“Osmanlılar’ın Mağusa’yı muhasarası...” (1)

Sevgül Uludağ

Ulus IRKAD (*)

Lefkoşa’nın Fethi’yle Osmanlı Ordusu Mağusa’ya yürüme kararı aldı. Türkiye Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın (Türkiye Genel Kurtmaylığı’nın da işbirliğiyle) yayınladığı kitaba göre şehri  fetheden Türk birlikleri, Venediklilerin son direnme yuvalarını da yok ettiler. Venedikliler, 20.000 ölü, 1000 kadar da esir vermişlerdi (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları:689, 60,1986). Bu sayı oldukça tartışmalıdır. Çünkü aşağıda da görüleceği gibi Osmanlılar bu savaştan sonra 60 bin kişilik bir açığı kapamak için civar eyaletlerde ve Anadolu’dan 60 bin asker bulma arayışına çıktı çünkü o dönemlerde insan gücü ve ihtiyacı oldukça önemliydi. Ölenlerin cesetlerine bile ihtiyaç vardı çünkü Osmanlı Ordusu bu cesetlerle hendekleri doldurup bunların üstüne basarak burçların üzerine çıkabilirdi.

Bazı tarihçiler Osmanlıların kayıplarının Lefkoşa’da 30 bin ile 50 bin arasında değiştiğini belirtiyorlar.

1920’li yıllarda «Kıbrıs’ın Türkler Tarafından Fethi» adlı bir sözlü tarih araştırması yapan Zihni İmamzade (Büyük büyük dayımdı), Venediklilerin kuvvetini

1500 (İtalyan piyade, muntazam) daimi asker

3000 Venedik askeri (Cernede)

2500 Serbest milis (Frankomatlar)

350 Arnavut

1000 Lefkoşa aristokratları

Yekün 8250 olarak vermekteydi (İmamzade, 24, 1965-kitap eski Türkçe olarak 1920 yılında yazıldı ama sonraları yeni Türkçe haflere çevrilerek ancak 45 sene sonra, 1965 yılında Baf’ta Bucak yayınları arasında çıkacaktı,U.I.)

«Lefkoşa Muharebelerinde Türk kayıplarının Venediklilerden çok daha büyük olduğu düşünülmelidir. Ne var ki, bunu belirten kesin bilgi bulunamamıştır. Yalnız gerçek olan husus, Lefkoşa Zaferi’nin Türklere çok pahalıya mal olduğunun bilinmesidir.» (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 689, 60, 1986)

Lefkoşa’nın teslimiyle ele geçirilen değerli ganimetler, esirler, İstanbul’a gönderilmek üzere Mağusa Limanı’nda bulunan Sokollu kalyonuna yüklenmiş fakat 3 ekim 1570 günü patlama sonucu içindeki kıymetli eşyalarla birlikte batmıştı. Bazı belgelere göre İstanbul’a götürülmek üzere Lefkoşa’dan köle olarak alınan Maria Singlisici adlı bir Kıbrıslı-İtalyan kadın, bir leventin elinden meşalesini kaparak cephaneliğe dalarak oradaki kalyonun tümüyle havaya uçmasına sebep olmuştu. Kalyondaki 800 kişinin de yanarak veya boğularak öldüğü iddia edilmektedir (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 689, 60, 1986)

Rahmetli Haşmet Gürkan’la yaptığım söyleşilerde, Haşmet Bey, patlamanın meydana geldiği yerin, Monarga Boğazı olduğunu ifade etmiş ve buradaki akıntı dolayısıyla, bu gemilerin ve hatta içlerinde varsa Venedik Hazinesi’nin de, akıntı dolayısıyla bugün Kaleburnu karşısındaki derinliklere sürüklenebileceğini bana söylemişti.

