Rum zulmünden kaçan beyaz at ve Türk zulmünden kaçan sokak köpeği!

Serhat İncirli

Erenköy’de askerlik yaparken, er – erbaş yemekhanesinin duvarında “Beyaz atın öyküsü” diye bir “hikaye” yazılıydı…

Kim çizmişse, çok da güzel bir beyaz at resmi vardı duvarda…

-*-*-

İddiaya göre, Erenköy ya da Koççina veya Dillirga savaşları başladığı günlerde, yani 8 Ağustos 1964’ten sonraki dönemde, civardaki türk köylerinden Erenköy’e geri çekilmeler yaşanmış, tüm Türkler sadece Erenköy’e gelmişti…

-*-*-

Tabii ki kaçan insanlar, hayvanlarını da birlikte getirememişti…

-*-*-

İşte o günlerde, bir gece, nöbetçiler, bir yürüyüş sesi işitmişler…

Önce gelenlerin, sızma yapan Rumlar olduğunu sanmışlar ama sonra, bir de bakmışlar ki, Alevkayası köyünden birine ait, beyaz bir at!

-*-*-

Kısaca özetledim…

Aklımda kaldığı kadarıyla…

-*-*-

Ve yazının sonunda da özetle şu ifade vardı: “At bile, Rum zulmüne dayanamayıp Türk bölgesine kaçmayı tercih etmişti…”

-*-*-

Yaaaaa, propaganda böyle yapılır…

-*-*-

Nereden mi aklıma geldi bu konu?

Hani milliyetçilik kokan açıklamalar yapılacak ya yine her 20 Temmuz’da olduğu gibi; o nedenle ve bir de “sokak köpekleri sorunu” nedeniyle aklıma geldi!

-*-*-

Her sabah 6 gibi Sim Tv’ye gelirim…

Dükkanı ben açarım…

Ve daha önce de söyledim, her sabah beni bir yığın sokak köpeği karşılar…

-*-*-

Bazen bir birileriyle kavga ederler, ortalık kan revan içindedir; bazen minicik yavru köpekler bazı araçların altında ezilir; görüntü hoş değildir ama acı bir KKTC gerçeğidir…

-*-*-

Lefkoşa Belediyesi ve Veterinerler birliği yüzlercesini kısırlaştırsa da sorun çözülmüş hatta çözülecek gibi değildir…

-*-*-

Geçen gün Londra’dan bir arkadaşım bana bir köpek videosu gönderdi…

Bir sokak köpeği…

-*-*-

Belo!

Kıbrıs Belosu!

Benim gibi de diyebiliriz!

Soyu sopu karışık!

Erhan Arıklı’nın sık sık vurguladığı şekilde!

-*-*-

Neyse!

Videoyu gönderen arkadaşı aradım; “hayırdır gardaş, köpecik aldın?” diye sordum!

“Yooook beee” dedi ve gülerek anlattı!

-*-*-

İngiltere’de yaşam süren, çok duyarlı bir genç Kıbrıslı Türk tatil maksatlı KKTC’ye gelmiş…

Ve bu köpeciği sokakta itilir, tekmelenir, sürünürken görmüş!

-*-*-

Günler süren işlemlerden hiç sıkılmadan aşısıdır, pasaportudur, iznidir derken, köpei aldığı gibi Londra’ya götürmüş!

-*-*-

Dedim, “Eskiden KKTC’de çok İngiliz yaşardı; onları da daha çok Türk ev satın alabilsin diye çıkardığımız yasalarla kovduk… Kovmadan önce, bazı hayvan sever İngilizler de beş on tane köpeciği kurtarıp İngiltere’ye götürmeyi başarmıştı…”

-*-*-

Sonra aklıma beyaz atın öyküsü geldi birden!

Arkadaşım, “köpek de iltica etti” dedi…

Güldüm, “Köpekler bile yaşadığımız ‘Türk zulmüne’ dayanamadı” dedim!

-*-*-

Hemen kızmayın canım!

Siz beyaz at hikayesini duvara yazdığınızda kızan mı oldu?

-*-*-

Ne yazık ki, 1974 sonrası kurduğunuz bu düzende, sadece insanımız değil, can dostlarımız da pek mutlu değil!

