‘O GÜN’ GELSE

Sami Özuslu

Hepimiz ‘o gün’ü bekliyoruz.

Çocuğunun doğacağı günü bekleyen anne-baba gibi…

Askerde terhisini bekleyen asker gibi…

Esaretten kurtulmayı bekleyen esir gibi…

Hapiste tahliye anını iple çeken mahkum gibi…

Şimdi hepimiz ‘o gün’ü, Covid’in yarattığı tutsaklıktan ‘kurtuluş günü’nü bekliyoruz.

Ne zaman, belirsiz…

Ah, bir gelse…

Neler vermezdik, değil mi?

Ve neler yapmazdık, içimizden geldiğince…

Nazım Hikmet’in dediği gibi:
“(…)Bugün, beni ilk defa
Güneşe çıkardılar.
Ve ben, ömrümde ilk defa
Gökyüzünün
Bu kadar benden uzak,
Bu kadar mavi,
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak,
Kımıldamadan durdum...”

**

İnsan elindekilerin değerini kaybedince anlarmış.

Dört duvar arasına sıkışınca fark ettik değil mi, hergün gördüğümüz, konuştuğumuz, kahve içtiğimiz insanların değerini…

Dağı, ovayı, çiçeği, böceği, otu, dikeni ne de güzelmiş bu toprağın…

Hele masmavi denizi…

Virüs sayesinde fark ettik, yaşamak güzelmiş, her şeye rağmen…

“(…) Yaşamak

Bir ağaç gibi hür

Ve bir orman gibi

Kardeşçesine…”

Kesinlikle ‘bu hasret’ bizim!..

**

Sabırsızlıkla bekliyoruz, sevdiklerimize kavuşmaya…

Sahi, ‘işimiz’ ne de güzelmiş, öyle değil mi?

İşini özledi birçoğumuz.

Üretmeyi, hizmet etmeyi, iş arkadaşlarını özledi.

Evde kalmak güzel, dinlenmek hoş, bol bol uyumak iyi ama hayatın diğer unsurları olmayınca, tadı kaçıyor bir yerden sonra galiba…

Her ne kadar sosyal medya ve haberleşme imkanları bol olsa da, yüz yüze iletişimin, muhabbetin yerini alamıyor hiçbiri…

Kimi annesini-babasını, kimi evladını, kimi sevdiğini özledi.

Kimi kaybettiğinin mezarını…

Hobilerini, dostlar sofrasını, özgürce gezinmeyi özledi sosyal olmayı sevenler…

Ahbaplarıyla tavla maçı yapmayı, dörtlüyü kurup kağıt oynamayı, meyhanede demlenmeyi, kayalıklarda saatlerce balık avlamayı, kırlarda gezinip ot toplamayı…

‘O gün’ gelse…

Neler neler yapmaz ki insan…

Ah bir gelse!..