“Parya” Adlı Göçmen Çocuğun Hikayesi

Niyazi Kızılyürek

Bugün size Parya adlı göçmen çocuğun hikayesini anlatmak istiyorum.

Aslında adı Parya değildi ama herkes ona “Parya” derdi.

Evinden barkından olmuş göçmen bir çocuktu.

Ne yapsa, ne etse, adam yerine koyulmuyordu.

Herkes onunla dalga geçiyor, kimse onunla konuşmuyordu.

Horlanan, aşağılanan göçmen çocuğu herkes dışlıyordu.

İçine sürüklendiği aciz durum ruhunu sızlatıyordu ama elinden fazla bir şey gelmiyordu.

Durmadan evini-barkını özlüyordu.

Sıla hasreti onulmaz bir nostaljiye dönüşmüş, rüyalarında sık sık dönmeyi hayal ettiği yeri görüyordu.

Fakat sabahları uyandığında istenmediği yerde olduğunu hüzünle idrak ediyor, arkasında bıraktığı o yere asla varmayacağını anlıyordu.

Yersizlikten çok yorulmuş, mutlaka, kendisine ait bir yeri olsun istiyordu.

Hor görülmediği, aşağılanmadığı bir yer bulunur elbet!

Kaçmaya ve ileriye bakmaya karar verdi.

Yollara düştü ve dünyanın kapılarını çalmaya başladı.

Fakat, gittiği her yerden kovuluyordu. Elinde geçerli “evrak” yoktu ve kimse onu içeri almak istemiyordu.

Yıllar yılları kovaladı. Parya çok badireler atlattı ama yersiz kalmaya devam etti.

Bir gece rüyasında efsunlu bir ses, bu dünyayı kimsenin kimseye bağışlamadığını, kendine ait bir yeri de ona kimsenin bağışlamayacağını fısıldadı. Böyle bir yeri ancak kendisi yaratabilirdi!

Büyü bozulmuştu bir kez!

Şimdi kocaman biri olan göçmen çocuk büyük bir sarsıntıyla kendine geldi ve bundan böyle kaçmamaya karar verdi.

Fakat, bu yetmezdi.

Kovulmaktan da kurtulması gerekiyordu.

Ne kaçmak, ne de kovulmak!

İkisinin de üstesinden gelmesi şarttı.

Bunun için aklını kullanması ve yanılsamalardan uyanması gerekiyordu.

Daha da önemlisi, cesaretini göstermeliydi.

Öyle de yaptı!

Bu sefer ayaklarıyla değil, aklı, cesareti ve emeğiyle yola/işe koyuldu.

Aradığı yeri ancak akıl, cesaret ve emeğiyle yaratabilirdi.

Artık kendisine etrafındakilerin, yukarıdakilerin ve karşısındakilerin gözüyle değil, kendi gözleriyle bakıyordu.

Kendisine kendi gözleriyle baktıkça, emeğini döktükçe, o hep kaçmayı düşündüğü yerden hiç kıpırdamadan o yeri yeniden yaratıyordu.

Artık saygı ve hürmet görüyordu.

Düne kadar kendisini aşağılayıp dışlayanlar şimdi onu kibarca selamlıyorlardı.

Ve hiç kimse ona artık “Parya” demiyordu.

Ona artık “Monsieur Cytoyen/Madame Citoyenne”  diye hitap ediyorlardı...