Bizim toplumun hatırı sayılır bir kesimine “Makarios bizi azınlığa sokmaya çalıştı” diyoruz onlar da bize “eee ama bizde o Cumhuriyeti yıkmak için az uğraşmadık, bizimkiler de zaten taksimciydiler” diyorlar.
Evet doğrudur! Sayın Doktor Fazıl Küçük en başından tüm muhataplarına “Ya Londra ve Zurich antlaşmaları harfiyen uygulanır ya da Taksime geri döneriz” hususunu tüm muhataplarına açıkça deklere etmişti!
Daha önemlisi, Taksimciler 1960-1963 yıllarında Türkiye Cumhuriyeti’nin Elçiliğinin ısrarı ile bekle ve gör politikası gütmek zorunda kaldılar.
Dolayısıyla, kimse Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “iki taraf da istemiyordu zaten” diyerek olayın özünü kaçırıp suçu da iki tarafa eşit dağıtmasın lütfen.
Kıbrıs Cumhuriyeti ENOSISci ve TAKSİMCİ politikaların eşit sorumlulukları yüzünden dağılmadı.
Kıbrıs Cumhuriyeti ENOSIScilerin Kıbrıslı Türkleri azınlığa düşürme çabası silahlı saldırılarla desteklendi. Bu olanların ardından da Taksimciler Taksim politikasını devreye soktu.
İKİ SEÇENEĞİMİZ VARDI!
YA AZINLIK OLMAYI VE GÜVENLİKSİZ BİÇİMDE KIBRIS’IN HER YERİNDE RUMLARLA İÇE İÇE YAŞARKEN ERİYİP GİTMEYE RAZI OLACAKTIK, YA DA SİLAHLI DİRENİŞE GEÇİP KURTARILMIŞ BÖLGELERDE TOPLANACAK VE TÜRKİYE’NİN GELMESİNİ BEKLEYECEKTİK (TAKSİM)!
Ben gününümüzdeki merkez solunda ötesinde bulunan Federacyoncu arkadaşlara sormak istiyorum. Siz Akıncı’nın, Talat’ın ve Tufan Erhürman’ın SİYASAL eşitlik kabul edilmeden herhangi bir antlaşma olmaz dediğini duydunuz mu? Ben çok duydum. Peki kabul etmeyinceler ne oluyor? KKTC olduğu gibi devam ediyor değil mi?
Peki bizim Taksimcileri o dönem (1963-1974) bu denli eleştirmemiz, onlara suç atmamız ve onları “kullanım tarihleri geçti” diye değersizleştirmemizin Kıbrıs Türk toplumuna ve yeni gelecek olan nesillere ne gibi bir faydası olabilir?
Doktor Fazıl Küçük ve Denktaş gibi kurucu liderlerini barındırdığı bir dönemi ötekileştirmenin, değersizleştirmenin, ve geçmişte kaldı mühürünü vurmak neden “eleştirel” ve “özgürleştirici” bir akıl olarak algılayıp değerlendiriyoruz ki?
Tarihe Kıbrıslı Rumların değil de Kıbrıslı Türklerin çıkarlarını gözeten bir bakış açısıyla baktığımızda bizim şunu dememiz gerekmiyor mu?
Şimdi artık geçerli olmasa bile o dönem Taksim politikaları uygulandı ve Kıbrıslı Türk toplumuna da 1960 kurucu özne olmayı, ardından azınlık olmamak için yeni ve güvenli bir yurt coğrafyası kazandırdı (KUZEY). Ancak şu an ben Federasyonu savunuyorum. Federasyonu savunurken de Taksimcilerin zamanında kazandığı siyasal eşitliğe Rumlar evet demediği sürece de Taksimcilerin mirası olan KKTC’de yola devam edeceyim.
KKTC’de Kıbrıslılık-Türklük ve Federasyon-İki Devletlilik kutuplaşmasından ve yarılmasından zarar görmeyen ve nöroplastiseti normal esneklikte olan bir beyin yapısının korunmasına aşırı derecede ihtiyacımız var.
Ancak arkadaşlarımız bana solun da solunda bulunduğu bir noktadan kalkıp “Taksim politikası gütmeden ve silahlı saldırılara karşı silahla cevap vermeden de Azınlık olmaya direnebilirdik Kıbrıslı olarak” derlerse bana bu yolun Makarios’un arzuladığı Osmosis’den başka bir sonuca gitme şansının olmadığını da dürüstçe ifade etmelerini beklerim. Veya bence artık bu konuda halen “Biz 1963 yılında kaçmamalıydık, Kıbrıslılar olarak Kıbrıs Cumhuriyeti Bayrağını savaşırken kullanıp Cumhuriyete sahip çıkmalıydık” diyerek daha fazla kendi kendimizi kandırmayalım!
