Mustafa Ongun
Efsaneye göre tanrıların babası Zeus Pandora’ya bir kutu verir ve ondan hiçbir koşulda bu kutuyu açmayacağına dair söz ister. Zeus’a kutuyu açmayacağına dair söz veren Pandora, bir süre sonra merakına yenik düşer ve kutuyu açar. Açılan kutudan insanlığın daha önce hiç bilmediği ve deneyimlemediği kötülükler, adaletsizlikler ve çirkinlikler ortaya çıkar. Artık dünya eskisi gibi olmayacaktır; kötülükler, hastalıklar, adaletsizlikler, yalanlar, hırslar ve nefretler dünyanın her yerine yayılacaktır… Pandora olanların ardından büyük bir pişmanlık ve üzüntü içine düşer. Kahrolan Pandora daha sonra kutuda son bir şey daha olduğunu fark eder. Bu son şey “umuttur”. Dünya Pandora’nın hatasından dolayı kötü bir yer olmuştur ancak iyilik, adalet ve güzellik adına yine de umut vardır. Önemli olan umutlu olmak ve çirkinliklere karşı savaşmaktır.[i]
Evet, yukarda kısaca anlattığım hikâye birçoğumuzun bildiği Antik Yunan miti “Pandora’nın Kutusu”dur. Yazıya bu mit ile başlamamın sebebi, mitin içinde bulunduğumuz siyasi ve sosyal durumu anlamamıza yardımcı olacağını düşünmemdir. Toplumumuzda ortak bir görüşten bahsedeceksek o da Pandora’nın kutusunun açıldığı ve artık hırsın, yalanın, adaletsizliğin ve nefretin her yere yayıldığıdır. Sosyal medya, gazeteler, televizyonlar, günlük sohbetler Pandora’nın kutusunun açıldığını ve çirkinliklerin her yeri sardığını haykırmaktadır. Ancak, bu konu üzerinde birçok kesim hemfikir olmasına karşın, Pandora’nın kutusundan geriye son kalan şey üzerine iki farklı yaklaşım vardır diyebiliriz. Bir kesim umutlu olmamız gerektiğinden dem vururken, diğer bir kesim de umudun kaçınılmaz başarısızlığın sonunu ve dolayısıyla acıyı uzatmaktan başka işe yaramadığını düşünmektedir. Tabii burada bu ayrışmanın yegâne ayrışmamız olduğunu iddia etme niyetinde olmadığımı da belirtmekte fayda vardır. Toplumumuzda önemli birçok ayrışma mevcuttur ancak Pandora’nın kutusundan geriye ne kaldı sorusu aracılığı ile açıklayabileceğimiz bu ayrışma, aşağıda da anlatmaya çalışacağım gibi hayati öneme sahiptir diye düşünüyorum.
Pandora’nun Kutusu ve Modern-ilericiler
Evet, Pandora’nın kutusu açılmıştır, bu konuda hemfikiriz. Ancak yukarda da bahsettiğim gibi Pandora’nın kutusunda kalan son şeyin özünde ne olduğu konusunda aslında iki büyük ayrışma yaşıyoruz. Sanırım teorik olarak ayrışmayı şöyle değerlendirebiliriz: Ayrışmanın bir tarafı Pandora’nın Kutusunu modern-ilerici bir anlayışla irdelerken, diğer taraf ise post-modern muhafazakar bir yaklaşım sergiliyor. İlk aşamada bu tanımlar soyut ve anlamsız gelse de birazdan oldukça hayatın içinden bir noktaya değindiğim anlaşılacaktır diye umuyorum.
Modern-ilericiler için Pandora’nun kutusu açılmış olmasına rağmen aslında “umut” vardır. Onlar için Pandora’nın kutusunda son kalan gerçekten de umuttur ve bu bizim elimizde kalan belki de tek şeydir. Bu nedenle siyasi örgütlenme, aktivizm ve idealizm “umut” edileni gerçekleştirmek için kaçınılmazdır. Belli bir siyasi irade oluşturmak, özne olmak, devlet olmak, tanınmak vs. “umut” edilendir. Daha farklı bir şekilde söyleyecek olursak, modern ilericiler için “umut” vardır ve umut edileni gerçekleştirmek yasanın üstünlüğüne dayalı, ekonomik olarak kendine yeterli, adil “çözüme” hazır bir toplum olmayı gerektirir. Pandora’nın kutusundan bize kalan budur.
Bu kesim elbette ki bahsedilen umudun peşinde nasıl koşulacağına dair önemli ayrışmalar yaşamaktadır. Bazıları KKTC içerisinde siyasi parti olmanın umutları boşa çıkaracağını ve farklı bir siyasi mücadele verilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bazıları ise KKTC içerisinde siyasi iktidar olmanın umutlarımız için önemli olduğu konusunda hemfikirdir. Bir değerleri için siyasi partiler yozlaşmış ve özne olmanın yolunu tıkamış durumdadır. Özne olmak parti dışı bir kitlesel değişim gerektirmektedir. Aralarında bu türden ayrışmalar olmasına rağmen modern-ilericiler, Pandora’nın kutusundan çıkan kötülüklere karşı umudumuzun olduğu konusunda hemfikirdirler demek yanlış olmayacaktır.
