O utanç randevusu, Beyaz Ev ve dava!

Cenk Mutluyakalı

Beyaz Ev için genelev benzetmesi yapmıştı, gazeteci Ali Kişmir…
Ortada hiçbir gerekçe yoksa ağır bir kinayedir bu!

Beyaz Ev” güvenlik kuvvetlerinin elinde tuttuğu beşparmakların tepesinde özel bir mekândır.
Askeri Gazino” derler.
Sivil bir yer değildir.

Orası da ihtilaflı bir toprak…
Vyronas Pavlides
’in malı aslında, hani “Mavi Köşk”ün de sahibi…

***
“Beyaz Ev”i yakın geçmişte seçim karargahı gibi kullandılar.
Askeri bir mekanı, siyasete alet ettiler.
Sorun da böyle başladı zaten…

Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı’nın tarihi boyunca Kıbrıs doğumlu tek bir komutanı yoktur, bilirsiniz.
Kıbrıs tarihini 1571’den başlatıyorlar ya!
- 300 senelik Lüzinyan varlığını bile görmüyorlar. -
Bu coğrafya 450 senede Güvenlik Kuvvetleri’ne komutanlık yapacak tek bir “vatan evladı” doğuramadı (!)
Ecdadımızın böyle bir “yokluğu” var.

Çünkü burada doğanları “Türk” soyundan saymazlar!
“Komutan” yapmazlar.
En “milliyetçilerin” bile buna itirazı olmaması ayrı bir tuhaflıktır.

Niçin bu ordunun en tepesinde soyunda sopunda Kıbrıs adası doğumlu kimse olmadı?
Ne komutan!
Ne Kurmay Başkanı!
Ne Alay Komutanı!
Niçin sahi?

Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı Yasası’nın 4’üncü maddesinde yazar bu:
“Güvenlik Kuvvetleri Komutanı ve kilit personeli Türk asıllı yurttaşlardan seçilerek atanır.”

İşte o “kilit” personel yakın geçmişte “soy” üzerinden bir seçim kampanyası yaparak “Beyaz Ev”i kararttı.
 

Geçen eylülde açılmıştı dava,
o dönem, güya geri çekilmişti

“Beyaz Ev”e en son bir basın daveti sonucu gitmiştim, davet eden komutanı ve senesini de unuttum. Çok geniş bir yelpazede gazeteciler çağrılmıştı. Öyle yuvarlak masalar vardı, ben dahil özellikle muhalif isimleri kendi masasına almıştı komutan, çok da nazik ve hoş sohbetti.

10 sene olmuştur belki.
Ne o komutanı gördük bir daha ne de böylesi bir davet oldu.

Neyse!
Bir dava var şimdi önümüzde…
“Beyaz Ev” üzerinden…
Geçen eylülde açılmıştı dava, o dönem, güya geri çekilmişti.
Şu anda okuduğunuz bu satırlar da ilk o gün yayınlanmıştı zaten…
Mahkeme önünde toplanmıştık ve gazeteci Ali Kişmir’e açılan davayla ilgili “süresiz erteleme kararı” duyurulmuştu.
Şimdi 6 Ekim için duruşma tarihi verildi.

***
“Beyaz Ev” için bir benzetme yapılmıştı.
Peki, niçin?

Kıbrıslı Türklerin dünyadaki tek tanınmış temsilcisini belirleyeceği seçime bu mekanda müdahale edilmişti çünkü... TC Lefkoşa Büyükelçisi, kimi milletvekillerini toplamış ve o dönemki Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle bu yemeğe komutanlar ve Milli İstihbarat Teşkilatı sorumlusu da katılmıştı.
Suç bu!
Darbe gibi bir girişim aslında…
Bir başka ülkenin büyükelçisi ve askeri siyasete el atıyor, dava gazeteciye açılıyor (!)


Demokrasiye, iradeye, bu ülke insanının kendi kendini yönetme hakkına açık bir müdahaleydi bu!
“Beyaz Ev” böylesi bir ahlak dışı “randevu”da gündeme gelmişti.