OSMANLI ORDUSU MAĞUSA’YA İLERLİYOR

Lefkoşa düştükten sonra Venedikli komutan Marc Antonia Qurini burada bekleyen altı Osmanlı kadırgası ile Ocak ayında 12 gemiyle (Osmanlılara ait, U.I.) savaşıp şehre onlarla savaştıktan sonra girdi. Bu sırada kaleye ertesi sene müdafaada yetersiz kalmasına rağmen birçok Venedikli askerin de bu erzakla sığındığı belgelenmiştir (Graziani, 86, 2017)

Lala Mustafa Paşa, Venedik Ordusu komutanı Baglione’nin, Venedik Ordusu Lefkoşa’ya ilerlerken (1570), Osmanlı Ordusu’na saldırıp 500 kayıp verdirmesinden dolayı, Mağusa’nın stratejik olarak önemini anlamıştı. Osmanlılar Mağusa’ya saldırı için Anadolu’nun Güney Sahilleri ve civar eyaletlerden 60,000’den fazla asker toplamışlardı (Graziani, 87, 2017.)  Bu askerleri toplarken de Mağusa’daki ganimetin Lefkoşa’dan daha da zengin olduğu duyurulmuştu (Graziani, 86, 2017).

«Yapılan keşifler sonunda Mağusa Kalesi’nin, o zamanın en kuvvetli kalelerinden biri olduğu anlaşılmıştı. Bunun  üzerine, zaptedilmesinin daha uzun sürebileceğini kestiren ve mevsimin de ilerlemekte olduğunu göz önüne alan Lala Mustafa Paşa, kalenin şimdiki kuşatılması ve gözlenmesiyle yetinilmesine, kesin zaptının takviye kuvvetleri geldikten sonra, ilkbaharda yapılmasına karar verdi. Bu süre içinde açlık ve yokluklar sebebiyle kalenin teslim edilebileceği de düşünülmüştü» (Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 689, 63, 1986).

KALENİN VENEDİK DÖNEMİ BAŞLARKENDEN SAĞLAMLAŞTIRILMASI ÇALIŞMALARI…

İSTİHKAMLARIN TASVİRİ;

«Şehrin Kuzey-Doğu köşesindeki iç kale, limanın başlıca savunmasını oluşturmakta, ve erken Ortaçağ tipinde bir kaledir. Şimdilerde kare bir kalenin kalıntılarından müteşekkildir. Bu kalenin dört daire kulesi vardır.

Köşelerinde, Venedik askeri mühendisi Nicolo Foscarini titiz bir şekilde top istihkamını yerleştirmiş ve ismini de 1492 yılıyla birlikte giriş kapısının üzerindeki mermerin üzerine Venedik Cumhuriyeti’nin sembolü kanatlı arslanla birlikte yerleştirmiştir. Kalenin deniz tarafı eklemeyle oldukça değişmiştir, bu duvar, XVI yüzyıl ortalarında şehrin duvarlanmış sahasını oluşturuyor (Jeffery, 1983).

MAĞUSA KALESİNDE RÖNESANS’IN DEKORATİF SANAT ÖZELLİKLERİ

«Martinengo Tabyası’nın içerisinde bir geçiş safhası görüyoruz veya dizayınlarda uzlaşma, eski kuleyle veya Ortaçağların mazgalları siperlere eklenecek tam toprak sistem, Lefkoşa’da bulunan Giulio Savorgnano (1560) tarafından benimsendi. En belirli karakterinin duvar işçiliğiyle inşa edilmesidir fakat kalın duvarların arkasında eski tarzla toprakla doldurulmuş büyük bir yapı vardır. İnşaatta barut gazının dışarıya çıkması için gereken hava tertibatına büyük önem verilmiştir. Duvarların içerisindeki mazgallarda küçük dolaplar vardı ve şüphesiz ki bunların içerisinde küçük variller içerisinde depolanmış barut  vardı.”  (Jeffery, 1983).

«Duvarların averaj kalınlığının 4 metre olduğu (13 ayak) görülüyor ve bu sağlam bir duvarcılıktır, bazı yerlerde 6 metre (20 ayak), içte kenarlara toprak da yığılmış, ve yükseltilmiştir, liman ve dış limanı karşılayacak perde olmamasına rağmen. Mağusa planı gösteriyor ki silah mazgalları evlek seviyesindeki hedefleri ateş altına alabilirdi.” (Jeffery, 1983).

