Osman Mustafa, Atalassa’da bombardımanda öldü, toplu mezara gömüldü… Bir fotoğrafı bile yok… 2

Sevgül Uludağ

1974’te Türk savaş uçaklarının Atalassa Psikiyatri Hastanesi’ni bombardımanında ölen üç Kıbrıslıtürk’ten biri olan Osman Mustafa’nın kızkardeşi, Evdimli Özay Sert anlatıyor…

 

Atalassa Psikiyatri Hastanesi’nde 20 Temmuz 1974’te Türk savaş uçaklarının bombardımanı esnasında ölen ve hastane avlusundaki toplu mezara iki diğer Kıbrıslıtürk hasta ve 28 Kıbrıslırum hastayla birlikte gömülen Evdimli Osman Mustafa’dan geriye bir fotoğraf bile kalmadı ama sevgi dolu ailesi onu bulmayı, annelerinin yanına defnetmeyi çok istiyor… Osman Mustafa’nın kızkardeşi Özay Sert’le röportajımızın devamı şöyle:

SORU: Kızkardeşiniz Fatma onun için mi bilir peynir yapmasını pilavunaları için?
ÖZAY SERT:
Onun eşi da, gene aile evliliğidir, gene ailemizin parçası, yabancı değildir – ondan dolayı bilir… Büyük dayımızın oğludur. Ondan öğrendi…

SORU: O zamanlar herhalde mutlu bir hayatınız vardı Evdim’de…
ÖZAY SERT:
Çok güzel bir hayatımız vardı. Ben hep hatta bunu dile getirmek isterdim. Hatta dedim kendi kendime, bir kalem, bir defter alayım, kendi hayatımı yazayım…
Hep çocukluğumuz çok güzel geçti. Okula giderdik, okuldan çıkardık, annemize yardım ederdik. Kardeşler, çok muhabbetliydik, hepsimiz birarada… İyi günümüzde, kötü günümüzde, çok güzel günlerimiz oldu. Annemiz, babamız, evlatlarına çok düşkün insanlardı. Yani sevgi bağımız çok güçlüydü.

SORU: Leymosun’a gider miydiniz?
ÖZAY SERT:
Giderdik çünkü büyük ablam Limasol’a evliydi. Giderdik, alışverişimizi oradan yapardık.

SORU: Çünkü Leymosun, çok renkli bir yerdi…
ÖZAY SERT:
Evet, renkli… Sonra diğer kızkardeşim Zalihe da oraya evlendi, o da orada hayatını sürdürmeye başladı. Okula hep orada gittik… Ben ilkokulu bitirdim, ilkokuldan sonra erkek kardeşim askere gitti, hayvanlarımız vardı, onlara bakmak zorundaydık. Ben üç yıl çobancılık ettim, annemin da desteğiyle beraber. Ondan sonra terziye gittim, terzilik öğrendim. Kendi kıyafetlerimi dikerim mesela… Ondan sonra bu tarafa geldik, evlendik, iş hayatına girdik… Benim eşim Türkiyeli’dir, Mersin’den geldi, evlendik. Benim da iki tane çocuğum oldu… İki erkek çocuğum var. Ben hep annemle kaldım, ben annemle hiç ayrılmadım. Aynı eve oturduk, ben aynı eve evlendim. Yıllarımız hep birlikte geçti… Benim çocuklarımı annem besledi büyüttü, hep orada, aynı yerde… Benim için çok büyük bir kayıp, annemle babamı kaybetmenin acısı çok büyük. Önce babamı kaybettik 13 sene önce, sonra annemi kaybettik 12 sene önce. Ailemizde anne-baba kaybetmek, hangi yaşta istersa olsun çok acı bir şey, onların değerleri çok büyük, çok güzel… Hala daha içimizde bir ahdedir onlar…

SORU: Kardeşçiğinizden bahseder misiniz, Osman’dan?
ÖZAY SERT:
Osman, ufaktım, herhalde beş-altı yaşlarındaydım ben… Hatırlıyorum, hep böyle rahatsız olduğu dönemlerini da biliyorum. Doktora götürürlerdi, hapı vardı, hapını verirlerdi… Onu aldığı sürece, hiç kimseye bir zararı yoktu, zararsız bir kişiydi. Ama bizim toplumumuz biraz böyle hasta insanlara takılıp incitirdi, taciz ederlerdi…

SORU: Hala daha öyle…
ÖZAY SERT:
Babam da bundan dolayı çok büyük üzüntü içindeydi. İşte onun için hastaneye götürüldü, hem düzenli haplarını kullansın diye…