Bazılarımız haliyle şimdiden saçmaladığımı ve belli bir gruba indirgenemez kesimleri aynı kefeye koyduğumu düşünecekler. Bunu düşünenler belki de haklıdırlar ancak aşağıda anlatmaya çalışacağım ikinci grubu da göz önünde bulundurduktan sonra yargı üretmeleri daha yerinde olacağını da not düşmek gerekir.
Pandora’nın Kutusu ve Post-Modern Muhafazakârlar
İlerici modernler arasında yazarlar, sendikacılar, Millet vekilleri, akademisyenler, sivil toplum liderleri ve daha birçokları olmasına rağmen toplumun büyük bir çoğunluğunu oluşturanlar aslında post-modern muhafazakârlardır. Bu kesimde bulunanlar ne yazardır, ne sendikacıdır, ne siyasetçidir ne de akademisyen. Onlar aslında bir anlamda ne olduklarının farkında olmayan Nietzchecilerdir ve her yerdelerdir. Bu grup Pandora’nın kutusuna farklı bir biçimde bakmaktadır. Onlar için Nietzche’nin de dediği gibi “aslında kötülüklerin en kötüsüdür umut, çünkü insanın çektiği eziyeti uzatır”[ii]. Nietzche’yi okumasalar bile bu kesim de aynen Nietzsche gibi, umudun aslında bizi kandırdığını ve kötülüklerin getireceği eziyetleri uzattığını düşünür.
Bu bağlamda Kıbrıslı Türklerin çoğunluğu Nietzsche’yi okumaya gerek bile duymadan, Nietzche’nin yanında yer almaktadır diye düşünüyorum. Onlar için örgütlenmek (siyasi veya sivil) anlamsızdır, çünkü umut yanıltıcı ve eziyet vericidir. Örgütlenmek Pandora’nın kutusundan çıkan kötülüklerin ve çirkinliklerin içerisinde rol almaktan öte bir hareket değildir, çünkü hırstan, nefretten ve güç (koltuk) düşkünlüğünden kurtulmak mümkün değildir. Bu anlayışa göre, umudun iyi olduğunu düşünenler her ne kadar birbirleri arasında ayrışsalar da, aslında özünde hepsi aynıdırlar. Onlara göre bu memlekette hiçbir şey değişmez ve dolayısı ile siyasi örgütlenme, aktivizm, idealizm vs. boş işlerdir. Dahası, sadece memlekette değil, dünyada da pek bir şey değiştirilemez. Hırs, sömürü, nefret, adaletsizlik gibi çirkinlikler hayatın özündedirler ve bunlara karşı çıkmak mümkün değildir. Çünkü Pandora’nın kutusu bir kere açılmış, hırs ve nefret her yere yayılmıştır, geriye dönüş yoktur.
Daha farklı bir şekilde anlatacak olursak, post-modern muhafazakârlar için nefret, adaletsizlik ve yozlaşma doğal olandır. Doğal olandan kurtulmak mümkün olmadığı gibi, Pandora’nın kutusundan çıkanlara karşı mücadele etmek de özünde hırsların ve adaletsizliğin üzerine örtü örtmekten başka bir şey değildir. Bu kesim artık umutsuzdur. Bir zamanlar meydanları dolduran, gece gündüz Kıbrıs sorununu tartışan, karşısında belirgin bir alternatif gören bu kesim artık çocuklarına ve gençlerine “en iyisinin göç etmek olduğunu”, “Kıbrıs’tan umutlarını kesmelerini”, Pandora’nın kutusundan geriye kalan son şeyin de aslında kötülük olduğunu söylemektedir.
Sonuç
Peki bu analiz eğer doğruysa, bize neyi anlatmaktadır? Bu analiz kısaca bize şunu anlatmaktadır: Modern-ilericiler kavga edebilirler, ayrıştıkça ayrışabilirler ancak bir şeyinde farkına varmalıdırlar; siz kavga ettikçe insanlar Nietzche’nin yolunda sessizce birleşmektedirler. Siz umutlara nasıl ulaşılacağını tartışa dururken, insanlar umudun aslında en büyük kötülük olduğu konusunda müthiş bir ortaklık içine girmektedirler. Bunun dışında yukardaki analizden yola çıkarak diyebiliriz ki, modern-ilericiler Pandora’nın kutusundan geriye umudun kaldığını düşünüyorlarsa, umutsuz çoğunluğu umut olduğuna dair ikna etmeleri gerekmektedir. Aksi takdirde toplumsal bir yok oluş bizi beklemektedir. Umutsuz çoğunluğu ikna etmek de modernlerin birbirleri arasında kavga edip ayrışmasından ziyade kapsamlı ve kararlı bir örgütlenme gerektirir. Böyle bir farkındalık gelişmedikçe, çoğunluk Pandora’nın Kutusundan geriye kötülükten, hırstan ve nefretten başka bir şey kalmadığını düşünmeye devam edecektir ve bunun sonuçları geri dönülmez olacaktır…