Yeni bir siyasi dilden bahsediyor, dünyanın ve toplumların değişmekte olduğundan, dolayısıyla bu değişimi göz önününe almadan siyasi proje üretmenin, hayatla buluşamayacağını anlatıyoruz.
Siyasetin verili koşullar üzerinden hareket ettiğini, sıfırdan başlayamayacağını dolayısıyla, dün-bugün ikilemini çözmeden yarına ulaşamayacağımızı ifade ediyoruz.
1960’lardan itibaren şekillenen ve bugüne gelen, 1974 ve 1983 gibi farklı tarihi noktalarda vites değiştiren sistemin ve bu sistemi ayakta tutan statükonun bittiğini, dolayısıyla bu statükonun siyasi aktörleri ve siyasi zihniyeti ile sorun çözmenin mümkün olmadığını ortaya koyuyoruz.
Statükonun değişebilmesi için, hukuk, kamu, ekonomi ve siyaset ayaklarında devrim niteliğinde ciddi adımlar atılmalıdır.
Bu değişim tüm KKTC vatandaşlarının geleceği için önemlidir; yurt dışında yaşayan, giderek artan birşekilde yaşamaya yönelen gençlerimizin dönüşü ve kendi topraklarında üretme motivasyonun ana kaynağı olacaktır.
Kıbrıslı Türkler, demokratikleşme ve sivilleşmede ileri adım atamadan, ekonomi, siyasi ve kamu reformlarını sağlıklı bir şekilde gerçekleştiremez.
Demokrasi ve sivilleşme ihtiyacına aşırı vurgumuzun nedeni, şu anki sistemin, yasal veya uygulama bağlamında askeri bir nitelik taşımasındadır. Bu nitelik değişmelidir.
Kıbrıslı Türklerin ekonomik reforma elbette ihtiyacı vardır. Bu konu elbette masadadır, ancak siyasi, hukuki ve kamu ayağı gözetilmeden salt ekonomi üzerinden hareketle yapılan tartışmalar hem toplumu ürkütüyor hem de savunmacı bir psikolojiye sokuyor. Tartışmalar olması gereken bağlamdan çıkıyor.
Türkiye hükümetleri ile ilişkilerimizi normalleştirmek, tüm alanlarda dönüşüm hedefini koymak, sivil, demokratik uygulamalara geçmek, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yöneteceği yeni bir düzen için kaçınılmazdır.
Türkiye hükümetinin, Kıbrıslı Türklerin, sivil, demokratik bir anlayış ve kendi kendini yönetme hedefine ulaşmada, Türkiye’de yaptığı gibi güçlü bir sivil irade yansıtması, yardımcı olması elbette her demokratın özlemidir. Ancak bu normalleşmenin gecikmesi açıkca, bu tür bir anlayış buluşmasının gecikmesinden, engellenmesinden veya oluşamamasından kaynaklanmaktadır.
Yeni siyasi dilin, açık ve cesaretle sorunları dile getirmesi, gerektiğinde tonunu yükseltip gerektiğinde düşürmesi ama her zaman yapıcı hatta her zaman samimi olması gerektiğine inanırım.
Siyaset kurumunun bu denli yıpranmasının ana sebeplerinden biri, “farklı düşünüp farklı konuşmak”tır. Elbette siyasi dilin inceliklerinden, yapıcılığından bahsetmiyorum burada. Ama ben en büyük demokratım diyerek, demokrasi için susup bekliyorsanız, en büyük solcuyum diyerek sivilleşme için, kendi kendini yönetmek için hareketsiz kalıyorsanız, Kıbrıslı Türk halkının sosyal kimliğine dönük müdahaleleri ertelemeye yöneliyorsanız... burada sıkıntı büyüktür demektir. Hem ideolojik hem siyasi metodoloji hem de siyasi ahlak düzeyinde.
Kıbrıs’ta çözüm Kıbrıslı Türkler için çok önemlidir, ancak bahsedilen sorunların çözülmesini, tüm hayati siyasi adımları çözüme endeksleyerek, çözümden sonraya bırakmak ve çözüme ulaşma yöntemi varsayımı ile, toplumun sosyal direngenliğini, mücadele azmini ve yaşama gücünü etkisiz kılmak, hayatı kilitlemek ve siyaseten toplumu “sosyal intihara” teşvik etmek demektir. Bu durum, Kıbrıslı Türk toplumunu hareketsiz kılmak, umutsuz kılmak, mücadele azmini zayıflatmak, toplum olma-halk olma bilincini yok etmek demektir. Toplumu yoksaymak, küçümsemektir.
O noktada ya halk bu tür bir siyaseti reddedip sizin önünüze geçer, ya da sizi tercih etmez. Bu tür soğuk savaş dönemi siyasi anlayışlarına da artık kimse inanmıyor, kimse güvenmiyor.
Bu siyaset anlayışı bitmiştir.