Okullar Çocuklarımıza Ne Öğretmeli?

Salih Sarpten

Neden çocuklarımızın sosyal – duygusal öğrenmelerine, akademik başarıları kadar önem vermiyoruz? Daha anlaşılır bir biçimde söyleyeyim; Neden çocuğumuzun sınav notunun, onun sosyal-duygusal davranışından daha önemli olduğunu düşünüyoruz?

Öncelikle “sosyal-duygusal öğrenmenin” ne olduğunu anlamaya çalışalım. Eğitim bilimi literatürü, sosyal duygusal öğrenmeyi; çocukların duygularını fark etmesi, içinde yaşadığı çevre ve toplumu önemsemesi, sorumlu davranmayı, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmayı, kendisi ve çevresine, aktif yurttaş olarak nitelikli ve iyi bir insan olarak yaşamayı öğrendiği bir süreç olarak tanımlanır.

Ülkemizde yapılan birçok araştırmanın ortak bulgusu şudur: Okullarımızdaki öğrencilerin ihmal edilemez bir kısmının; ailelerine yalan söylemekte, sınavda kopya çekmekte, sinirlendikleri zaman birilerine zarar vermekte, hırsızlık yapmakta, içki, sigara hatta uyuşturucu kullanımına yönelmektedir.

Sıradan yaşam süren 14 ile 16 yaş arasındaki bir genç günde 3000 farklı uyarıcı ile karşılaşmaktadır. Gençler, 18 yasına geldiklerinde bu uyarıcıların sayısı 10 milyona çıkmaktadır. Aynı zamanda bu gençler, günde ortalama 4 saatlerini internette harcamaktadır. Günlük hayattaki pazarlama ve eğlence yoğunluğundan gelen mesajlar genç insanlara anti sosyal ve duygusuz davranışlar kazandırma gibi olumsuz etkilerde bulunmaktadır.

Kültürel açıdan yeterli sosyal alan ve bos zamanlarını değerlendirebilecekleri etkinliklerin olmaması gençlerin sosyalleşmesini engellemektedir. Dahası gençler, toplumun onlara güvenmediği veya yeteri kadar değer vermediği algısını da taşımaktadırlar.

Lise, ortaokul ve hatta ilkokullarda öğrenci çatışmalarına, çeteleşme, arkadaşından haraç isteme gibi olguların meydana günlük basın organlarında sıkça rastlanır duruma gelişmiş durumdayız. Farklı alanlardan mezun çok sayıda üniversite öğrencisi, eğitim aldıkları alanın dışındaki işlerde çalışmak durumunda kalıyorlar. Gençler, ne kamuda ne de özel sektörde nitelikli bir yaşam sürebilecekleri mesleğe başlayamıyorlar…

Ancak bütün bu olumsuzlukların arasından sıyrılmış, toplum aydınlık yüzü olmaya aday gençlerin varlığı da inkar edilemez. İşte bu gençler, sosyal-duygusal öğrenimi güçlü olanlardır.

Çünkü sosyal-duygusal öğrenme, öğrencinin gerek okul yaşamında gerekse okul dışında tüm yaşamı boyunca kişinin kazanımlarını işaret eder. Bu öğrenme temelde; problem çözme becerileri, iletişim becerileri, özgüven becerileri ve stresle başa çıkma becerileri olmak üzere 4 alanda gruplanabilmektedir. Ayrıca sosyal-duygusal öğrenme; işbirliği, girişkenlik, özkontrol, plan yapma, zihinsel esneklik, cinsel gelişim, genel sağlık durumu ve okul başarısı gibi nitelikleri de geliştirmektedir.

            O halde şu soruyu yanıtlayın; okullar çocuklarımıza ne öğretmelidir?

 


Biliyor muydunuz?

 

Çocuğunuz Sizden Nefret Etmiyor, O Sadece Bir Ergen

Gençliğin ilk yıllarını yaşayan bir çocuğunuz var. Ancak hemen hemen her konuda çatışma yaşıyorsunuz. Hatta kimi zaman bu çatışmalarınız o kadar büyüyor ki, onun sizden nefret ettiğini düşünüyorsunuz… Hayır, çocuğunuz sizden nefret etmiyor. O sadece bir ergen…

Ergenlik döneminde çocuğunuzun artık eskisinden farklı ve kendine özgü bir birey olduğunu kabullenmelisiniz. Onunla iletişim kurma tarzınızda ve tutumlarınızda belirli değişiklikler yapmalısınız.

Anne-babaların çoğu "çocuğumuz bizimle hiçbir şeyi paylaşmıyor, gizliyor" diye düşünken, gençlerin çoğu da "aileme anlattığım zaman beni dinlemiyorlar, ne söylesem hemen tepki veriyor kızıyor ya da nasihat ediyor, beni anlamıyorlar” diye düşünüyorlar…

Ergenin çatışma durumu, kimlik oluşturma ve bağımsız olma ihtiyacına bağlı olarak gelişmektedir. Ergenler kendi doğrularını oluşturmaya çalışırken anne-babanın ve çevresinin doğrularına karşı çıkma, yaşama başkaldırma gibi özellikler gösterebilirler. Bunun olgunlaşma için gerekli ve doğal bir süreç olduğunu unutmayın.

Bu süreci kolay ve rahat geçirebilmek için anne-baba olarak sizin tepkileriniz önemlidir. Bu noktadaki kilit davranış, isyankarlığa isyankarlıkla yanıt vermemektir. Onun yetiştik birey olma yolunda ilerlediğini kabul edilip, iletişim yollarını sürekli olarak açık tutmak gerekmektedir.


.

Aklınızda Bulunsun

 

Türkiye’nin En İyisi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi

Türkiye Barolar Birliği, hukuk eğitimi ve öğretimindeki standartları belirlemek amacıyla yaptığı ‘Ölçme-Değerlendirme’ çalışması sonuçlandı. Türkiye üniversitelerinde bulunan 73 hukuk fakültesinden 54’ünün katıldığı, 37 dekanın yer aldığı komisyon aracılığıyla 3 yılda tamamlanan çalışmada ilk sırayı İstanbul Üniversitesi aldı. Onu Ankara ve Marmara hukuk takip etti.

Komisyon, üniversitelerdeki hukuk fakültelerinin hangi asgari standartları taşıması gerektiğiyle ilgili ölçütler belirledi. Ardından akademik kadro (akademisyen sayısı, öğretim elemanı başına düşen öğrenci oranı, araştırma görevlisi sayısı), kütüphane olanakları, eğitim faaliyetleri, ders içerikleri, yayınlar, araştırma uygulama merkezleri, ulusal ve uluslararası bildiriler, öğrencilerin katıldığı ulusal yarışmalar, öğrenci kulüpleri gibi kriterlerin yer aldığı değerlendirme formu Türkiye’de aktif olarak eğitim veren tüm hukuk fakültelerine gönderildi. Cevaplar doğrultusunda en iyiler listesi hazırlandı. Eğitim faaliyetleri ve akademik kadrolarla ilgili Yükseköğretim Kurulu’ndan (YÖK) da bilgi alındı. Üç yılda tamamlanan listeye göre Türkiye’nin en iyi 10 hukuk fakültesi sıralaması şöyle oluştu:

  1. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  2. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  3. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  4. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  5. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  6. Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  7. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  8. Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  9. Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi
  10. İstanbul Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi