Aşağıda okuyacaklarınız bir kurgu ya da abartı içermiyor. Sosyal bir ortamda bir arada bulunun bir öğretmen ve farklı okul ve sınıflara giden öğrencinin diyalogları:
Öğretmen: “Bir hafta sonra okullar açılıyor. Okulunuzu özlediniz mi?”
Öğrenci 1: “Ben hiç özlemedim öğretmenim. Keşke tatil devam etse”.
Öğrenci 2: “Ben okulu hiç sevmem ki. Neden özleyim!”
Öğrenci 3: “Arkadaşlarımla buluşacağım için özledim ama okullar açılmasaydı daha iyi olurdu.”
Öğrenci 4: “Ben bu yıl koleje başlayacam. Onun için merak ederim orası nasıl bir okuldur.”
Öğrenci 5: “Nefret ederim okuldan. Keşke hiç açılmasa”
Öğrenci 6: “Ben istemem okula gideyim. Ama işte annem ister diye gidecem.”
Tekrar edeyim. Yukarıda okuduklarınız size kurgu veya abartılmış gelebilir. Ancak sizi temin ederim ki tek bir ekleme, en küçük bir abartı yok. Çocuklarımızın (en azından altı çocuğumuzun) okulların açılacak olmasıyla ilgili düşünceleri böyle…
Okulları salt binalardan oluşan mekanlar olarak sanıyoruz. Bu yüzden konteyner sınıfların kalıcısı olmasında sorun görmüyoruz. Öğretmenlik formasyonunun olup olmadığına bakmaksızın partili, yandaş, düzenden yana olan herkesi “geçici öğretmen” olarak görevlendirmeden sıkıntı duymuyoruz.
Bilmeliyiz ki; okul, yalnızca derslerin işlendiği bir bina değildir. Okul, çocukların hayal kurmayı öğrendiği, kendini keşfettiği ve dünyayı anlamlandırdığı bir yaşam alanıdır.
Bir çocuğun okulu sevmesi; öğrenmeye karşı duyduğu merakın, kendine olan güveninin ve geleceğe dair umutlarının yeşermesi mümkün olur. Ne var ki okullarımız bu üç boyuttan da giderek uzaklaşmaktadır.
- Çocuklar öğrendikleri bilgileri keşfederek değil, sınavda çıkacak diye zorunlu ezberlemeleri gereken bir şey olarak algılıyorlar.
- Artan şiddet ve akran zorbalığı nedeniyle okulda kendilerini güvende hissedemiyorlar.
- Tıklım tıkış sınıflarda, öğretmenlerinin onlara ayıracağı zaman 1 dakikanın altına düşmüş durumda. Bu nedenle de fikirlerini paylaşma, etkinliklere katılma, kendi potansiyelini ortaya koyma imkanı bulamıyorlar.
- Sadece kâğıt üzerindeki değerlendirmelerle sınırlı olan sınavlarda yüksek puan öğrencilerin değerli olduğu bir yaklaşımda güçlü yönlerini sergileyemiyorlar. Bu nedenle de özgüvenleri ve özsaygıları erozyona uğruyor.
Bütün bunlara bir de sürekli dijital dünyada olmanın ekran bağımlılığını eklerseniz çocuklarımız okula gitmek istemiyorlar, okullarını sevmiyorlar.
Daniel T. Willingham’a göre çocuklar okulda öğrenilen bilgileri değil, duygusal bağ kurdukları deneyimleri hatırlar. Ne yazık ki çocuklarımızın, okullarıyla duygusal bağ kurma yolları her geçen gün zayıflıyor.
- Tıklım tıkış sınıflar,
- Ders yükü altında ezilen öğretmenler,
- Öğrencinin bireysel farklılığını, güçlü yönünü dikkate almayan anlayışlar,
- Öğretmen eksikliği, alt yapı eksikliği, donanım eksikliği ve uzayıp giden daha biz dizi eksiklik; biz fark etmesek de öğrencileri okullarından soğutan en temel sebeplerdir.
Sözün özü:
Haftaya okullar açılacak. Açılacak ama bilelim ki okullarımız, artık çocuklarımızın severek gittikleri yerler olmaktan çıkmıştır.
Anlayan - Gülmece
Geçici Öğretmen
Geçici olarak göreve atanmış öğretmen telaşlı vaziyette sınıfa girer ve hemen sorar;
- Müziğe yetenekli kimler var?
Sınıf içerisinden dört öğrenci el kaldırır... Öğretmen;
- Aferin... Siz dördünüz benimle gelin piyanonun taşınmasına yardım edeceksiniz.
Bir Tavsiye
Çocuk ve ergenler eleştirildiğinde ya da nasihat edildiğinde değil, birlikte bir şeyler yapıldığında uyum gösterirler. Sorumluluklarını tam anlamıyla yerine getirmesi sizin göstereceğiniz performansla ilgilidir. Siz ne kadar onu anlama ve onunla bir şeyler yapma konusunda çaba sarf ederseniz, o da o oranda başarılı olur.