Oyunbozan…

Asım Akansoy

Bilindiği üzere, Oxford Sözlüğü 2016 yılı sözcüğünü “post-truth” olarak belirledi.  Açıklama yaparken de "nesnel hakikatlerin, belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu” olarak tanımlandı.

2016 yılı dahil, dünyada yaşanan olayları düşündüğümüzde elbette siyasette “yalan rüzgarının” dört bir yanımızı kapladığını görürüz. Elbette “post-truth” ile yalan arasında da bir fark var. Hani, insan yalan söylediğinde ve yalanı yüzüne vurduğunda yaşanan o “utanma duygusu” var ya, burada o yok. Ne utanma ne arlanma…

Nesnel hakikatlere dair bir toplum projesi yerine duygu ve kanaatler üzerine şekillendirilmiş önermelerin yarattığı gerçeklik ötesi duygu ortamında sonuçsuz bir döngünün girdabı ciddi travmalar ortaya çıkarıyor. Dünya ölçeğinden bakıldığında çok küçük bir toplumuz. Sosyal, sınıfsal yapımız oldukça zayıf. Ekonomik kapasitemiz de oldukça düşük. Sürdürülebilir bir sistem inşası için, hakikatları gizleyerek, yok sayarak, görmezden gelerek değil, “post-truth” bir tavır içerisine girerek değil tam tersi bir açıklıkla toplumsal proje hazırlamak gerekir. Ekonomik, sosyal, siyasi, idari ve güvenlik boyutu ile sürdürülebilir sistem demek, Kıbrıslı Türklerin toplumsal varlığını gözeten bir yönetim sistemi tesis edebilmek demektir.  Bunun dışında gerçek anlamda bir demokratik sisteme de, demografik yapıya da bağımsızlık üzerine şekillenmiş bir öz yönetime de sahip olmak mümkün değildir. Bunu tanımlamak, projelendirmek ve seslendirmek Kıbrıslı Türklerin sürdürülebilir toplumsal varlığının tesisi adına gerçeğin deşifre edilmesi ile  bütünlendiği ölçüde mümkündür.  Kıbrıslı Türk sağının verili koşulların geliştirilmesi ya da sürdürülebilirliği diye bir gündemi, iddiası yoktur. Onlar, Rauf Denktaş döneminde atılmış tezlerin karşılığı üzerinden siyaset yapıyorlar. Siyaset alanları Denktaş döneminde yaratıldı. Bugün ne bir adım önde ne de geridedirler.

Ne toplumsal kimlik, ne demokrasi, ne hukuk, ne toplum, ne varlık ne de nüfus…Kıbrıs’ın kuzeyinde, dünya yüzünde bir gün tanınması sağlanacağına inandıkları bir devletin “post-truth” halini yaşıyorlar. Ve bu yalan dünyanın bir parçası olmaktan memnunlar. Bu düzeni aynen sürdürerek meşrulaştırmak, devlet hayali ardında kesinlikle sorun değildir. Çünkü yegane ve ortak ideolojik dürtüleri budur. Ancak topluma yalan üzerine kurulu halkla ilişkiler oyunları ile nüfuz etmeye çalışan UBP- DP ikilisinin yarattığı tahribatı küçümsemek gerekir.

Tam da bu bağlamda Hannah Arendt’in yalana dair söyledikleri* ibret verici:

"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilir misiniz? Herkes size mütemadiyen yalan söylüyorsa, bunun sonucu, yalanlara inanmanız değil, artık hiç kimsenin hiçbir şeye inanmaması olur. Çünkü yalanlar, doğaları gereği, değiştirilmek zorundadır; yalan söyleyen bir hükümetin de kendi tarihini durmadan yeniden yazması gerekir. Bunun muhatabı olarak, sonuçta önünüze hayatınızın sonuna kadar inanabileceğiniz tek bir yalan konmaz, siyaset rüzgarı nereden eserse ona göre değişen sayısız yalan konur. Artık hiçbir şeye inanamaz hale gelmiş bir halk da hiçbir konuda karar veremez. Sadece eylemde bulunma kabiliyetinden değil, düşünme ve muhakeme etme kabiliyetinden de mahrum kalır. Ve bu hale gelmiş bir halka dilediğiniz her şeyi yaptırabilirsiniz …”

Ayrılıkçı siyasetlerinin başarılı olmayacağının aslında çok iyi farkındalar. Fakat devlet kültü ardına saklanarak, suni düşman yaratarak, bir tane Kıbrıslı Türkün kalmamasını her gün uyguladıkları siyasetle ispatlıyorlar. Malum, UBP tarihsel olarak baskı ve vaad üzerine kurulmuş bir siyasi anlayışı temsil eder. Vaad sağlandığı ve bunu tabana yaydığı, baskı farklı düzeylerde uygulandığı sürece adanın kuzeyindeki yapının geliştirilmesi asla mümkün olmayacaktır. Yani varoluşları sistemin iyileştirilmesine engeldir.

Evet, bu kaos ortamının aşılması gerekir. Bunun için yalanların deşifre edilmesi, hakikat dışı hallerin maskesinin düşürülmesi gerekir. 

Bugün toplumda yaratılan “içimize bakalım”, “önümüze bakalım” söylemlerinin işte bir tür “post truth” olduğunu unutmadan…

Öz itibarıyla…

1-Başka türlü olunabileceğinin anlatılması 2- Sürekli eylemle ve gerçekler üzerinden geliştirilecek projeler ile harekete geçilmesi 3- Dayanışmanın her düzeyde yeniden kurulması 4- Oyun bozan etkisi yaratılması lazım.

Varolan durumu ve durumun yarattığı çaresizliği reddetmek, toplumsal dayanışmayı yaygınlaştırarak “gerçekleri haykırmak” bugünün en temel ihtiyacıdır diye düşünmekteyim.

Bu sistemi aynen devam ettirme yönünde adım atan herkesin yüzüne toplumsal varlığımızı dönüştürücü gücümüzle haykırmalıyız.