Ortaklaşamayan inanç ortamında çözüm arayışı...

Direnç Berksel

“İnançlar eylemlerimizin yalnızca ufak bir bölümünden doğrudan sorumlu olsalar da sorumlu oldukları eylemler en önemli olan ve yaşamımızın genel yapısını belirleyen eylemler arasında yer alır. Siyasal eylemlerimiz özellikle inançlarımızla bağlantılıdır.” 

Bertrand Russell


Lute’un adaya gelerek görüşmeler yapmaya hazırlandığı şu günlerde Kıbrıs sorunu için gayriresmî beşli görüşme ufukta göründü diyebiliriz. Kıbrıs sorununun son dönemde iki toplum arasında bir sorun olmaktan çıkıp Doğu Akdeniz'de yer alan güç odaklarının da dahil olduğu uluslararası bir sorun haline geldiğini veya getirildiğini söylemek yanlış olmaz. İki toplumu temsilen, bir tarafta Crans Montana’da ulaşılan federal çözüm modelini “ben bunu halkıma anlatamam” diyerek masayı deviren ve Kıbrıs Rum liderliğinin tek yöneten pozisyonunda olacağı gün gelene kadar tercihinin statükodan yana olduğunu ortaya koyan Anastasiadis ile diğer yanda geçmişin taksim tezinin yeni hali olan iki devletli çözümden yana bir pozisyon belirleyen Ersin Tatar olduğunu düşünürsek iki toplumun federalist kesimleri için zor ve gergin bir süreç olacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Gayriresmî konferansa doğru giderken Kıbrıs Türk liderliğinin ve Türkiye’nin açıklamalarına ve aldıkları pozisyona baktığım zaman Annan Planı sürecinin öncesine kadar uzanan ve Kıbrıslı Rumların, Kıbrıslı Türklerle birlikte veya ayrı kurulacak yönetsel bir anlaşmaya karşı olduğu tavrını merkeze alan pozisyona bir geri dönüş görüyorum. Buna rağmen ayrıyken de çağımızın gereklerine uygun işbirkiklerini dışlamayan (yeni)neo-taksimci yani iki devlet öngören bir pozisyon benimsendiğini söyleyebiliriz.

Burada en dikkat çekici nokta hem Ak Parti hükûmetinin hem de Ersin Tatar liderliğindeki Kıbrıs Türk liderliğinin tezlerini Annan Planı referandumundaki sonuca ve Crans Montana’da Anastasiadis’in imza atmak yerine masayı terk etmesine dayandırması. Alınan yeni pozisyonda mevcut Kıbrıs Türk liderliğinden farklı olarak Ak Parti’nin aldığı pozisyonun duygusal anlamda “biz federal çözüm için gereken her şeyi yaptık” isyanını da barındırdığını söylemek gerekiyor. Annan Planı sonrası süreci, hatta Crans Montana sonrasında yaşanan süreci birlikte değerlendirdiğimiz zaman bu noktada pek de haksız sayılmazlar. Uluslararası toplum nezdinde hem Kıbrıs Türk toplumunun hem de Türkiye’nin gösterdiği iradenin yeterli değeri görmediği gibi, Türkiye’nin dış politikada diplomatik anlamda sıkıntılar yaşadığı tüm dönemlerde kıbrıs sorunun batılı güçlerce Türkiye’ye karşı biz koz olarak kullanıldığı ve dolaylı olarak da olsa bundan Kıbrıslı Türklerinde payına düşen cezayı aldığını görmek lazım.

Ortamın bu kadar gergin ve ayrılıkçı olduğu şu günlerde tüm çözümcü kesimlerin artık bakış açılarını değiştirmeleri gerektiği kanısındayım. Özellikle Kıbrıs’ın kuzeyinde sol ve federalist kesimin Kıbrıs sorununda biriken problemlerin yalnızca Kıbrıslı Türklerin çözüm iradesini merkeze alan bir hipotezle çözülemeyeceğini artık anlamaları gerekmektedir. Bu hipotez Kıbrıslı Türklerin ortaklığa dayalı bir çözüm inancını taşırken, bununla birlikte Kıbrıslı Rumların yönetsel ortaklığı içeren bir çözüme yönelik yeterli inancı, iradeyi ve azmi taşımadıkları hipotezine bırakmalıdır. Yarım asrı aşkın bir süredir bu adada barış ve federalizm mücadelesi veren kesimlerin bu tespitle yüzleşmeleri şarttır. Bu hipotez, uzun zamandır yerini halktan uzak olan kürsülerden federal çözümün sadece uluslararası hukuka olan uygunluğundan kaynaklı gerekli olduğuna dair yaratılan inançsız, zoraki havanın yerini tekrardan “siyasal eylemlerimizin inançlarımızla bağlantılı olduğunu” ve dünyada en çok ihtiyaç duyulan iki şeyden birinin de barış olduğu gerçeğinin almasını sağlayabilir. Ayrıca Bertrand Russell’dan yola çıkarak söyleyecek olursak şunu da bilmek lazım, çözüm ve barış hem hakim ideolojiye hem de onun “en güçlü adamlarının” çıkarlarına aykırıdır. “Barışa götüren basamakları, geniş halk yığınlarının çıkarlarına aykırıymış gibi göstermek zor değildir, bunu yapmanın en kolay yolu da kitle histerisi yaratmaktır”, tıpkı son yıllarda adanın iki kesiminde de yapıldığı gibi.

Kıbrıs’ın kuzeyinde federalist kesim omuzlarına yüklenen sorumluluğun artık farkına varmalı ve bütünlüklü çözümün bugünün şartlarında statükoyu beslemek dışında bir şeye gebe olmadığını fark etmelidir. Bizlere düşen görev öncelikle hem kendi kitlemizi değerlerimiz ekseninde motive tutabilmek hem de gelinen noktada Kıbrıs’ın güneyindeki paydaşlarımız üzerinde gerekli bilinç unsurunu oluşturarak iki toplumunda adadaki yönetsel haklara sahipliği inancını sağlamak yönünde işe başlamaktır.