O sesler!

Cenk Mutluyakalı

Kıbrıslı mağdurlar için de dava açılmıştı, öylece kaldı.
Kimse de hesabını sormadı.
Yüzünü kuzeye dönerek hesap sorma kültürü yönünde 12 eylül buraları da ‘uslandırdı’ epeyce!
O zalim darbe…
Ada yarısına “nur topu” gibi bir “devlet” doğurdu.
Hem de “federe devleti” gömmek pahasına…
O günden bugüne daha da düş kırgınıyız, daha da hayal yorgunu…

***

Çok daha bağlı ve bağımlı yaşayacağımız günler de böyle başladı aslında…
Darbeyle!
Demokrasinin dilsizleştiği yerde, bizim sesimiz kısıldı.

***

TC Sıkıyönetim Komutanlığı’nca tutuklanan Kıbrıslı öğrencilerle röportajlar yapmış, bir kitapta toplamıştım.
“Sorgu sırasında çok dayak yedim. Gözlerimiz kapalıydı. İşkenceci polislerin sesleri aklımdan çıkmaz. Bugün dahi yankılanır kulağımda. Şimdi sesini duysam, tanırım” demişti, yıllar sonra duygularını ilk kez paylaşırken, Göksel Düzgün.

***

“Gözlerimiz bağlı yürümüştük hücrelere ve doğrusu o yürüyüş, o yol bana çok uzun gelmişti. Çok büyük demir kapılar vardı ve o demir kapıların sesini de asla unutamam. Büyük gürültülerle açılır, kapanırdı bu kapılar… Kıbrıslı öğrenciler her birimiz ayrı hücrelerde idik.

Tüm hücreler çok küçüktü… Yatak yoktu, tek kişilik bir divan vardı, kimimiz paltosunu serip yere yatardık,  o tek kişilik yatakta 4 kişi 5 kişi yan yana yatardık, yatabildiğimiz kadar. Küçücük bir pencere vardı kapısında, o pencere sadece koridoru görürdü ve yalnızca oradan gelen ışık vardı.

Çok dayak yedik, çok işkenceler vardı;  falakalar vardı, ünlü Filistin askılar vardı, Kıbrıslı arkadaşlarımızın bir kısmına bunlar yapıldı, elektrik verildi.”


***

Ünal Fındık’ın çok başkaydı isyanı, ki işkenceden öylesine şişerdi tabanları, ayakkabıya sığmazdı.
“Biz 6 arkadaşımızı yitirdik bu süreçte ve o arkadaşlarımız sırf birilerinin hülyaları gerçekleşsin diye öldüler. Benim esas isyanım bunadır…”

***

Elbette geçmişte kaldı, böylesi bir zulüm yok şimdi...
Ama ne kadar yüzleşebildik, geçmişle…
Ne geçmişle hesaplaşabildik doğrusu, ne bugünle…
Şimdi tahakküm modelleri de değişti artık…
Çok farklı bir ‘hücre’ yaşadığımız.
İşin en acısı nedir bilir misiniz a dostlar, şimdi o kocaman ‘hücre’yi allayıp pullayıp bize sattılar!
Malla, mülkle, işle, krediyle, ayrıcalıkla, marşla, maaşla, baremle, milliyetçilikle, menfaatle sattılar bize! Şimdi o hücrenin duvarlarına bakıp bakıp ‘güzelmiş’ diyoruz kendimize ara sıra…
Çok öfkeliysek sesler salıyoruz, meydanlara!
Tanıdık sesler…