Ölüyorlar karşımızda...

Cenk Mutluyakalı

 

“Halk özgürleştikçe korku ve propagandaya daha çok başvurulur” der, büyük tarihçi ve filozof Noam Chomsky…

***

Kıbrıs’ın 64 kilometre kuzeyindeki yarım adada, son senelerde korku ve propaganda mesaisini artırdı iyice.
Hani kapitalist düzenin yaygın tabiriyle, yedi yirmi dört görevde ‘yaşamak ağrısı’…
Peki, halk özgürleştiği için mi bu?!
Sanmıyorum.
Tutsaklığa razı bir korkaklık var, akıl sır ermez bir siniklik…
Bir yanda bıçak sırtı, namlu ucu hayatlar var, beri yanda salya sümük bir riyakârlık.

***

Ölümün adeta kurumsallaştığı bir coğrafyaya dönüşüyor, Anadolu!
‘Kan’la boyanmış korku dağları büyürken insanların tepesinde, üzeri medyayla örtülmüş çürümüşlük, kokusunu salıyor dört bir yana…
Leş gibi...
O koku, er geç buralara da gelecek, ada’ya…
Koku, korkuya karışıyor galiba.

***

“Müsvedde” dedi birisi, Chomsky ve daha yüzlerce akademisyene, aydına…
“Çocuklar ölmesin” lafından dahi korkulan bir anlayış karşısında, o güzel bildiğimiz insanların nasıl süklüm püklüm olduklarını gördükçe geriliyor insan…
“Devletimizin yanındayız” lafı “çocuklar ölmesin”e karşılık geliyor “özür” olarak,  düşünsenize…
Çocuk be bunlar, çocuk!..
“Önüm ardım ölüm” oynuyorlar, “sobe” diyemeden yumulan gözlerle...
Devlet dediğin ne ki?
Bir çocuğun gözlerinden daha mı kıymetlidir devlet?
Güler yüzle büyünmeyecekse üzerinde, hayaller kurulmayacaksa gökkuşağı renkli, şarkılar söylenmeyecekse her dilde, titrek bir mum alevi gibi ürperecekse içi ha bire insanın, nedir devlet!
Kimin bu devlet, yani yanında durunca ne oluyor, ne işe yarıyor; insanların bu kadar ucuza öldüğü ve özgürlüklerin böylesine hoyratça hapsedildiği bir yerde, sokağa çıkmak yasaksa, gözyaşı sıradansa, anneler evlatlarını gömüyorsa her öğle, her ikindi, ha bire, ‘devlet’ neyi anlatıyor size?

***

Midesine sızılar giriyor insanın...
Çürümüşlük ve küf kokuları, denizleri aşarak burnumuza yapışıyor iyice...
Koku korkuya karışıyor, izliyoruz uzaktan...
İzlemekle yetinmenin, çaresizce bakmanın, ürkerek ‘vah’lamanın utancındayız aslında...
Elde avuçta tuttuğumuz demokrasi ve özgürlüklerimizle avunuyor; hani, her ölümün ardından “iyi ki bize uğramamış” gizli tesellisini bilmenin mahcupluğunda yol alıyoruz...
Sıkı sıkıya sarılıyoruz, hayatlarımıza...
İnsana... İnsanlığa... Yarına...
Ölüyorlar, karşımızda...