Çünkü bana hala böyle söyleyen ve akabinine de bu soruları yönelttiğimde de “doğru haklısın” deyen arkadaşlarım var.
Kendi geçmişimizi reddetmemize, içselleştirememize veya psikolojik bariyer (blokaj) koymamızın kime ne faydası vardır?
Ben burada herkes taksimci olsun ve geçmişe bakarken yapılan herşeyin doğru olduğunu savunalım demiyorum elbette. O dönem başka bir dönemdi. Ancak o tarihsel dönemi çözüm-barış karşıtı ve negatif çağrışım yüklü “TAKSİMCİ” diye kategorik olarak reddettiğimizde bize kazandırdıklarını ya unutuyoruz ya da küçümsüyoruz.
Örneğin, 2004 yılında Annan Planı’na “Evet” deyip akabinine Kıbrıs Türk toplumuna yeşil hat tüzüğü ve mali yardım gibi konularında binbir emek ile elde edilen kazanımları “Hayırcı” cephe hala hiçleştiriyor. Bu konuda “Hayırcı” cephenin yaptığını, “Evetci” cephe de kendi Taksimci geçmişi hakkında yapmaktan kaçınması gerektiğini iddia ediyorum.
Örneğin Sayın Talat, geçen hafta facebook’unda Bahçeli’nin demokrasiye külliyen ters turancı ilhak açıklamasıyla ilgili tartışmalar sürerken şu yorumda bulunmuştu:
“1950'lerin kullanılmış ve tüketilmiş ve 1959 Londra ve Zürih antlaşmalarıyla tarihe havale edilmiş eski politikaları; kendini tatmin edeceklere bırakalım ve biz önümüze bakalım. Halkımız eskilere rağbet etseydi, kendini tatmin edeceklere bırakalım ve biz önümüze bakalım. Halkımız eskilere rağbet etseydi eskiyi seçerdi. Halkımızla beraber çıktığımız yolda dünyalı olmanın adımlarını atalım. Konuşacak olanlar konuşsun, bizim arkamıza bakmamıza gerek yok!”
Ben 20-30 yaşlarında Sayın Talat’ın siyasi liderliğinde olan CTP’de yetiştim. Talat’ın insanlığını da, bu toplum için katlandığı çilelere de çok büyük değer veren ve saygı duyan birisiyim. Benim kalbimdeki yeri de başkadır. Sağolsun sevgisini hiç eksik etmedi. Şu anda iktidar da olmayışı benim ona verdiğim değeri ve duyduğum saygıyı bir an olsun da azaltmaz. Burda Sayın Talat’ın Bahçeli’nin Taksimci İlhak Tezine söylediği herşey olgun ve aklı başındadır. Bir husus hariç!
Sayın Talat “1950'lerin kullanılmış ve tüketilmiş ve 1959 Londra ve Zürih antlaşmalarıyla tarihe havale edilmiş eski politikalar” derken işte malesef bizim Kıbrıs’taki sol cenahın yukarıda anlatmaya çalıştığım yanlı bakış açısını ortaya koyuyor. Bu artık mental bir refleks olmuş durumda.
Bu mental reflesklerden ben Talat’tan daha çok yapmışımdır. Konu ben ve Talat değil. CTP veya herhangi bir sol bu ülkede UBP’nin emziğini elinden almak istiyorsa bu noktayı artık aşmalı.
Taksim 1959 yılında tarihe havale olmadı! Nedenini sanırım herkes biliyor. Biz halen Taksimci dünyanın yarattığı bir KKTC’de yaşıyoruz. Onun içinden konuşuyoruz ve Federasyon hayal ediyoruz. Rum tarafı bizim siyasal eşitliğimizi kabul etmezse de, Taksimci dünyanın yarattığı KKTC’de yaşamayı tercih ediyoruz. Bunlar gerçekler. Sayın Talat 2005-2010 arasında Cumhurbaşkanıyken bunları hep birlikte yaşadık.
Bir başka örnek! Sayın Akıncı’nın beş sene önce “Kıbrıs Hatay olmayacak” demecinde (tüm Türkiye hop oturup hop kalkmıştı) şunları yazıyordu:
“Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” siyaseti 1950’lerin sloganıdır. Gerçek durumla ilişkisi yoktur. Kıbrıs’ta yaşayan farklı toplumlar vardır ve barış içinde yaşayacakları federal bir düzen arayışı sürmektedir.”
