Nerede kalmıştık ?

Asım Akansoy

Dörtlü Koalisyon hükümetinin sonuna geldik. Herhangi bir koalisyondan farklı olarak, bu hükümetin dört partiden oluşması siyasi olgunluk, açıklık, yüksek siyasi tolerans, koordinasyon ile işbirliğini önemli kılıyordu. 

İyi yönetilmesi, ortak hedefin ve toplumsal beklentilerin anında karşılanması, profesyonel bir halkla ilişkiler hizmeti ile halka sürekli ulaşılması gerekiyordu. 

Her hükümet dönemi kendine özgü sorunlar ve sıkıntılar taşır. Dönemin ekonomik ve sosyal sorunları, beklenmedik gelişmeler herhangi bir hükümetin yol haritasını bozabilir, öncelikleri değiştirebilir. Bu değişimlerin yaratacağı sorunlar ancak kollektif çalışma ile aşılabilir. Yine de toplumun farklı tabakalarını temsil eden siyasi partiler, gelen baskılara göğüs geremeyebilir.

Kıbrısın kuzeyindeki idari yapılanma büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Bugüne dek kendi kendini yönetebilecek bir kurumsal kapasitenin oluşamadığı ya da oluşmasına izin verilmediği, idari yapının çarpık bir bağımlılık ilişkisine indirgendiği açıktır. Bugün, siyasi ve ekonomik  bağımlılık, “kendi kendini yönetme”nin önüne geçen büyük bir hastalığa dönüşmüştür. Bu çarpık düzen, demokratik düzenin geriletilmesine, siyaset kurumunun sorumluluk üstlenmekten kaçınmasına, zümresel çıkarını her şeyden önde tutan kesimlerin siyaset kurumunu itibarsızlaştırmasına neden olmaktadır. 

TC Lefkoşa Kalkınma ve İşbirliği Ofisi yani Yardım heyeti, çok açıktır ki, KKTC’nin paralel devletidir. Ve KKTC’nin ayakları üzerinde durmasını önlemektedir. Kıbrıslı Türk toplumunun hak ve menfaatları çerçevesinde bir program sürdürmesinin önüne geçmektedir.Siyasetin güç kazanmasının, kurumsal gelişmenin sağlanmasının, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetmesinin yani demokrasinin gelişmesinin önünde önemli bir engeldir. Üç kuruşluk teknik destek karşılığında, toplumsal ilişkilerde yüz üç kuruşluk tahribat yaratmaktadır. 

Artık bunun gibi, Kıbrıslı Türklerin toplumsal yönetme kapasitesini yok sayan konuları açıkça gündem yapamayacak olan siyasetin yurtsever bir ilerlemenin parçası olma ihtimali yoktur. Verili yapının ortadan kalkması yüksek sesle ele alınmadığı ve korkak kaçak konuşulduğu sürece, Türkiye ile ilişkilerin gelişmesi de ne yazık ki sağlanamayacaktır. 

Toplumsal hedeflerin gerçekleşmesi, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetmesi, toplumsal sorumluluk üstlenmesi, yetkisini halktan alması, sorumluluğun hesabını halka vermesi, her bağlamda karar verici olması için bu konunun gündem yapılması esastır. Bu esası gözardı eden her bir adım sonuçsuz kalmaya mahkumdur. 

Bir diğer konu şudur: Denetleme ve planlama kapasitesi olamayan bir hükümetin kısa vadede  güçlü adımlar atması mümkün değildir. Kuzey Kıbrıs kontrolsuz bir kayıt dışılık alanıdır. Sınırlardan ekonomiye, siyasetten işgücüne kadar kayıt dışılık tercih edilen bir model haline gelmiştir. Kayıt dışı unsurlar, ekonomiyi de bürokrasiyi de etkilemekte ya da yönetmektedir. Siyasetçi üzerinde doğrudan etkileri vardır. Bu unsurlar o denli güç yoğunlaşması içindedirler ki, zayıf devlet yapısının ve özelde bürokrasisinin bu alanı denetleme şansı kesinlikle yoktur. Bu alanı denetlemek için masada bekleyen ancak ele alınamayan nice yasa tasarısı vardır. 

KKTC’de hükümete gelen siyasi partiler iktidar olmuyor. İktidar sürecine de giremiyor. Yani devlet aygıtı halkın kendi kendini yönetme aracı haline dönmüyor, dönemiyor. Çünkü vesayet rejimi aslanlar gibi çalışıyor. “1983 yapısı” bir vesayet rejimidir. Kurgusu tamamen bu düşünce üzerinde şekillenmiştir. Malum, rejimin değişmeden devam etmesini isteyenler mevcuttur. Bu rejim sizi, günlük işlerin icracısı olarak konumlandırıyor. Herhangi bir durumu sorgulamak, dönüştürmek sizi anında hükümet dışında bırakabilmektedir. İstediğiniz kadar ahlaki alanın sınırlarında dolaşın, istediğiniz kadar vasinin hassasiyetlerini gözetin, bunlar zaman kaybıdır. 