Onuru kırılan, aşağılanan,
küçük düşürülen
ve alay edilen bu toplumun
iradesidir


Gazeteci Ali Kişmir’e Güvenlik Kuvvetlerinin manevi şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği iddiası ile polis tarafından dava okundu ve şimdi duruşmaya çağrılıyor.
Askeri Suç ve Cezalar yasası altında, böylesi bir eyleme 10 yıla kadar hapislik ön görülüyor.

Tahkir, onur kırma ve aşağılama demektir.
Tezyif, küçültmek ve alay etmek…

Onuru kırılan, aşağılanan, küçük düşürülen ve alay edilen bu toplumun iradesidir, tarihidir, haysiyetidir, kendisidir.

Bunu hatırlattığı için bir gazeteciyi hapse atacaklarmış.
Önce bu ülke insanından özür dilesinler.
Yaşattıkları utancı temizlesinler önce…
 



Ercan'ı Birleşmiş Milletler'e devretmeyerek tarihi bir fırsatı harcadık

Toprak kalmıyor ülkede...
"Mülkiyet sorunu" böylece çözülecek sanıyorlar.
Tam aksine "kör düğüm" oluyor.
Yaşam alanı kalmıyor.

Mülkiyet hakkı cinayet gibi!
Zaman aşımına uğramıyor…

Üzerinden yıllar yıllar da geçse, bir mülkü yasal olarak elde etmemişseniz ve ortada ihtilaf varsa, gün gele hesabı soruluyor.

***
Toprak kalmıyor ülkede, kamusal yatırım yapacak.
Park yapacak arazi bulamıyor yerel yönetimler, okul yapacak yer yok.
Yıllardır peşkeş çekiyorlar toprağı...

Ya yandaş şirketlere ya da partililere...
Şimdi yabancılar kapışıyor.
İtmedi, bitmedi...

***
Kıbrıs'ın kaynakları ihalesiz, kritersiz, sorgusuz sualsiz talan ediliyor.

Ercan Havaalanı'nı Birleşmiş Millet kontrolüne verseydik, bugün, dünyanın dört bir yanından, yüzden fazla havayolu işletmesi yurdumuza turist taşıyacaktı.
Çehresi değişecekti memleketin…

"Egemenlik" dediler ve Türkiye'den yandaş bir sermayeye verdiler...
İki buçuk havayolu geliyor şimdi!
Yalnızca Türkiye'den...
Üzerinden para ödüyor, kazanmıyor, ihtişamla övünüyoruz.
Şirket kazanıyor.

Ercan Havaalanı’nı Birleşmiş Milletler yönetimine vermeyerek tarihi bir fırsatı kaçırdık. 
Gündeme dahi almadılar.
Kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimiz bir turizm gelirine sahip olacaktık o zaman...

Belki de asıl istemedikleri de bu...
Hep “bağımlı” kalmak…
Hep bağlı!

***
Kıbrıs'ın kuzeyindeki illegal yapıyı rant kapısına dönüştürdüler.
Sahtekarlık, korsanlık, yasa dışılık, hilekarlık adına ne ararsan var buralarda…

Yağma giderek büyüyor ve birkaç şirket ada yarısını bölüşüyor.

O birkaç şirket medyayı satın alıyor, seçimlere müdahale ediyor, istediği gibi Bakanlar Kurulu kararları çıkarıyor, Türkiye'den gelen talimatları pratiğe geçiriyor, semirdikçe semiriyor.

Kıbrıs ülkesinin toprak bütünlüğünü ortadan kaldırarak insanımızı dünyadan tecrit eden bu ucube, hukuk dışı, sürdürülemez düzen ve statüko içinden çıkılması zor bir bataklığa dönüşüyor.
Bu bataklığı kurutmanın yolu dünyaya katılmaktır; gerçek bir barış ve bağımsızlıkla…
O yol öyle ya da böyle yürünecek.
Başka çaresi yok.