Ha herkes ya da her hayvan için geçerli değil bu söylediğim elbette!

Mesela bizim bir Gratel’imiz var, masrafı asgari ücretten yüksek; keyfi “prenses”!


Ekim’de Tatar gider, Tufan gelir yeniden başlarız!

Boşuna mı gidildi?

Yoksa müzakerelerin Ekim’den sonra resmen başlayacağı anlamını mı çıkarmamız lazım?

-*-*-

New York’tan bahsediyorum canım!

-*-*-

Alışık manzara görüntüsü hakim!

Bir tarafta “esas devlet benim” diyen kibir; öte tarafta “ben de devletim” diyen aşağılık kompleksi!

Gerçi KKTC ya da Kıbrıs türk tarafında “devlet görüntüsü” de yok yani!

Hani Nikos Hristodulidis pek de haksız değil!

-*-*-

Ve Kıbrıs Türk tarafının “devlet görüntüsü” bile verememesinin sorumlusu da “Anavatan Türkiye”…

-*-*-

“Biz o kadar yakın kardeşiz ki, elim omzunda, kolum kolunda” görüntüsü veriliyor…

Ama bu görüntünün, KKTC’yi küçülttüğünün farkında bile değiller!

Ya da acaba bilinçli mi yapılıyor!

Bilemem!

-*-*-

Hele hele Hakan Fidan’ın, Nikos Hritodulidis ile baş başa görüşmesi ama buna ‘karşılık’, Ersin Tatar’ın, Yunanistan dışişleri Bakanı ile “aynı şeyi” yapamaması!!!

Tam bir fiyasko!

-*-*-

Müzakerelerin Ekim sonrasında başlayacağı iddiası ya da beklentisi de eminim yeni döneme göre dizayn edilmiştir çünkü bence Türkiye ve tüm taraflar;  son beş yıla yayılmış “egemen eşit devlet” iddiasının boş olduğunu teyitlemiştir; tüm taraflar da “Tatar gider, Tufan gelir; yeniden başlarız”cıdır!

Nokta!


Bir güzel insanımızı daha yitirdik

Yenidüzen Genel Yayın Yönetmeni Mert Özdağ ve editörlerimizden Levent Özdağ’ın dedeleri Aygün Sevengül hocamızı kaybettik…

-*-*-

Geçen yıl eşi Ülkü hocanımı yitirmiştik… Aygün hocamız, sevgili eşinin yanına gitti…

Allah’tan rahmet, evlatlarına, torunlarına ve torun çocuklarına başsağlığı dilerim.

-*-*-

Aygün hoca, hem merhum babamın hem de annemin meslektaşıydı…

Ülkü hocanım, annemin orta okul, lise ve öğretmen kolejinden sınıf arkadaşı…

Aygün hoca aynı zamana annemle hem aynı köylü (Tera) hem de akrabaydı…

-*-*-

Önce Ülkü hocanım, sonra babam Sıtkı hoca, akabinde de şimdi Aygün hocamız gitti…

Arada, aynı nesilden İsmet Korkut hocamızı da yitirdik…

-*-*-

Elbette her insan ölecek…

Ve keşke bizler de 80’li yaşlarına ikinci yarılarını görebilsek…

-*-*-

Ama öyle değil…

Mesela Aygün hoca, tıpkı torunu Mert’in, ölüm ilanında dediği gibi, “… Hayatını eğitime adayan, ülkesine faydalı olmak için hep çalışan, güzel bir insan”dı…

-*-*-

Ve bahsettiğim ölümlerle, gerçekten bu ülkeyi, bu toprakları, öğrencilerini, köylerini, köylülerini hiç bir maddi manevi menfaat beklemeksizin seven güzel insanlar bir bir tükeniyor…

-*-*-

Ve geriye kalanlar da, nereden geldikleri, nerede doğdukları hiç fark etmez; ceplerini doldurmaya, kısa yoldan köşe dönmeye ve bu vatanı sadece soyup soğana çevirmeye çalışanlar oluyor!

-*-*-

Aygün hocama Allah’tan rahmet, tüm aileye, öğrencilerine ve bu ülkeyi karşılıksız sevebilen herkese bir kez daha başsağlığı dilerim…