WILLAM DREGHORN DA DEKORATİF SANATIN KALELERE ETKİSİNDEN SÖZ EDİYORDU

«Barut ve topun icadıyla, Venedikliler topların kullanılma şekline göre kalelerinin şeklini değiştirmişlerdir. Genelde eski duvarları tahrip etmediler, oldukça kalın duvarlardılar da onun için. Fakat eski kare şeklinde olanlar yeni daire şekline çevrilmişti. Gerçekti ki dörtgen şeklindeki burcun top ateşiyle köşeleri kolayca ortadan kaldırılabilirdi. Nerede eski duvarlar korunmuşsa bunlar top atışlarıyla ortadan kaldırılmıştır.» (Dreghorn).

«İlk top tamamıyla ağır bir namludan oluşup tahta tekerlekli bir kütükle hareket ediyordu. Ateşleme çok kabataslak bir işti. Demir veya taş gülleler açık ağızdan yerleştirilir ve bir mesaleyle barut ateşlenirdi. Eğer silahlar tabya veya duvarların içerisinde ateş edilirse çıkacak olan büyük bir sorun teşkil ediyordu ve böylelikle bütün mazgallarda bir de baca bulunuyordu, kara kapısında bunun iyi örneklerini göreceğiz, güllelerin normal boyutu büyük bir grapefruit kadardı. Kayda değerdir ki Türklerin dev bir silahı vardı ve 3 ayak kare büyüklüğündeki taş gülleleri savuruyordu.» (Dreghorn).

RAVELİN VEYA LİMASSOL TABYASI

«Bu tabya 1544’de inşa edildi. Şehrin ana girişini, geniş bir ravelinle koruma düşüncesiyle planlanmıştır - Sistem 16. asrın sonuna kadar kullanılmaya uygun görülmemiştir. Ravelin’in yan taraflarından iki tane girişi olması düşünülmüştü, iki tane devamlı çekilen köprü ile şehre girilmesinden ötürü duvarlarda girintiler görülmektedir. Bu ravelin 1571 yılındaki kuşatmada en acımasız savaşın meydana geldiği kale bölümlerinden biriydi. Top ve mayınlarla tamamıyle harabe haline gelmiştir.» (Jeffery, 1983)

«Lorini’nin “Della Fortificatione” (Venedik, 1609) adlı kitabındaki bir bölüm ravelinin  eksiklikleri hakkındadır.” Daire şeklinde tabyaları inşa etmeye başladıkları o yıllarda, bir beceriyle kalenin girişini güvence altına almak önemlidir diye düşündüler. Ama bu savunma, bizim zamanımızda sadece eksik değil aynı zamanda hem kale için hem de şehir için de oldukça tehlikeli bulunmuştur.

Ravelin’in etrafındaki evleğe ateş etmek zordur bu yüzden düşmana bir örtü olur, mayınlama operasyonlarından sonra düşman kolayca ravelin’i ve şehrin girişini işgal eder.” (Jeffery, 1983)

MORATTO TABYASI

«Şehrin Batı duvarı, talih eseri, Moratto Tabyası’ndaki mermer levhanın üzerinde tarihlendirilmiştir. 1496’da Nicolo Prioli tarafından inşa edilmiştir. Bu duvar üç küçük tabya tarafından savunulmaktadır. Bunların en büyüğü en Kuzey uçtaki St Luca Tabyası’dır. St Luca Tabyası inşaat olarak güney duvarındaki üç büyük yarım ay şeklindeki istihkamlara titizce benzemektedir; Bu yüzden onları ayni dönemden sayabiliriz. En fazla zor olan şey bu kuleler içinde yerdeki topları hareket ettirmek için mesafenin kısıtlı olmasıdır (1590). Bu tarihçi Paruta tarafından yazılarında yansıtılmıştır, bunlar hakkında bahsetmekte, zamanında Venedikliler tarafından da hapishane olarak kullanıldıklarını yazmaktadır. O zamanlar modası geçmiş olarak algılanmaktaydılar.» (Jeffery, 1983).

