Raylar Çekildi, Kartlar Yeniden Dağıtılıyor

Asım Akansoy

Günümüz dünyasında siyaset, iç ve dış dinamikleri eşzamanlı olarak okuyabilme ve birlikte yönetebilme yeteneğiyle şekillenir. Olaylara “iç” ya da “dış” siyaset gibi keskin ayrımlarla yaklaşmak, çoğu zaman gerçekliği ıskalamamıza neden olur.

Aksine siyaset, bu iki alanın birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu, ayrıştırılamaz bir zemin üzerinde yürür. Örneğin ekonomide atılacak her adımın dış politikaya, dış politikadaki her gelişmenin ise ekonomiye, toplumsal yapıya ya da siyasal dengeye etkisi kaçınılmazdır.

Özellikle hegemonik bir güç konumunda değilseniz, bu karşılıklı etkileşim daha da belirginleşir. Sosyal politikalar, gelir adaletinin sağlanması, yatırım ortamının yaratılması, nüfus ya da göç politikalarının tasarımı gibi temel başlıklar, iç ve dış dinamikler arasındaki denge gözetilmeden hayata geçirilemez. Kapitalist sistem, ülkelerin ekonomik yapılarını birbirine eklemleyerek bağımsız karar alma yetisini büyük ölçüde sınırlandırıyor. Artık bir ülkedeki ekonomik değişim, sadece o ülkenin siyasi iradesine bağlı olarak şekillenmiyor. Bu gerçek, Soğuk Savaş döneminde bile geçerliydi. Sovyetler Birliği gibi planlı ekonomiyi öngören ülkelerde bile dış politika ve ekonomik yönelimler birbirinden bağımsız değildi.

Bugün popülist siyaset ve buna bağlı otoriter yönetimler birçok ülkede yükselişte. Bu duruma bağlı hegemonik arayışlar, küresel kutuplaşmalara zemin hazırlarken, ekonomik ve güvenlik politikaları ekseninde kurulan ittifakları daha belirleyici hale getiriyor. Güçlü ekonomik iş birlikleri, dış politikada pozisyon almanın, güvenlik alanında yön belirlemenin temelini oluşturuyor. Modern uluslararası sistem, Ortaçağ’daki mutlak egemenlik anlayışını çoktan geride bıraktı. “Ben egemenim, kimse karışamaz” gibi sert ayrımcı yaklaşımlar, bugünün gerçekleriyle örtüşmüyor. Aksine, bir arada durmak, ekonomik kazanımları paylaşmak ve ortak güvenlik eksenleri geliştirmek, çağın gereği haline geldi.

Dünya kamuoyu, son aylarda İsrail’in Gazze soykırımı ve İran’a yönelik hava saldırılarına odaklanırken, gölgede kalan ama tarihi nitelik taşıyan bir gelişme yaşandı: Saldırıdan iki hafta önce, Çin’den İran’a uzanan yeni demiryolu hattı resmen hizmete girdi. Bu, yalnızca bir ulaştırma projesi değil. Aynı zamanda küresel güç dengelerini değiştirme potansiyeli taşıyan stratejik bir hamleydi.

Çin’in “Tek Kuşak, Tek Yol” girişimi kapsamında Mayıs sonunda Xi’an’dan hareket eden bir yük treni, 15 gün içinde Tahran yakınlarındaki Aprin Lojistik Terminali’ne ulaştı. Oysa aynı mesafe deniz yoluyla 40 günde kat ediliyordu. Yeni hat sayesinde Çin, denizlerde ABD’nin tahakkümünden kurtularak daha güvenli ve hızlı bir koridor kurdu. Bu gelişmeyle İran, yaptırımlar altındaki ekonomisine yeni bir nefes borusu bulmuş oldu. Çin’e kara yoluyla petrol ihraç edebilecek, bu da Batı’nın uyguladığı ambargonun etkisini azaltacak.

Söz konusu güzergâh yalnızca Çin ve İran’ı ilgilendirmiyor. Aprin Terminali, Rusya’nın uzun süredir üzerinde çalıştığı Kuzey-Güney Ulaştırma Koridorunun da tam merkezinde yer alıyor. 7.200 kilometrelik bu hat, Rusya’nın St. Petersburg limanından başlayıp, Azerbaycan ve İran üzerinden Hindistan’a kadar uzanıyor. Süveyş Kanalı’na alternatif olarak tasarlanan bu rota, taşımacılık süresini yarı yarıya azaltıyor, maliyetleri düşürüyor ve Rusya’nın Asya-Pasifik ile Avrupa arasında doğrudan bağlantı kurmasına olanak tanıyor.

Rusya, bu koridora ciddi yatırımlar yapmış durumda. İran’ın da sorumluluklarını yerine getirmesiyle birlikte bu hat, sadece Moskova’nın değil, Avrasya’nın stratejik nabzı haline gelebilir.

Tam da bu noktada, İsrail ve ABD’nin İran’a yönelik artan baskılarının ardında yalnızca nükleer kaygıların değil, bu jeopolitik koridor rekabetinin de yattığı anlaşılıyor. Washington, deniz yollarındaki kontrolünü yitirme ve Çin ile Rusya’nın Avrasya’da yeni bir ticaret-eksen ittifakı kurma ihtimalinden endişe ediyor. Bu nedenle, iki yıl önce G20 Zirvesi’nde ABD ve müttefikleri, “IMEC” (Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Koridoru) projesini duyurdu. Proje, Hindistan’dan Körfez ülkeleri ve İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanan alternatif bir hattı hedefliyor. Ancak bu girişim hâlâ planlama aşamasında ve Çin’in sahadaki somut yatırımlarıyla yarışabilecek durumda değil.

Bugün İran’dan geçen bir yük treni, yalnızca konteyner taşımaz; enerji politikalarını, ticaret rotalarını ve uluslararası ittifakları da beraberinde sürükler. Çin’in rayları, Rusya’nın kanalları, İran’ın terminalleri; hepsi bir araya gelerek yeni bir küresel düzenin altyapısını oluşturuyor.

Yani, emperyal saldırıların nedenlerini yalnızca İran’ın Uranyum zenginleştirme faaliyetlerinde ya da rejimin yapısında aramak eksik kalır; asıl resmi görmek için bölgedeki jeopolitik gelişmeleri de dikkatle okumak gerekir.

Savaşlar artık yalnızca cephelerde değil; limanlarda, raylarda, terminal sözleşmelerinde kazanılıyor ya da kaybediliyor. Ve bu savaşta üstünlük kuranlar, ilk kurşunu atanlar değil, ilk hattı döşeyenler oluyor.