Sayın Akıncı’nın da çok namuslu ve kendi açısından ilkeli bir siyasi kariyeri oldu. Ondan hiç bir şüphem yok! Akıncı burada objektif gibi konuşuyor görünse de Taksim alerjisi üzerinden konuşuyor. “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” siyaseti 1950’lerin sloganıdır” evet doğru. Ancak bu sloganın 2000’lere kadar Kıbrıs’ı nasıl şekillendirdiği de ortadır. “Gerçek durumla ilişkisi yoktur” ne demek? 2010 da Eroğlu nasıl Cumhurbaşkanı seçildi ki?
Kıbrıs’ta bir tek Federal düzen arayışında olan toplumsal kesimler mi varmış? Federal düzene inanmayan insanlar yok muymuş mesela? Sayın Akıncı’nın bu sözleri sol-demokrat kitlelerde problemli olarak algılanmayabilir ancak bu ifadelerin Kıbrıs Türk toplumunun farklı kesimleri göz ardı eden bir karakteri var.
Yazının başında ifade ettiğim gibi “Kıbrıs Türk’tür Türk Kalacaktır” siyaseti 1950’lerin sloganıdır” doğru ancak bu parola basit bir slogandan mı ibaretmiş? 1960 yılında kazandığım eşit ortaklığa giden yol, bizim siyasi liderliğimizi bu parolası ile olmamış mı? 1974 yılına giden yol böyle olmamış mı? KKTC’nin 1983 yılında kurulmasına giden yol yine böyle olmamış mı? Bu arada Akıncı bunları söylerken kendisi KKTC Cumhurbaşkanıydı.
Kendi tarihi ve geçmişiyle bu denli reddi miras üzerine kurulmuş bir siyasi aklın kendi toplumunun tüm kesimlerini kucaklayıcı olması veya kutuplaştırmacı olmaması mümkün mü?
İnanın ki, kendi Taksimci geçmişimizi olduğu gibi kabul etmek bizi ne Federasyondan ne de barış kültüründen alı koyar.
Dahası, geçmişimizi daha bütüncül şekilde algılamadan ne kendi aramızda gerçek anlamda dayanışabilir ne de hegemonyacı Rum milliyetçi zihne karşı düzgün mücadele verebiliriz.
Bu ilke, benim artık 45 yaşında olan bir kişi açısından, gelecek nesillere bırakmak istediğim çok önemli bir mirastır!
Yeni nesiller parçalanmış ve kutuplara ayrılmış tarih anlatıları ve kimlik algıları ile büyümesinler.
Tüm bu yazdıklarımı kendine dert edinen var mı? Bence olmalı!
Solun kendi bünyesinde taşıdığı travmatik kutuplaşmacı ve ezberci kalıplardan kurtulması hem solun hem de Kıbrıslı Türklerin önünü açar.
Elbette solun kendi bünyesinde taşıdığı travmatik kutuplaşmacı yaralar durup dururken olmadı. Taksimci geleneğin içindeki siyasi grupların sola Türk milliyetçiliği üzerinden yaptıkları şiddet dolu tehditler, insansızlaştırıcı ötekileştirmeler ve Allahsız dışlayıcılıkların da tüm bunların hepsinde çok büyük katkısı var! Hatta bazı Taksimci kesimler içinde bulundukları kutuplaşmadan dolayı Federasyoncularla “siyasal eşitlik” konusunda ortak noktada kesiştiklerinin farkında bile değiller.
Burada yapılmak istenen salt bir sol eleştirisi değil bir kere! Daha önemlisi, solun siyasi tabanı Kıbrıslı Türklerin en vicdanlı, kültürlü, humanist ve eğitimli insanlarıyla dolu olduğunu en iyi bilen ve farkında olan insanlardanım.
Ben solun insan hakları, kadın hakları, sosyal adalet gibi konularda ortaya koyduğu kazanımları ve bu yolda verilen mücadelenin artarak devam etmesi gerektiğini savunan birisiyim. Umarım KIbrıs Türk toplumunun tüm kesimleri bu konularda sol mahalleden ilham alır.
Ben sadece ve sadece toplum olarak, Kıbrıs Sorunu üzerinden yaşadığımız gereksiz yanlış anlaşılmaları ve yanlış yönlendirici kutuplaşmaları kritik aklımızla yeniden düşünüp kendimizi daha da bütünleştirip önümüzü açmamız gerektiğini savunuyorum.