ANDRUZZİ-AY NAPA VE COMPOSANTO

«Andruzzi - Ay. Napa ve Composanto adlı burçlarla birlikte bilinen güney duvarı - 1571’deki Türk saldırısına en fazla sahne olan yerdi. Bu duvarın karşısında kuşatmacılar toprak yığını oluşturmuş, ve en kuvvetli toplar “Kara kapısı” önüne yerleştirilmişti.» (Jeffery, 1983).

ARSENAL BURCU

«Bu duvarın deniz uzantısında geniş dairesel bir kule vardır, orta çağ tipinde bir burç değildir, toprakla doldurulmuş veya mazgallı siper niteliğinde de değildir. Dışındaki kemer doğudaki deniz duvarını Arsenal’e bağlamaktadır. Arsenal 100x20 ayak alanındadır: büyük daireli tabya ile eski giriş kapısı arasında kısmi bir iletişim hizmeti görmekte ve aynı zamanda Arsenal’in yanında komutanlık cephaneliği olarak da bilinmektedir. Daire şeklindeki kule Arsenal tabyası olarak bilinmektedir ve deniz kıyısında yapılacak atışlara açıktır ki, Türkler tarafından işgalde en sağlam pozisyon olarak görünüyordu, saldırı sırasında tamamıyle tahrip edilmişti.» (Jeffery, 1983).

DENİZ KAPISI VE SONRASINDA OTHELLO

«Doğu duvarının ortasında Deniz Kapısı’nın silindir kulesi ortaya çıkar. Mağusa surları içerisindeki en zarif ve önemli yapı budur. Yapının üzerindeki mermer üzerinde şunlar okunmaktadır

NICOLAO PRIOLI

CYPRI PRAEFECTO

MCCCCLXXXXVI» (Jeffery, 1983).

«Yuvarlak kule, deniz kapısı olarak da bilinmektedir, antik görünüşte ok mazgallarının varlığıyla da dikkat çekmektedir. 1492’de Nicolo Foscarini tarafından yapılan ikinci iç kalenin inşaat tarzına aittir. Prioli, ancak, askeri mühendis olduğu kadar bir mimardı, ve açıkça, inşaatlarını karakteristik İtalyan zarafetiyle yapmaya başlamıştı ve eserleri sanatçıları olduğu kadar arkeologları da ilgiyle karşılanmaktadır.» (Jeffery, 1983).

VENEDİK’İN EN ÜNLÜ MİMARI MAĞUSA KALESİ’NDE ÇALIŞTI

1559’DA KALELERİN DESİNATÖRÜ SANMICHELE

Mağusa Kalesi’nin ilk Venedik yapısı olmasıyla bağlantılı olarak “askeri mimar” veya herhangi bir isim geçmiyor, fakat XIV. Yüzyıl kaleleri bugün bile ayakta kaldıklarından yeterince iyi bilinmektedirler.

Giovanni Girolamo Sanmichele, unutulmayan ünlü askeri mimar Michele’nin yeğeniydi, Mağusa’ya gönderilerek 16. yüzyılın ortasında, şehrin kalesini dizayn etmesi istendi. Maalesef Kale için uğraşırken 45 yaşındayken sıtmadan 1559’da öldü. Giovanni’nin ölümü Leonardo Da Vinci’den çok etkilenen bir mimar olan amcasını da  çok üzdü.

Kendisine danışmanlık yapmıştı, Ünlü Sanmichele de aynı sene yeğeninin  üzüntüsünden öldü. “Martinengo” tabyası, ve duvarlardaki diğer geniş değişiklikler, (özellikle kuzey tarafı) yüzyılın 50’li ve 60’lı yıllarında Giovanni Girolomo Sanmichele tarafından tasarlanmıştı.