SORU: Hangi seneydi?
ÖZAY SERT
: İbrahim hasta olduktan sonra, üçbuçuk yaşındaydı İbrahim… İbrahim hasta olduktan sonra, Osman’ı hastaneye yerleştirdiler. Onu hatırlarım ben çünkü… 1957 doğumluydu İbrahim, yani Osman kardeşimiz 1960’lı yılların başında hastaneye götürüldüydü…
Çocuk felci ve havale, yüksek ateşten böyle olduydu… Ama mesela o haplarını kullandığı sürece tamamdı. Annem mesela bir şey verirdi, “Bunu nenene götür” derdi, nenemi bulmadan kimseye vermezdi. “Mehmet’e ver” desek, Mehmet’e verirdi. Hiç kimseye bir şey yapmazdı. Söz dinlerdi, çok akıllıydı. Hatta biz ona adıyla hitap ederdik, “Osman” derdik kendine, “Hayır” derdi, “ben sizin abinizim…” Çünkü büyük abime “Abi” derdik, o da isterdi “Abi” deylim kendine.

SORU: Hiç fotoğrafı var mıdır?
ÖZAY SERT:
Bende hiç fotoğrafı yok ama olması lazımdır… Bir küçüğümüzün fotoğrafı, kimliciği vardır. Ama Osman’ın bizde hiç resmi yoktur…
1974’te bu olaylar olduktan sonra babam Denktaş Bey’e gitti…

SORU: Evdimdeykenden duydunuz muydu hastane bombalandı diye yoksa duymadıydınız?
ÖZAY SERT:
Duymadık… Üç ay kaldıydık çadırlarda 1974’te… Bu tarafa geçtikten sonra babam gitti Denktaş Bey’e ve sordu, “Benim oğlum hastanededir, böyle böyle…”
Denktaş Bey da dedi ki, “Mustafa dayı, senin oğlucuğun var ki üç ay, öldü…”
Onu bilirik… Yani sonra duyduk ki bombalandı orası da öldüler…
Denktaş Bey, “Henüz bir şey yok” dediydi ilk, “henüz bir ipucu yoktur ama ileriki zamanlarda ne olur? Bilemem” dedi. Öyle kaldı…
Sonra işte annem hep ağlardı, “Benim bir evladım daha var, bombalandı, öldü mü? Öldürdüler mi? Nasıl bir ölümle karşılaştı?” Hep ağlardı yani bir mezarı yok diye… Hani küçük kardeşim İbrahim’in yeri oldu, o da hastanede yattı, ona da 21 sene annem, evde biz kucağımızda baktık. O da aynı şeyden… Eskiden imkanlar yoktu diye bu havale geçirmeden dolayı o da, benim küçüğüm da hasta olduydu. Ona da doktorlar yanlış iğne yaptıydı, bütün görme, konuşma duyusunu hep kaybettiydi… Ancak onu biz kendimiz yedirirdik, onarırdık, her ihtiyacını görürdük biz. 21 yaşında rahmetlik olduydu İbrahim kardeşimiz… Lefkoşa mezarlığına defnettik biz onu. Türbesi da yapılmıştır, gidip ziyaret ederik her zaman… Ama Osmanımız’ın yok… Ben her zaman okuttuğumda, mevlitlerini, yasinlerini, okuturum, bağışlarım… Ama şimdi böyle duyduk diye, acımız tekrar yenilendi… Çünkü annem çok isterdi… Ve mümkünsa, bilmiyorum artık, bulunduktan sonra, annemin yanında bir boş yer vardır, oraya defnetmek isterim ki annem huzurlu olsun… Annem Çatalköy’de defnedilmiştir, babamla ikisi yatır, yakın yakın… Bir yıl arayla gittiler…
Çünkü annemle babam çok sevgiliydiler… Rahatsız olduğunda hastaneye götürürdük, hemşireler bile “Böyle bir aşk görmedik” derdi çünkü babam evden çıkarken, anneme derdi “Hade canım, at yanağı ağzıma” derdi… Öperdi kendini… Öyle giderdi… “Gidip var dönmemek var, gelip var bulmamak var” derdi. Hep öyle ayrılırlardı… En iyi izleyici olarak ben hep oradaydım mesela… Bir muzu yiyeceklerinde, annem beklerdi babamı… Annemin şekeri vardı, hepsini vermezdi kendine. “Hade” derdi, “birazcık sen, birazcık da ben yeyim…”
“Onsuz” derdi babam, “yeyemem… Buradan aşağı gitmez… Çünkü” derdi, “onun da canı çeker…”
Üç günde bir alırdı bir muzu, biraz ona keserdi, biraz kendi yerdi…
Hep böyle… Anneme çok değer verirdi babam. Yıllarca, kaç yıl birlikte oldular ama çok mutlu bir evlilikleri vardı. Biz da kardeşler aynı şeyi sürdürürük, hepimiz mutluyuk, hepimiz biraradayık, acımız, tatlımız bizimiladır.

 

DEVAM EDECEK