Etkili bir ön hazılık yapılmamış ve derin bir sosyal analiz üzerinden gerçekleştirilmemiş, geçmiş yaşanmışlıklar üzerinden yeni alternatif siyasetler üretilmemiş, kollektif mücadele dinamikleri geliştirilmemiş, toplumsal ittifaklar ilerletilmemiş bir dönemin etkisiz kalmaması, mümkün mü? 

Bırakın geliştirmeyi tam tersine, rejimin yüzü suyu hürmetine temel olan siyasi ilkeler sulandırılmışsa, vay halimize. 

Boş laflar ve duygusal hezeyanlar üzerinden değil, akıl yolunda eleştiri özeleştiri sürecine girildiği ölçüde bu gerçekler yeniden tek tek ortaya çıkacak, “hakikat” kendini gösterecektir. 

Halkın kendi kendisini yönetebilmesi için, siyasetin gerçeği deşifre etmesi birincil görevidir. Üzerini örtmesi değil. Bu yapılmadığı sürece siyasete olan güven azalacaktır.  İşte tam da bu nedenle adada çözüm esastır ve sosyal ilerlemenin önünü açacak yegane unsurdur. Başka bişey değil. 

Ülkedeki çıkar grupları, hükümetin, güç odaklarının/vesayet rejiminin beklentisine göre şekillenmesini talep etmekte, bu yönde her türlü manipülasyon, spekülasyon ve linç girişimini kullanmaktadır. Özellikle toplumsal değerleri önde olan, halkın kendi kendini yönetmesinin yolunun çözümden geçtiğini savunan ve buna öncelik verilmesini öne çıkaran, kamu yararından bahseden, Kıbrıslı Türklerin kimliğini vurgulayan, Kıbrıslı Türklerin yurtsever birliğini öne çıkaran her bir siyasetçi, aktivist ve siyasi oluşum, yukarıda bahsettiğim odaklar tarafından yok edilmesi kaçınılmaz bir tehdit unsuruna dönüştürüldü.

Bu bağlamda hükümetin bozulması ne arazi meselesine dayanır ne de başka bir noktaya…Mesele ekonomik gidişat bağlamında rejimin, farklı ekonomik, sosyal görüşleri ve siyasetleri reddetmesidir. Bu baskıya Halkın Partisinin dayanamadığını düşünüyorum. Popülist bir parti olarak, siyasi süreçlerden günlük etkilenen bir yapısı olduğunu, siyaset deneyimi olmadığını, baskılara boyun eğemeyecek bir dayanıksızlığı olduğunu düşünüyorum.

Son aylarda çeşitli çıkar grupları, farklı beklentilerini bahane ederek siyasetçilere doğrudan veya dolaylı baskılarını artırıp, Türkiye ile mali ve ekonomik protokol meselesini öne çıkararak, farklı görüşte olanları kişisel hedef göstermeye başladılar. Siyaseten dik duran her bir siyasetçi hedef gösterildi. Ayrıştırıldı, yalnızlaştırıldı. Vesayet rejiminin siyaseti düzenleme ve bunun için siyasetçiyi kendine benzetme misyonu acımasız bir şekilde hayata geçirildi. 

Bahsettiğim bu kör baskı UBP’nin ciddi anlamda işine yaradı. Mücadelenin direnme noktalarının aşındırıldığı her bir olay, rejimin gözbebeği UBP’yi öne itti. Direniş noktaları zayıflatıldı. 

Yaratılan algının peşine düşen UBP, sorunların abartılması noktasında muhalefetten öte siyasi şova yöneldi. Bu durumu yaratanların akılsızlığıyla ortak bir yurtsever bilinç geliştirmek mümkün değildir. Yurtseverlik haysiyet gerektirir. 

Ümit ederim, bu yaşanmışlıklar duygusal savrulmalardan çok akli hesaplaşmaları doğurur. Eleştiri ve özeleştiri ile demokratik süreçlerin olmadığı alanlarda gelişme söz konusu olmaz. Yaşananların değerlendirilmesi, kayıt altına alınması tüm icraat alanlarındaki eksikler ve fazlalıklar, bundan sonraki süreçler için çok yararlı olacaktır. 

İstikrarlı, uzun vadeli bir yeni döneme olan ihtiyaç açıktır. Toplumun korunması ortaya karışık söylem ve siyasi duruşlarla değil, kararlı açık, samimi, kollektif ve dinamik süreçlerle mümkündür. Bu bağlamda bana tarihe not düşmek düşer !

* * *

Kuzey Kıbrıs’ın içinde bulunduğu koşullar dikkate alınmadan, şartlar iyice değerlendirilmeden ya da bilip de ifade edilmeden yapılan değerlendirmeler bizi hiç bir yere vardırmayacaktır. 

Toplumu gözetmek demek, siyasi koşulları gözeterek siyasi planlama ve güçbirliği yapmak demektir. Saklanarak değil. Gözardı ederek beklentileri yükseltmek ve bunu gerçekleştirememek siyasete olan güveni daha da aşağı çeker, siyaset dönüştürücü özne olmaktan çıkarak kişilere bağımlı bir alana dönüşür. Popülizm bunun adıdır. Dönem böyle bir dönem zaten. Ama sonuç çıkmıyor, bu siyasi yöntemle çıkmayacak da.

Gerçekten, nerede kalmıştık ?