«1475’den 1715’e kadarki dönemin büyük kısmının askeri sanat sırasında başarılı gelişmelerle beraber yardımcı olmuş ilk dört tarzı arasında Michele tarzı örnek gösterilmektedir. İtalyan stilinde kaleler arasında en iyi korunmuş olanı belki de Levant’ta bulunuyor, Treviso, Verona, Turin ve İtalyan Yarımadasındaki diğer şehirler, hatta en modern şehir Milan uzun ve cezbedici duvarlarını XVI. Yy’a borçludur. Negroponte, Napoli di Romania (Nauplia), Maina, Girit ve Kıbrıs’taki kaleler Venedik Cumhuriyeti’nin dikkatini hala daha çeken çok nadir kaleler arasındadır; buluş verimliliği, hüner ve ustalık bakımından üzerinde çalışmaya değer ve yer olarak doğal engelleri ve zorlukları yenmede, bunlara göre Michele Sanmichele’nin tarzının tekrar modelleştiği eser de Mağusa’daki eklemedir.» (Jeffery, 1983).

MAĞUSA KALESİNİ FETHETMEK İÇİN OSMANLILAR BİR SİSTEM GERÇEKLEŞTİRİYOR «SIÇAN HENDEKLERİ»

«Yoğun çalışmalar sonunda surlara yaklaşma yolları ve siperler yapıldı. Yaklaşma yolları surlara dik, siperler ise paralel olarak hazırlanan hendeklerden oluşuyordu.  Karışık zikzaklardan oluşan bu şaşırtıcı sistem, Türklerce kale kuşatmalarında eskiden beri kullanılıyordu» (Kültür ve Turizm Bakanlığı: 689, 66, 1986).

«Nisan ortalarına doğru Serasker ordusunu Mağusa’nın etrafına çekti, 16 Nisan’da orduya bir geçit töreni yaptırdı, ve muhasarayı bayrak verici şeklinde sıkıştırdı, inanılmayacak şekilde gayret göstererek derin sığınaklar, mahsurların hısarlardan baktıkları zaman Türk askerlerinin kılıçlarının ucunu güçlükle görebilecekleri dağ yığınları kadar istihkamlar meydana getirmişlerdi» (İmamzade, 47, 1965)

KUZEY, BATI VE DOĞU BÖLGELERİ OSMANLI SALDIRILARINA İMKAN VERMİYORDU

Othello ve Martinengo Tabyaları yönlerinde ve etrafında yapılacak yüzeysel bir araştırmada bile, gerek Matrinengo’nun (Kuzey Batı) ve Othello Tabyası’nın (Doğu), Osmanlıların oraya yapacakları saldırıların oldukça zayıf kalacağı ve o dönemlerdeki insan gücünün oldukça önemi düşünülürse, bunların imkansız hale geleceği görülebilmektedir. Öncelikle Martinengo Tabyası yönünde yaptığım araştırmada, buradaki zeminin oldukça kayalık olduğu, Osmanlı lağımcı ve humbaracılarının burada yapacakları “Sıçan Hendekli” saldırıların başarısız olacağı, Martinengo ve de Limassol Tabyası’na kadar olan Bölgede, kayalık zemin yanında, Venedik duvar bariyerlerinin çok kayıp verdirme ve de saldırı için gereken manevra ve hareket olanağını vermediği, açıkça görülmektedir.

Kaldı ki Çamlık Yolu üzerindeki yokuş aşılsa bile, hemen karşıdaki tabyalardan ve Martinengo’dan Osmanlı askerlerinin hedef olması tehlikesi vardı; tüm buradaki Kuzeybatı ve Kuzeydoğu yönlerindeki Tabyaları Martinengo idare etmekteydi ve merkezdi, Osmanlılara büyük kayıp verdirteceği, bunun yanında yokuş bariyerinden sonra, yol aşılınca, aşağıya inmek ve duvara veya surlara saldırmak, oldukça zaman ve de zorluk vermekteydi. Uçurum yüksekliğinde bariyer aşıldıktan sonra, aşağıya inmeye çalışacak olan Osmanlıların da, büyük kayıp vereceği, bunun oldukça zor bir durum olduğu, o zamanki zaman ve şartlar düşünülürse açıktı. Gene Martinengo karşısındaki kayalık platform, yüksek bariyerler ve de aşağıya, yani hendeğe girmek, büyük kayıplar verdirecekti. Savaş veya fetih sırasında, Arsenal (Canbulat) karşısında yapılan top savaşında bile onbinlerce kayıp verilmişti ki, Arsenal karşısı topraktı ve sıçan hendeği taktiğine olanak veriyordu.

