu, tamamen gözleme dayalı bir yazıdır.

İlgili yasalarla ilgili herhangi bir bilgi ya da araştırma sonucuna bakarak değil, evimin salonunun penceresinden dışarıya bakarak birtakım yorumlarda bulunacağım bir yazıdır.
Ne mi görüyorum salon penceremden dışarıya bakınca?
Hemen anlatayım.
Ama öncelikle bilmeyenler için ufak bir bilgi vereyim.
Ben eşimin işi gereği bir yılı aşkın bir süredir İngiltere’nin güney batısındaki Bristol şehrinde yaşıyorum.
Yani malum pencerem, Lefkoşa, Mağusa ya da Girne’yi değil, Bristol şehrini  görüyor; Bristol şehrinin merkezindeki bir inşaat alanını.
Ve ister istemez, insanın gözü takılıyor zaman zaman bu inşaatta çalışan işçilere.
Hafta içi her sabah saat sekizde işbaşı yapıyorlar.
Paydos, akşam üzeri saat altıda.
Hava biraz daha kararmaya başlayınca muhtemelen paydos saati geriye çekilecek.
Öğlen yaklaşık bir saatlik bir yemek molaları var.
Sıkı bir takipte değilim tabii ama gözlemlediğim kadarıyla günde iki ya da üç kez de çay/kahve molaları var.
Bu molalar da yaklaşık yarım saat kadar sürüyor sanırım.
Yemek ve çay/kahve molaları sırasında inşaat alanında tek işçinin dahi çalıştığını görmeniz mümkün değil.
İşçilerinin tümü inşaat kaskı kullanıyor.
Kasksız kimse yok.
Hepsinin üzerinde, havanın sıcaklığına bağlı olarak fosforlu yelekler ya da ceketler var.
İnşaatın sorumlusuyla günde birkaç kez bir araya geliyorlar; kısa süreli toplantılar yapılıyor.
İnşaat alanının kenarında kocaman çöp konteynerleri var, inşaatın çeri çöpü bu konteynerlere aktarılıyor düzenli olarak.
Yani sağda solda inşaat atığı falan yok.
Anlatmama gerek var mı bilmiyorum ama güvenlik önlemleri had safhada.
Hem inşaat alanının, hem de işçilerin güvenliğinden bahsediyorum.
Alan özel tellerle çevrili, etraftan geçen insanların inşaat nedeniyle herhangi bir tehlikeyle karşı karşıya olmaları söz konusu değil.
Yapımı süren binanın dış cephesi de özel malzemeyle örülü; bu hem görüntü kirliliğinin önüne geçiyor hem de çalışan işçilerin güvenliğini sağlıyor.
Yani öyle inşaatın balkonundan, damından aşağıya sarkılı biçimde, ha şimdi düştü ha birazdan düşecekmiş gibi, kelle koltukça çalışan işçiler yok.
Ha bu arada yukarıda söylemeyi unuttum sanırım; hafta sonları çalışmıyorlar.
Herkes evinde, dinleniyor.

***

Yazının başında özellikle altını çizmiştim, bu anlattıklarımın tümü, tamamen gözleme dayalı.
Burada inşaat yasaları nasıl düzenlenir, işçilerin yasal hakları nelerdir vs hiçbir fikrim yok.
Ama bildiğim bir şey var ki benim ülkemde inşaatlarda çalışan işçilerin her gece evlerine, ailelerinin yanına gitmeleri, biraz şansa bakıyor!
Şanslıysalar, inşaat tavanının ucunu boyamak için tırmandıkları balkonun tırabzanından aşağıya uçmuyorlar.
Şanslıysalar, yukarıdan bir yerden düşen tuğla kafalarını patlatmıyor.
Peki acaba günde kaç saat yemek araları var?
Çay saatleri, kahve molaları var mı?
Soğukta üşümemek için özel yelekleri, ceketleri var mı?
Saat altıda paydos ediyorlar mı?
Hafta sonu tatilleri var mı?
Bırakın bütün bunları bir kenara, inşaat işçilerinin çoğu yurt dışından getirtildiğinden, doğru düzgün yatacak yerleri bile yok.
Ya sigortaları?
Kaçının yatırımı yapılıyor?
Kaçının iş güvencesi var?
Çalışırken başlarına bir kaza gelse ne oluyor?
Hele de ileride çalışmalarına engel olacak düzeyde bir iş kaza geçirseler, esas o zaman ne oluyor?
Sorular uzun...
Cevapları ise üç aşağı beş yukarı hepimizin malumu.
Neyse dedim ya, bu sadece bir gözlem yazısı!