MAĞUSA’NIN FETHİ BAŞLARKEN

«Ayın 26’sında, (Mart 1570) kırk bin baltacı neferi ile büyük bir kısmı gece olmak üzere, hiç durmadan aralıksız çalışılarak, birbirine çok yakın, yavaş yavaş ilerleyen ve mani olmak için hiçbir şey yapılmayan yeni kanallar açmaya ve misket atan tüfekçiler için hendek kazmaya başladılar.» (Aktaran Calepio, Atun, 247, 2006)

«Tüm sur  duvarı boyunca, Türklerin ateşine maruz kalan yerlere misket tüfekçilerinin hendek duvarını savunmak için ateş edebilmeleri amaçlı mazgal delikleri bırakılarak tuğladan, iki ayak yüksekliğinde ve aynı genişlikte kanallar yapıldı...  Senyör Bragadino, bu konuları Senyör Estor Baglione ile kişisel olarak takip etti. Düzen baştan sona çok iyi idi.» (Aktaran Calepio, Atun, 247, 2006).

VENEDİKLİLERİN ANLATIMI

«Bu kadar sık saldırılara uğrayan Mağusa, bazıları tam yirmi dört saat süren şiddetli taarruzlara dayanmış ve cesaretle basireti birleştiren kuşatılanlar, barbarların saldırılarına karşı koyarak onların tüm girişimlerini boşa çıkartmıştı. Düşmana büyük zarar veren bazı yeni lağım ve fişekler icat eden Tuscany (Toskana) şehri Anglaria doğumlu mükemmel mühendis Hicronomio Magio da buradaydı. Topunu o kadar iyi nişanlamıştı ki ; kuşatma toplarından on sekizinin namlu ağızlarına isabet ettirerek onları tahrip etmiş, çok zaman ve emek harcanan düşman istihkamlartını bir anda dağıtıp yıkmıştı. Baglioni, Bragadin ve Tipoli, her mevziye bir garnizon subayı atamıştı» (Graziani, 90, 2017).

İMAMZADE’NİN  VERDİĞİ BİLGİLER

«Başlangıçta 5000 olan Yeniçeri askerleri sonradan katılanlarla 14.000’i bulmuşlardı.

Harbiler: 160.000

Atlılar: 7000

Lagumcular: 40.000

Kapıları takip edenler de hesaba katılırsa: 250.000’i bulmuş olur.

Top sayısı 74 olmakla ihtiyaç halinde 100-145’e kadar çoğaltılabilirdi; görünürde bu miktar donanma topları da hesaba girmiş sayılırdı. Harp süresi sırasında 120.000 demir, 43.000 taş gülle atılmıştı. Bu taş güllelerin çoğuna emniyet dairesi istasyonunda şahit oldum.» Bu toplar arasında olağanüstü çapta, ecnebilerin «Helepolis» ve bazan da, «Basilisko» diye adlandırdıkları ve 200 lb. Ağırlığındaki çok teklikeli mermiler atan toplar vardı.

Müdafaa Kuvvetleri

Muntazam asker 4000

Stradiyotlar 300

Krekler 4000

Yekün 8300

Top sayısı: 90, harp süresi esnasında atılan mermi sayısı: 4600» (İmamzade, 45, 1965)


Ulus Irkad'ın MASDER'deki sunumundan bir fotoğraf...

-DEVAM EDECEK-

(*) Bu yazı, Ulus Irkad’ın MASDER’de 9.12.2023’te yaptığı sunumdan hareketle yazmış olduğu notlarıdır...